Helen Fisher’ın yine sansasyon yarattığı bilinen, cinselliği, sadece üreme ve nesli devam ettirme içgüdüsü olarak görmeden zevk alınması halinde bile kadının “seri monogamist”, erkeğin de poligam olduğunu genetik olarak kabullenmemiz gerektiğini, aşk denen şeyin biyolojik bir aktivite olduğunu söyleyen ve bunun üzerinde senelerce yaptığı araştırmaları, deneyleri ortaya koyan, sonunda da “aşk, cinselliğin ‘haz’ garantisidir'” diye bağlayan, bir tekeşliliğe karşı anarşist görüşler silsilesini içinde barındıran kitaptır.
Gülizar
seni senden geçirendir sevgilin
beni bedenimden alandır sevincim
harfleri sayılarla mı birleştirdin
işte senin sevgilinin sevincidir bu zikrin
korku değildir geri gelişimin sebebi
muhabbete dalmasın aynadaki akisi
su akar gibi yol dener seni
aşk yoksa damlamaz gerisi
meşgale ararsa sende veledin
içine ulaşmasın çatık kaşlı cemalin
versen ona bir kuş yeter veledin için
yuva yapmayı unutma sakın kuş için
mumların önü gibi ol ki yanmayı öğrenesin
yan ki alevinin ne olduğunu bilesin
duman gibi yükselsin nedenin
karıştırma nedenini sakın kendin için
kelebeklerle yaşa ki gör çelimsizi
bil ki ilerde kanat çırpacak aşk delisi
kimi zaman kozadaki böcek ol ki sussun emelin
kimi zaman binbir rengi ol ki dönsün dilin
hüzün ararsa yüzün, yüz gün ver kendine
bulamamışsan teraziyi yüz gün bile hikaye
sözünü gözünden sakla ki aksın elin
elini kimseden saklama ki çalmasın çirkin
bir gün gelecek fırtınaya sarılacaksın
gün gelecek meltemlerde havalanacaksın
her çeşmeye uygun bir musluk ol ki fırtına olasın
Bir elbiseye sökük ol ki meltem olasın.
her arayışta yeni bir deryaya açılır gemin.
her gemiye yeni bir kaptan alır için
her kaptan gibi yeni bir ufuk arar ilmin.
her ufuk da başka bir senle bir olur gönül çizgin
Reha Başoğul
İçimdeki Damarda Tıkandım
herşey peygamberdevesinin kendini dişisine kurban etmediği bir dalı kırmasıyla başladı.
Ve ardından yusufçuklar kaçırdı yumurtalarını bataklıklardan…
Ardıç kuşlarına niye saldıramadı kartal o gün,
niye sinemedi gelincikler çukurlarına
bukelamunlar niye renk vermediler
ve koalalar neden yaprak aramadılar gecenin soğuğunda? ? ?
tanrının zekasını kıskanmışımdır hep
çılgınca mı?
kıskançlık ve tanrı…
çözüm ne peki söyle, anlat hadi balarısı?
‘çakıltaşlarının sevişmesiyle doğmuştum ben
avlarım mağaramda hazırdı evlatlarıma
bir kayadan akan kanla
yayıldı zekanın sarmaşıkları yeryüzüne
Deniz akrepleri sığ sulara saldırdı sonra
medcezirlerle çoğaldılar toprakta
telef oldu köpük kusan balıklar
bir kere azmışlardı korkunç yaratıklar
kömür suratlar az durmadı yerinde
istilalar başgösterdi azgın sularda
tüyler havalandı kadavra kokulu çağda
kapandı yaralar bir süre de olsa
zeka nefes aldı….
kafataslarını algıladı ışık yarımyamalak
bela geliyordu usulcana
çırpınarak
korkusuzca…
çenelerin donduğu bir yörede
bir aile aldı eline çiviyi
sürüyle bitti gösterileri
sürüyle yüzüldü derileri….
