Tem 162007
 

Gözyaşının Anlamı

 

Sırra kadem basmış bir çağrı 

Uzaklardan bir çilli horozun türküsü 

Gün ışığının aydınlık yüzü 

Çaresizliğin yıkılmaz gücü 

 

Akreple yelkovanın seviştiği bir an dokundu bana 

Açtım yüzümü dünyaya şeytanın ısıttığı yatakta 

Engin bir melekler kentine doğru 

Açtım yelkenlerimi özgürce, tutkuyla 

 

Bir ufacık cep kitabından daha azı mı 

Hayır bu bir kelimede gizli bir kapı olmalı 

Sukunetle dinledim onu sürünerek 

Çelme takılan bir atlet gibi yorgunca 

 

Sahipsiz bir bebeğin haykırmasıydı benimki 

Sade, solgun ve üzgün 

Bir kapıyı bulmuştum ya şimdi 

Artık yaşlı bir çiftçiye dönmüştüm, belli 

 

Başladı şerit geçmeye 

Dağların yücelik merasimi 

Nehirlerin hız talimi 

Toprağın sade gösterisi 

Ormanların inanılmaz rengi 

 

Titreyen kuşların önünden göz kırparak aldım acıyı 

Açların arkasından acımasızca güldüm 

Zalimlerle aşık attım 

Etimi isteyenlere ruhumu sattım 

 

Bir arınma mıydı bu 

Yoksa tanrının lütfu muydu gaipten gelen 

Rahiplerle imamları atlatıp 

O boyutun zebanileri mi beni bekleyen 

 

Sizi bilmem ama ben gördüm oraları 

Cennetin heybetini 

Cehennemin derinliğini 

Sorun şu ki acıları dindiremiyorum hiçbir kuytu inde 

 

Bir gün bir gece bir an 

Sizi bekleyenleri düşünün 

Önce gözünüzün önünden geçenleri 

Sonra niye gözyaşınızın aktığını

 

Reha Başoğul

Tem 142007
 

Kaçakların Özgürlüğü

 

Alın yazımda bir kaçak yaşıyor 

sanki ruhumun bezirganı 

harabe mi elimdekiler 

yoksa vakitsiz öten horozlarım mı? 

 

eskiciden alınan bir gözlükle bakmalı geleceğe 

denizkabuklarına yaslamalı herkesin kulaklarını bir gece 

bir iklimde oynamalı çocukluğumuz 

aynı ipe serilmeli hep kirli çamaşırlarımız 

 

ki kaçaklar özgür olsun… 

 

fasıllarda sarılmalı herkes kumrulara 

udlarla neylerin hengamesi dinlenmeli 

harplarla flütlere ferman salınmalı 

felah eylesin musiki semaları 

 

ki göklevni parlak olsun…. 

 

 

mutluluk şekerleri dolaşmalı ağızlarda 

güller kondurulmalı göğüslere 

leyla gelmeli yanına 

derya gitmeli yamacından 

 

ki gece parlak yıldızlarla dolu olsun… 

 

gökkuşaklarına bağlanmalı salıncaklar 

öpücüklerimizde dönmeli annelerimiz 

akarsularda yıkanmalı kinlerimiz 

ah ah Yelda olmalı o gün… 

 

ki ertesi gün güneşli olsun… 

 

kilerlerden çıkmalı incir reçelleri 

portakal ağaçları sulanmalı özene bezene 

yemyeşil çayırlarda pisletilmeli ancak üstümüz başımız 

ıslatılmalı, o uzak rüyalar 

 

ki hatıraların tadı keyifli olsun. 

 

kaçak uçurtmalarım var 

kaçak raiyanalara verilmek üzere… 

tıpkı hayat gibi 

bir ip tutar seni 

rüzgarları özlersin hep boynu bükük 

ve sen uçmak istersin 

hep daha yükseğe 

ama hep ince bir ipe bağlısındır 

hep düşlerin uçurur seni yükseklere 

hep gerçekler indirir seni yere 

ama bir anda koparırlar ipini, serilirsin yeryüzüne 

 

ki adı ölüm, namı kaçakların özgürlüğü olsun..

 

Reha Başoğul

Tem 092007
 

Katyuşa

 

Bakmaya korkardım 

kadınlığını gözlerine sürmüş 

bakışlarını da sarışınlığına saklamış 

o safdilli Rus kızına… 

bu nedenle anlatmak istedim sizlere 

ona yazdığım upuzun bir bilina… 

 

adını soranlara 

hemen cevap vereyim: 

adı Katyuşa 

safdilli, temiz kalpli Katyuşa… 

eğer sıkılmazsanız 

dönmek isterim ta en başa: 

 

Suyun kadınıydın 

suda bir akıntıydın 

yalnız suyun 

yaşlı taşlarıydın sen Katyuşa 

birkaç kez yıkandım orada 

körtopal yazdıklarına 

değnek olmayan yazdıklarımla 

elimi soktum suyuna 

ama tutunamadım bir türlü 

kimi geceler akmayınca 

dondu suyun 

kimbilir belki 

o gecelerde buz tutmuş 

belki de su yutmuştun Katyuşa 

galiba Sen akarken Hazar’a 

Ben çoktan çatlamıştım Baykal’da… 

 

zar zor beslerdin 

kafeslenmiş bedeninde bir kukuşka 

o dört duvar arasında 

ötmeye çalışırdı 

sabahın altısında 

her kalkmaya çalıştığında 

bağırırdı kukuşkanın nefesi 

biliyorum 

bülbüllere benzemezdi de hiç sesi 

hiç alışamadın değil mi 

kokuşmuşluktan hayatlarımızı 

satışa çıkardığımız bu Rus pazarına 

sebebini iyi biliyorum 

çünkü çok yalnızdın sen Katyuşa…. 

