Haz 152007
 

Emanet

 

Birden tüttün gözümde 

farklı bir gönülde 

sana yabancı bir dilde… 

 

Çilekeş bir flamenko ağıtına tav olmuştu kısmetimiz 

sen endamımda dolaşırken 

ben yeri döven güçlü topuk seslerine dalmıştım. 

bir ispanyol gitarının süslediği 

tırtıklı bir seste kesişti sonunda gözlerimiz 

fırfırlı etekler ahenk telaşında 

hangi rengin kral olacağını düşünürken 

ben çoktan simanı bellemiştim. 

penalar tellere dalaşırken 

sen yanımda bitivermiştin. 

 

loş kırmızı ışık, lal bakışlarına feryat ediyordu 

melez bir dille çözdün gömleğimin düğmelerini 

ne takat bırakmıştın bende o gece 

ne de talimsiz asude… 

düşlerime taktın esmer bir kelepçe 

ellerime bırakılmış uzun siyah bir yele 

biraz yenildi benden yasak meyve 

biraz içildi senden ıslak buse.. 

 

kumların üstünde vira dedik ana 

günahların oynandığı tiyatroda 

bir durmak yoktu senaryoda 

bir de bedenlerimizi ayırmak 

 

yaşın benimkinden kibirliydi ama 

ufak bedenin kucağıma cuk oturuyordu 

benim iksirim kaynar kaynamaz 

senin kadehine boşalıyordu 

 

zamanı biraz itekleyince 

ege’nin özgür dağlarında bulduk kendimizi 

sarp kayalarda da saklı kalmadı hasatımız 

arzu zehiri kanımızda yelken almıştı 

ne rüzgar arıyordu ne demir atıyordu 

ama keyifli serüveni kalbimize merhamet etmeden devam ediyordu. 

 

bazen bir at arabasının arkasında aldandım yanağına 

bazen bir ağacın altında sarıldım dudağına 

o zaman anladım samanların yumuşaklığını 

kirazların tadını… 

 

bana yadigar kısa manzum söylenirken 

çağırdın beni boğa kokan diyarlarına 

bir göle bakan eski bir kulübeyle 

istediğim gibi bir balıkçı teknesi alırız dedin bana 

 

tam da huri diye yazıyordum seni hayatıma 

ne iki çift laf edebilmiştik semadan 

ne de senin soyağacından… 

oysa yıldızlara baktığımızda 

hep aynı yıldızın kayışını yakalardık 

hep aynı pınarın sesinde dans ederdik 

içtiğimiz şerbet yediğimiz turta bile 

cilveleşen ağzımızda tad buluyordu. 

farklı kimliğimizin üstünde bile 

insan olduğumuz yazıyordu 

 

vuslatın bohemliğinden sıyrılışına az kala 

bu diyarlardaki bol ışıklı yere gitmek zorunda idin 

ben kaygılarımı azat etmişken 

sen gülücüklerini bana emanet etmiştin.. 

 

ebemkuşağının altında seni bekledim bir süre 

kelebeklerin papatyalara ilan-ı aşk edişini zahmetlice izledim 

mehtabın suya çıplak poz vermesini gizlice gözetledim 

aklıma gelince emanetin 

onun geometrisini toprağa çizdim 

 

fakat tutmadı insanlığın aciz ilim hesapları 

sevgi köprüsüne gelmeden pusu kurmuş Azrail ve arkadaşları 

oraya verdiğim bir kadına bir de kuma getirmiştim şimdi 

sana vurandan daha ağır bir yük altında kaldım işte o an ben 

kanının süzüldüğü yolda emanetini mazgallara düşürdüm neyazık ki ben… 

 

Birden tüttün gözümde 

farklı bir gönülde 

sana yabancı bir dilde… 

 

yine bir flamenko ağıtında 

farklı bir gönülde 

bana yabancı bir dilde 

kimsenin bilmediği seni 

herkesin bildiği bir emanette gördüm.

 

Reha Başoğul