killere boyandı alınlar
boncuklar takıldı boyunlara
izinsiz mideler kalktı ayağa
çöpler birikti tepelerde buram buram
ırk savaşçıları çalışmaya başladı
ihtiraslar büyüttü gözbebeklerini, tıpkı bebek gibi
silkinemedi zeka
anlatamadı derdini bir türlü
akınlar oldu bir sonraki gün
çığlar düştü üstüne
lavlar aktı yerine
dayandı üşümedi, üşütmedi evlatlarını
gece yol aldı
sabah kalkamadı yerinden
karanlık kilimlerle uçtular etrafa
çocuklar ağladı beşiklerde
heykeller uyandırdı sabahı
neşeli çığlıklarla büyüdü ormanlar
el işi görgüler kazandı yarını
ama zekayı iyileştiremedi bir türlü
ıslak bıyıklarla üstün geldi peçeler
kalın ciltler hükmetti hayata
ama bir çıra idi aradığı sonun
küller düştü okyanuslara
kolonilerce arı geldi bir araya
sığırların kuyruklarında buluştular daima
saklandı bilgiler gizli yerlere
ayaklar bulamadı onu bir türlü
çılgın heyacanlar ritm tuttular
ateşler etrafında kaçırdılar nesilleri
özlemediler berilerini
düşünemediler gerisini
ve zeka ayırdı onları
izlediler birbirini
ama birleşmedi türleri
selim basiretler gırtlağa düğümlendi’
ıhlamurlarım kaynamıştı artık
süzüldüm kartalların sırtında
çömleklerim kurumadı ama güneşte
özgürlük haykıramadı yerin dibinden
zeka kayboldu yerinden…..
Babil’deki dilimi arıyorum
suskunluğun özünü
izlerin bedelini
tanrının dilini…
şeytanı bile affettim.
sansa da dost benle
yalan mı kaldım onla bir ömürde
yok oldu bağrıma basınca nedense
kıskandım seni her zaman
sayılarını göstermedin sakladın kaldın
terli çarşaflarda görüntün gözlerime indi
kuru toprakta ağırlığın bedenime bindi.
çelişkilerini bile çözdüm
ne kadar dost olduğunu
sözlerinin beni çağırdığı
içimdeki damarda tıkandım.
Babil’de kaybettiğim dilimi özlüyorum
suskunluğun özünü
izlerin bedelini
tanrının dilini…
Reha Başoğul
Döndüm Durdum
Bir gece baktım, bir rüya gözüktü gözüme
bir ışık süzmesi, bir sayı ve bir kelime
bana dedi, aşk için dön hadi!
sonra yokoldu gitti
ama neyin etrafında döneceğimi hiç söylemedi….
bir gece baktım, bir sikke gözüktü gözüme
harcadık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir kitap gözüktü gözüme
okuduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir yıldız gözüktü gözüme
parladık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir mektep gözüktü gözüme
öğrendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir alim gözüktü gözüme
araştırdık durduk onunla tüm gece…
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir sayı kümesi gözüktü gözüme
saydık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir bestekar gözüktü gözüme
çaldık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir rahip gözüktü gözüme
günah çıkardık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir ressam gözüktü gözüme
boyadık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir totem gözüktü gözüme
tapındık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir şair gözüktü gözüme
yazdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir pagan gözüktü gözüme
korktuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir yalan gözüktü gözüme
söyleyip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir şeytan gözüktü gözüme
kandırdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir cengaver gözüktü gözüme
savaştık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir neyzen gözüktü gözüme
üfledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir sevgili gözüktü gözüme
seviştik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı….
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir sarhoş gözüktü gözüme
içtik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir sufi gözüktü gözüme
sevdik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir anne gözüktü gözüme
doğurduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir mecusi gözüktü gözüme
yandık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir filozof gözüktü gözüme
tartıştık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir dinsiz gözüktü gözüme
inkar edip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir yahudi gözüktü gözüme
büyüledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir dost gözüktü gözüme
sarıldık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir şaman gözüktü gözüme
uçtuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir dağ gözüktü gözüme
tırmandık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, ölüm gözüktü gözüme
ağlaşıp durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir bebek gözüktü gözüme
gülüştük durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir Müslim gözüktü gözüme
secde edip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir sır gözüktü gözüme
gizlendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir doğulu gözüktü gözüme
sustuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı….