 

hastalığını anlayınca 

Götürdüm seni Doktor Jivago’ya 

saatlerce baktı sana 

ve geldi anlattı bana: 

‘Bu Rus kızı çok hasta 

kalbinde varmış bir matruşka 

her birini tek tek açsalarda 

yine varacaklarmış öz bir insana 

üzgünüm ama 

hastalığı tam bir ümitsiz vaka…’ 

işte bu çok dokundu gamsızlığıma 

çünkü çok hastaydın sen Katyuşa…. 

 

ani bir gece baskınında 

keder askerlerine yakalanan 

kurşuna dizilmeden önce 

Sevgi mahkumlarını kışkırtan 

Bir Rus kraliçesiydin de sanki 

kapatmışlardı seni Kremlin Sarayına. 

seni kurtaramayanlar arasında 

Bolveşik ihtilalina katılan 

aşka susamış bir adamdım bende 

o gece Kızıl Meydan’da… 

öylece baktık akan kanlarına 

çünkü çok acılıydın sen Katyuşa… 

 

bir başka gece 

askerleri atlatmıştın 

karlı Ural Dağlarını bile aşmıştın 

vagonlarına tebessümler yükleyip 

sevgi trenini korku garıma bırakmıştın… 

biliyorum 

hiç de raydan çıkmamıştın 

ama ne olduysa ondan sonra 

bir daha uğramaz oldun garıma 

çünkü çok gururluydun sen Katyuşa… 

 

bazen konuştun adını bilmediğim insanlarla 

o zaman kaptırmamıştın kolunu daha 

aklı iki bacak arasında 

dedikoducu partizanlara. 

çoğu zaman benzettiler seni 

aşkını bulamamış Anna Karenina’ya 

bilirim ki güldün geçtin sen bunlara 

hem sen de yaymaz mıydın ortalığa: 

‘iyi bakın bu adama 

o Gorki’nin üniversitelerinden çıkmış bir deha..’ 

ben de o zaman gülerdim sana 

derdim ki 

bak şu sibirya kaplanına 

bak şu cüce kalmış kayınlara 

bak şu taygaya 

asıl onlar deha.. 

konuşurduk senle işte böyle 

bir akşamdan öbür akşama 

çünkü çok yaralıydın sen Katyuşa… 

 

alışmıştım Tanrı’ya olan isyanına 

onun sesini kısıp 

dayardın ayinleri kulağına 

gözlerini kapayarak 

bakardın Ortodoks Klisesindeki mumlara 

alev alev yakardın boşluğunu o korolarla 

bilmezsin ki 

bu yüzden ben her gece 

çalınca O Çiçorniya 

Tanrının mumlarını söndürüp 

birkaç ölünün küllerini serptim oraya 

sana söyleyemezdim 

çünkü çok sancılıydın sen Katyuşa…. 

 

gözyaşlarınla yazdığın her mektubuna 

cevap veremedim bir kaç satırla da olsa 

lakin acılarım dul kaldığında 

boğuştum yazdıklarımı suda boğanlarla 

günahlarım esir düşmüştü karabasanlara 

güya benzetmişler beni 

sayı kaçakçısı bir Rus casusuna 

kıskıvrak yakaladılar beni oracıkta 

bu sırada benden haber almamalıydın 

çünkü çok korunmasızdın sen Katyuşa… 

 

hatırlarsın ki 

hüznüm neşelidir 

düşündüm de 

böyle olmalı da seninki 

o yüzden Katyuşa 

tam da sus demişken Rachmaninoff’a 

Tchaikovsky de girmişken mezara 

elime alacağım bir balalayka 

ve senle yapacağız şimdi kalinka: 

‘Üzülme Katyuşa 

Gülümse Katyuşa 

hayat 

hepimize suç ve ceza…’ 

nasıl nakarat ama 

bunlar 

sana yazdığım son sözlerden kalma 

o yüzden 

biraz neşelenelim istedim 

çünkü çok güzel gülerdin sen Katyuşa… 

 

 

aklıma gelmişken 

sen hala yenikmisin 

Çileklerin Kızıl Ordusuna 

bir türlü savaştıramadık onları 

Dondurmaların Beyaz Ordusuyla 

ya çikolatalar 

rehin mi alındılar onlar yoksa 

evini kuşatan karıncalarca 

sormak istedim 

çünkü çok severdin sen Katyuşa… 

 

bense üşüyorum Katyuşa 

özlemin Rus Ruleti oynatmadan bana 

aklımı çoktan teslim etmeliydim Rus mafyasına 

o yüzden ısıtamıyorum yüreğimi 

içsem de iki duble votka 

başımı da soksam kalpağa 

hatta korlanmış orağı saplayıp 

çekiçle vursan da bağrıma 

sen gülmedikçe 

sen dirilmedikçe Katyuşa 

ben üşüyorum 

ben donuyorum 

yüreğimin Moskova soğuğunda…

 

Reha Başoğul