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir su gözüktü gözüme
aktık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir ışık gözüktü gözüme
aydınlattık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir boşluk gözüktü gözüme
kaybolduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir terazi gözüktü gözüme
dengelendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir çelişki gözüktü gözüme
sorulduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, bir deli gözüktü gözüme
çıldırdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, hepsi gözüktü gözüme
ortalarına geçtim, döndü durdu onlar tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, hiçbiri gözükmedi gözüme
aradım durdum onları tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde
bir gece baktım, içim gözüktü gözüme
keşfettim durdum onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir çember çevreme
ve döndüm durdum onun üstünde
o gece baktım ki bir aşk gözüktü gözüme
aşk eyledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı…
çizdim bir aşk çevresine
ve döner dururum hala aşkın üstünde
Reha Başoğul
Kökenleri Thomas Moore’un Ütopya’sından Platon’un Devlet’ine Charles Fourier’in Phalanstere’sinden Jean Jacques Rousseau’nun Emile’sine kadar aranabilecek, Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinde ‘üstün insan’ olarak tanımlanmış ve Darwin menşeili Darwin’in kuzeninin kavramsallaştırdığı, Hitler ve Mussolini’nin yanında Churchill ve Roosevelt’in de bu düşüne aracılık ettiği Amerikan-Alman ortak yapımıyla kıvılcımlanan ve de bioetiğin gözde uğraşma konusu olan bilim altdalı… Amerikanın hispanik ve afroamerikan kaynamasına bakarsak, pek de iyi etüd edemedikleri ve ellerinde patlamış olduğu bir gerçek.. Bir çok hasta, o dönemde hastanelerde öldürülmekle beraber, bu yapay sağaltımdan başarıyla çıkanlar nazi subaylarıyla gerdeğe girmek zorundaydılar.. Günümüzdeki bir roman olarak tezahürünü okumak isterseniz Grange’ın “Kızıl Nehirler” tavsiye edilebilir.
İstanbul’dan hayatında ilk defa, savaş sonrası üç günlüğüne at arabasıyla yolculuğa çıkan Faruk Nafız Çamlıbel’in; Anadolu’nun o haliyle ilk teması objektif ve subjektif tasvir açısından önemli ve lirik bir şiirdir. Şiir anadolu coğrafyası, Anadolu insanı ve Çamlıbel’in kendisini anlatması babında ayrıştırılabilir. Aralarda vatan müdafaasının meçhul şairi Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşmalarına yer verip, lirizm bütünlüğünden kayıp vermemesinin, ayrı bir güzellik yaratmışlığı mevcuttur. Gurbet duygusunun o sıralarda moda ve gelenek olmasıyla da bu havayı yansıtmaktan geri kalmayan ve etkileyici bir şekilde örgüleyen Çamlıbel’in, Ulukışla’dan Toroslar’a Eriyeş’ten Araplıbel’e kadar gezisi kronolojiktir, tıpkı ilk başta mart ayında başlayan yolculuğun, şiirde sarı hakimiyetini sunmasından daha sonra beyaza geçmesi ya da şiirin sabah ile akşam arasında yazmasıdır. Melankoli sarısı, ölüm beyazı, boşluğun karanlığı, Çamlıbel’in sembolizmadaki kullandığı han ve yol kavramıyla da pek örtüşmektedir. Manzum şeklinde hikayeleşen bu şiir, fotoğraf realizminin de iyi bir örneği olarak bizi etkilediğini düşünmekteyim. Nesrin sentimental şiir yapısını kullanan Çamlıbel’in bu ölümsüz şiiri, fikri değil, duyuyu ve duyguyu bize aşılar ve gram ideoloji ve didaktizme kaçmadan saracak şekilde yüzümüze nefes verişi vardır…
İşte o müthiş şiir:
Çalışmalarına her baktığımda, beni durduran trafik polisinin ‘sadece iyi günler dilemek istemiştim’ tadında bir nostaljik ütopik aleme sevk edebilecek, grafik sanatçısı, karikatürist… Atatürk, 1928 yılında Latin Alfabesi’nin tanıtımı için gerekli kitabın kapağını kendisinin hazırlamasını istemiştir. ve biz şu an Türk Harf Devrimi’nin simgesi de olan kapağındaki kızı Ülkü’yle birlikte Atatürk temsilini, onun fikriyatıyla görmüş bulunmaktayız. Onun bu konuda seçilme sebeplerinden biri sanatçı yönünün dışında eski alfabedeki ustalığının yanında Fransızca ve İngilizce bilmesinden kaynaklı Latin Alfabesi’ne de hakim olmasından kaynaklıdır. Milli piyango basılı reklamlarından Türk Ticaret Bankası reklamlarına Tekel’den, Sümerbank’a, Yeşilay’dan İş Bankası’na, Pirelli’den Bayer’e, Kuru Kahveci Mehmet Efendi’den Spor Toto’ya hayata renk katan bir çok reklam görseli ona aittir.
Cumhuriyet rejimini idealize eden milli piyango resimleri sosyolojik ve siyaset felsefesi açısından da incelenmelidir; laikleşen Türkiye’nin sembollerini daha sonraya onun grafikleriyle gelecek neslin görsel hafızasına taşımasındaki en büyük etkendir ve evet bir nevi propaganda niteliği de taşır. Nedir bu semboller: 19 Mayıs’ın dinamik sporcu gençliği, balo resimleri, 23 nisan’da neşe dolan çocuklar, evde oturan mutlu aileler ve daha niceleri..
Sanatçı’nın koleksiyonunu toplama şerefi Ender Merter’e aittir.
sitesi için: www.ihaphulusi.gen.tr
Doğurmuş olan kadının günlük hayatına ve işlerine döndüğü zaman kocanın onun halsizlik ve doğum sonrası hastalık belirtilerini üstüne almasıdır… Sıradışı örnek olarak; erkeğin karısının doğum sıkıntılarını paylaşması ya da hiç değilse kadına karşı sevgi göstermek zorunda olması gibi gelenekler bütün toplumlarda bulunmaktadır. Eğer bu ana ve babadan meydana gelen insanın ailesi için büyük değer ifade ediyorsa ve eğer geleneksel alışkanlıklar ve kurallar babayla çocuk arasında kapalı bir ahlaki yakınlık meydana getirmek içinse ve bu alışkanlıklar erkeğin ihtimamını çocukları üzerine çekmek amacını güdüyorsa, o zaman erkeğe doğum sancısı ve analık hastalığı taklidi yaptıran ‘couvade’ büyük değer taşır… Babalık eğilimleri için de gereken uyarıyı sağlar. Couvade ve bu çeşit başka gelenenkler “meşruluk” ilkesini, çocuğun bir babaya ihtiyacı olduğunu belirtmeye yardım eder… kısacası kültür, Kargaşalığı reddeder de denebilir bu mevzuda son söz olarak
Scientific American dergisinde yayınlanan 12 makalenin, James ve Carol Gould tarafından derlenerek ekosistemin özelliklerine dair, evrimsel, davranışsal, biyolojik ve bazen de mitolojik bilgiler veren popüler bilim kitabı…
Konu başlıklarıyla birlikte, makalelerin içeriğinin de okumaya teşvik edici ifadelerden oluştuğu kitapta, organik bileşiklerin yapısı, atp sentezi , konakçı yaşayan asalakların bioyapısı ve koala, güveler , balıklar gibi canlıların dışında, bir çok canlının yeni keşfedilmiş hayat hikayesini ayrıntılı bir şekilde öğrenme imkanı da veriyor ki kullanılan fotoğrafların, çizimlerin, grafiklerin, haritaların da yararlı olduğunu eklemek lazım. tercihen, birden kitaba yüklenmeyip, sakin sakin, bir kaynakmış gibi baktığım, bilgilerin bilimsel ifadelerin dışında genel hayat kurallarıyla da ilgili olduğundan dolayı gerektiğinde tekrar ele alınabilecek bir kitap olarak akmasına izin verdiğim, özetle değişik ruh hallerine göre, bir periyodda birden fazla kitap okuyanlar için iyi bir tercih.
Karıncalarda kölelik bölümü, yazar her ne kadar insanlık adına ahlaksal ve davranışsal dersler çıkarmaya müsait değil dese de, “organizasyon teorisi” ile ilgili araştırmalarda faydalandığım bir makale idi. hükümetlerin, holdinglerin, şirketlerin ve propaganda gereksinimi duyan insanların pazarlama iletişiminde yoğun olarak kullandığı – hem kurum içi hem kurumdışı- agresif ve yıkıcı politikaların ya da stratejilerin bir analoji teşkil edebileceğini düşündüğüm için ve sosyal sorumluluk projeleri gibi örnekleri verilebilecek halkla ilişkiler yönelimlerinin, ekopolitikaya dönüşün sergilenmesi açısından, önem verdiğim bir kısmını kitaptan alıntılarsam;
” ...iş güçlerini kuvvetlendirmek için başka karınca kolonilerine yaptıkları saldırılarda kullandıkları teknikler, böcekler dünyasında bulunabilecek en incelikli davranış biçimleri arasındadır. köleci karınca türlerinin çoğu, akıncılıkta öylesine uzmanlaşmıştırlar ki, kölelerini kaybettiklerinde açlıktan ölürler. köleci karıncalar ve köleleri, birlikte özgür kolonilere zaman zaman yapılan akınlarla başlamış; gelişmiş savaşçı toplumların evrilmesine yol açmış; ve işçilerin artık akıncı olma yeteneklerini yitirdikleri dehşetli bir çürüme ile sonlanmış bir evrimsel düşüş sergilerler.”
kitaptaki 12 makalenin konu başlıkları ise şöyle:
ilk hücrelerin evrimi
hayvanların ortaya çıkışı
denizin derinliklerinde ortak yaşam
antarktik balıkları
medcezir balıkları
kış güvelerideki isıl düzenleme
koalanın fizyolojisi
etçil bitkiler
karıncalar ve misafirleri arasındaki iletişim
karıncalarda kölelik
tripanazom kılıfını nasıl değiştiriyor?
viroidler
Düş mü Gerçek mi?
Fırıldağı olan 10 yaşında bir çocuktu
Her sabah çıkar dağlara, rüzgarı ağırlardı.
Rüzgar ise döverdi fırıldağı
Çocuk sevinirdi.
Kadın, dertliydi çocuk okumalıydı
Baba hastaydı, zaman acımasızdı.
Günler acele ediyordu
Acılar ise beklemiyordu günü.
Fırıldak, çocuk için cennetti.
Doğa bunun farkındaydı.
Onu üzemiyor, tatlı esintisini bağışlıyordu.
Zaman çocuk için durmuştu.
Kadın yanıldı, çocuk okumıyacaktı.
Baba, kabrin soğukluğunu bahrına basmıştı.
Horoz ötmemişti sabah onun için belliydi.
Belki sıla başlamıştı.
Islak kabuslar yanılmadı.
Çocuk fırıldaktan vazgeçti;
Tarlalar terledi.
Arpanın derdine düştü kadın.
Son yaklaşıyordu
Yağmurun soğuk elleri toprağı avuçladı.
Toprak nehirle tanıştı.
Arpa kadına veda etti.
Çocuk, isyancıydı.
İçi yaslıydı.
Kadına koştu.
Kadın arpadan vazgeçti.
Mutluluk buydu ikisi için
Kaybedilen çoktu ama
Elindekiler kimsede yoktu.
Onlara artık sonsuz sevgi yaverdi.
Reha Başoğul
Gözyaşının Anlamı
Sırra kadem basmış bir çağrı
Uzaklardan bir çilli horozun türküsü
Gün ışığının aydınlık yüzü
Çaresizliğin yıkılmaz gücü
Akreple yelkovanın seviştiği bir an dokundu bana
Açtım yüzümü dünyaya şeytanın ısıttığı yatakta
Engin bir melekler kentine doğru
Açtım yelkenlerimi özgürce, tutkuyla
Bir ufacık cep kitabından daha azı mı
Hayır bu bir kelimede gizli bir kapı olmalı
Sukunetle dinledim onu sürünerek
Çelme takılan bir atlet gibi yorgunca
Sahipsiz bir bebeğin haykırmasıydı benimki
Sade, solgun ve üzgün
Bir kapıyı bulmuştum ya şimdi
Artık yaşlı bir çiftçiye dönmüştüm, belli
Başladı şerit geçmeye
Dağların yücelik merasimi
Nehirlerin hız talimi
Toprağın sade gösterisi
Ormanların inanılmaz rengi
Titreyen kuşların önünden göz kırparak aldım acıyı
Açların arkasından acımasızca güldüm
Zalimlerle aşık attım
Etimi isteyenlere ruhumu sattım
Bir arınma mıydı bu
Yoksa tanrının lütfu muydu gaipten gelen
Rahiplerle imamları atlatıp
O boyutun zebanileri mi beni bekleyen
Sizi bilmem ama ben gördüm oraları
Cennetin heybetini
Cehennemin derinliğini
Sorun şu ki acıları dindiremiyorum hiçbir kuytu inde
Bir gün bir gece bir an
Sizi bekleyenleri düşünün
Önce gözünüzün önünden geçenleri
Sonra niye gözyaşınızın aktığını
Reha Başoğul
Kaçakların Özgürlüğü
Alın yazımda bir kaçak yaşıyor
sanki ruhumun bezirganı
harabe mi elimdekiler
yoksa vakitsiz öten horozlarım mı?
eskiciden alınan bir gözlükle bakmalı geleceğe
denizkabuklarına yaslamalı herkesin kulaklarını bir gece
bir iklimde oynamalı çocukluğumuz
aynı ipe serilmeli hep kirli çamaşırlarımız
ki kaçaklar özgür olsun…
fasıllarda sarılmalı herkes kumrulara
udlarla neylerin hengamesi dinlenmeli
harplarla flütlere ferman salınmalı
felah eylesin musiki semaları
ki göklevni parlak olsun….
mutluluk şekerleri dolaşmalı ağızlarda
güller kondurulmalı göğüslere
leyla gelmeli yanına
derya gitmeli yamacından
ki gece parlak yıldızlarla dolu olsun…
gökkuşaklarına bağlanmalı salıncaklar
öpücüklerimizde dönmeli annelerimiz
akarsularda yıkanmalı kinlerimiz
ah ah Yelda olmalı o gün…
ki ertesi gün güneşli olsun…
kilerlerden çıkmalı incir reçelleri
portakal ağaçları sulanmalı özene bezene
yemyeşil çayırlarda pisletilmeli ancak üstümüz başımız
ıslatılmalı, o uzak rüyalar
ki hatıraların tadı keyifli olsun.
kaçak uçurtmalarım var
kaçak raiyanalara verilmek üzere…
tıpkı hayat gibi
bir ip tutar seni
rüzgarları özlersin hep boynu bükük
ve sen uçmak istersin
hep daha yükseğe
ama hep ince bir ipe bağlısındır
hep düşlerin uçurur seni yükseklere
hep gerçekler indirir seni yere
ama bir anda koparırlar ipini, serilirsin yeryüzüne
ki adı ölüm, namı kaçakların özgürlüğü olsun..
Reha Başoğul
Katyuşa
Bakmaya korkardım
kadınlığını gözlerine sürmüş
bakışlarını da sarışınlığına saklamış
o safdilli Rus kızına…
bu nedenle anlatmak istedim sizlere
ona yazdığım upuzun bir bilina…
adını soranlara
hemen cevap vereyim:
adı Katyuşa
safdilli, temiz kalpli Katyuşa…
eğer sıkılmazsanız
dönmek isterim ta en başa:
Suyun kadınıydın
suda bir akıntıydın
yalnız suyun
yaşlı taşlarıydın sen Katyuşa
birkaç kez yıkandım orada
körtopal yazdıklarına
değnek olmayan yazdıklarımla
elimi soktum suyuna
ama tutunamadım bir türlü
kimi geceler akmayınca
dondu suyun
kimbilir belki
o gecelerde buz tutmuş
belki de su yutmuştun Katyuşa
galiba Sen akarken Hazar’a
Ben çoktan çatlamıştım Baykal’da…
zar zor beslerdin
kafeslenmiş bedeninde bir kukuşka
o dört duvar arasında
ötmeye çalışırdı
sabahın altısında
her kalkmaya çalıştığında
bağırırdı kukuşkanın nefesi
biliyorum
bülbüllere benzemezdi de hiç sesi
hiç alışamadın değil mi
kokuşmuşluktan hayatlarımızı
satışa çıkardığımız bu Rus pazarına
sebebini iyi biliyorum
çünkü çok yalnızdın sen Katyuşa….
hastalığını anlayınca
Götürdüm seni Doktor Jivago’ya
saatlerce baktı sana
ve geldi anlattı bana:
‘Bu Rus kızı çok hasta
kalbinde varmış bir matruşka
her birini tek tek açsalarda
yine varacaklarmış öz bir insana
üzgünüm ama
hastalığı tam bir ümitsiz vaka…’
işte bu çok dokundu gamsızlığıma
çünkü çok hastaydın sen Katyuşa….
ani bir gece baskınında
keder askerlerine yakalanan
kurşuna dizilmeden önce
Sevgi mahkumlarını kışkırtan
Bir Rus kraliçesiydin de sanki
kapatmışlardı seni Kremlin Sarayına.
seni kurtaramayanlar arasında
Bolveşik ihtilalina katılan
aşka susamış bir adamdım bende
o gece Kızıl Meydan’da…
öylece baktık akan kanlarına
çünkü çok acılıydın sen Katyuşa…
bir başka gece
askerleri atlatmıştın
karlı Ural Dağlarını bile aşmıştın
vagonlarına tebessümler yükleyip
sevgi trenini korku garıma bırakmıştın…
biliyorum
hiç de raydan çıkmamıştın
ama ne olduysa ondan sonra
bir daha uğramaz oldun garıma
çünkü çok gururluydun sen Katyuşa…
bazen konuştun adını bilmediğim insanlarla
o zaman kaptırmamıştın kolunu daha
aklı iki bacak arasında
dedikoducu partizanlara.
çoğu zaman benzettiler seni
aşkını bulamamış Anna Karenina’ya
bilirim ki güldün geçtin sen bunlara
hem sen de yaymaz mıydın ortalığa:
‘iyi bakın bu adama
o Gorki’nin üniversitelerinden çıkmış bir deha..’
ben de o zaman gülerdim sana
derdim ki
bak şu sibirya kaplanına
bak şu cüce kalmış kayınlara
bak şu taygaya
asıl onlar deha..
konuşurduk senle işte böyle
bir akşamdan öbür akşama
çünkü çok yaralıydın sen Katyuşa…
alışmıştım Tanrı’ya olan isyanına
onun sesini kısıp
dayardın ayinleri kulağına
gözlerini kapayarak
bakardın Ortodoks Klisesindeki mumlara
alev alev yakardın boşluğunu o korolarla
bilmezsin ki
bu yüzden ben her gece
çalınca O Çiçorniya
Tanrının mumlarını söndürüp
birkaç ölünün küllerini serptim oraya
sana söyleyemezdim
çünkü çok sancılıydın sen Katyuşa….
gözyaşlarınla yazdığın her mektubuna
cevap veremedim bir kaç satırla da olsa
lakin acılarım dul kaldığında
boğuştum yazdıklarımı suda boğanlarla
günahlarım esir düşmüştü karabasanlara
güya benzetmişler beni
sayı kaçakçısı bir Rus casusuna
kıskıvrak yakaladılar beni oracıkta
bu sırada benden haber almamalıydın
çünkü çok korunmasızdın sen Katyuşa…
hatırlarsın ki
hüznüm neşelidir
düşündüm de
böyle olmalı da seninki
o yüzden Katyuşa
tam da sus demişken Rachmaninoff’a
Tchaikovsky de girmişken mezara
elime alacağım bir balalayka
ve senle yapacağız şimdi kalinka:
‘Üzülme Katyuşa
Gülümse Katyuşa
hayat
hepimize suç ve ceza…’
nasıl nakarat ama
bunlar
sana yazdığım son sözlerden kalma
o yüzden
biraz neşelenelim istedim
çünkü çok güzel gülerdin sen Katyuşa…
aklıma gelmişken
sen hala yenikmisin
Çileklerin Kızıl Ordusuna
bir türlü savaştıramadık onları
Dondurmaların Beyaz Ordusuyla
ya çikolatalar
rehin mi alındılar onlar yoksa
evini kuşatan karıncalarca
sormak istedim
çünkü çok severdin sen Katyuşa…
bense üşüyorum Katyuşa
özlemin Rus Ruleti oynatmadan bana
aklımı çoktan teslim etmeliydim Rus mafyasına
o yüzden ısıtamıyorum yüreğimi
içsem de iki duble votka
başımı da soksam kalpağa
hatta korlanmış orağı saplayıp
çekiçle vursan da bağrıma
sen gülmedikçe
sen dirilmedikçe Katyuşa
ben üşüyorum
ben donuyorum
yüreğimin Moskova soğuğunda…
Reha Başoğul
Stephen Hawking‘in, bir takım zorlukların nasıl aşıldığına ve içinde bulunduğu sağlık durumunun hiçbir zaman kendisinin bilimsel şevkini kırmadığına dair, duygulu anlatımlarla başlayan ve daha sonra hızlanıp bilimin topluma olan etkilerini kısa ama yüzeysel olmadan aktardığı, Einstein’dan Hubble’a bir takım bilimadamlarının teorilerine niye katıldığını ya da karşıt olduğunu açıkladığı, -ana kısım olan- hatrısayılır bir şekilde karadelik teorilerini anlatması sonucunda biraz da felsefe yaparak determinizmi ve tanrıbilirlik kavramını sorgulayıp konuyu kapattığı kitabın ismi.
Emanet
Birden tüttün gözümde
farklı bir gönülde
sana yabancı bir dilde…
Çilekeş bir flamenko ağıtına tav olmuştu kısmetimiz
sen endamımda dolaşırken
ben yeri döven güçlü topuk seslerine dalmıştım.
bir ispanyol gitarının süslediği
tırtıklı bir seste kesişti sonunda gözlerimiz
fırfırlı etekler ahenk telaşında
hangi rengin kral olacağını düşünürken
ben çoktan simanı bellemiştim.
penalar tellere dalaşırken
sen yanımda bitivermiştin.
loş kırmızı ışık, lal bakışlarına feryat ediyordu
melez bir dille çözdün gömleğimin düğmelerini
ne takat bırakmıştın bende o gece
ne de talimsiz asude…
düşlerime taktın esmer bir kelepçe
ellerime bırakılmış uzun siyah bir yele
biraz yenildi benden yasak meyve
biraz içildi senden ıslak buse..
kumların üstünde vira dedik ana
günahların oynandığı tiyatroda
bir durmak yoktu senaryoda
bir de bedenlerimizi ayırmak
yaşın benimkinden kibirliydi ama
ufak bedenin kucağıma cuk oturuyordu
benim iksirim kaynar kaynamaz
senin kadehine boşalıyordu
zamanı biraz itekleyince
ege’nin özgür dağlarında bulduk kendimizi
sarp kayalarda da saklı kalmadı hasatımız
arzu zehiri kanımızda yelken almıştı
ne rüzgar arıyordu ne demir atıyordu
ama keyifli serüveni kalbimize merhamet etmeden devam ediyordu.
bazen bir at arabasının arkasında aldandım yanağına
bazen bir ağacın altında sarıldım dudağına
o zaman anladım samanların yumuşaklığını
kirazların tadını…
bana yadigar kısa manzum söylenirken
çağırdın beni boğa kokan diyarlarına
bir göle bakan eski bir kulübeyle
istediğim gibi bir balıkçı teknesi alırız dedin bana
tam da huri diye yazıyordum seni hayatıma
ne iki çift laf edebilmiştik semadan
ne de senin soyağacından…
oysa yıldızlara baktığımızda
hep aynı yıldızın kayışını yakalardık
hep aynı pınarın sesinde dans ederdik
içtiğimiz şerbet yediğimiz turta bile
cilveleşen ağzımızda tad buluyordu.
farklı kimliğimizin üstünde bile
insan olduğumuz yazıyordu
vuslatın bohemliğinden sıyrılışına az kala
bu diyarlardaki bol ışıklı yere gitmek zorunda idin
ben kaygılarımı azat etmişken
sen gülücüklerini bana emanet etmiştin..
ebemkuşağının altında seni bekledim bir süre
kelebeklerin papatyalara ilan-ı aşk edişini zahmetlice izledim
mehtabın suya çıplak poz vermesini gizlice gözetledim
aklıma gelince emanetin
onun geometrisini toprağa çizdim
fakat tutmadı insanlığın aciz ilim hesapları
sevgi köprüsüne gelmeden pusu kurmuş Azrail ve arkadaşları
oraya verdiğim bir kadına bir de kuma getirmiştim şimdi
sana vurandan daha ağır bir yük altında kaldım işte o an ben
kanının süzüldüğü yolda emanetini mazgallara düşürdüm neyazık ki ben…
Birden tüttün gözümde
farklı bir gönülde
sana yabancı bir dilde…
yine bir flamenko ağıtında
farklı bir gönülde
bana yabancı bir dilde
kimsenin bilmediği seni
herkesin bildiği bir emanette gördüm.
Reha Başoğul