May 192006
 

 

Capital 5/2006 sayısında çarpıcı bir araştırma yayınlandı. 2005 yılında 5 bine yakin ürünün sunulduğu ve bunlar arasından piyasadan çekilen urun sayısının 2 bin olduğu söyleniyor. Buna paralel olarak, Dünya’daki ürün lansmanı oranlarının sonucu %90 basarisizlik olarak seyrettiğini açıklayan bir yönetim gurusunun görüsüne de yer verilmiş. Ana neden olarak da marka ve kurumsal olamamak olarak belirtilmiş. Firmanın  pazarlama kararlarını sağlıklı verebilmesi için pazar eylemlerinden davranış modellerine müşterinin kültürel ortamından yasam biçimine kadar bir çok parametreye bağlı olarak bir model oluşturulur dersek, Golf ün muhafazakar&liberal kültüre yakın müşteri/bayi/perakende potansiyelini iki yerde kapsayamadığını gördüğüm dağıtım ağı(buzdolabı maliyetini COGS hesabına katmaları gerektiği gerçeği) ve teknolojiye adaptasyondaki uyumsuzluk çehresini, marka ve kurumsallık maskeleriyle örtmeye çalıştıklarını düşünmekteyim.

Buna örnek verirsek çok uğraşmadan; Ülker Golf satan bir satıcının, tüm bu reklam ve marka maskesinin arkasında gizlenen ve 4P/7P/11P&4C sorunlarını özetleyecek şikayetleri şöyle:

Continue reading »

May 142006
 

 

Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı

Bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmak konusunda pek az bilim adamı Carl Sagan’ın bu kitabı kadar başarılı olabilmiştir. Onun bilimin zor kavramlarını her düzeyden insana ulaştırmadaki becerisi, milyonları bilime yakınlaştırmada ve batıl inanışların, sahte bilimin, ufoların insanlar tarafından sorgulanmadan kabul gördüğü ve bir nevi bilimin karanlık çağlarının yaşandığı bir dönemde, bilimin anlaşılmaya ve bilimsel kriterlerin her şey de aranması gerektiğini göstermesi, ona da Pulitzer ödülünü kazanmasında ki zanlımca en büyük etkendir. 

Ufolardan bahsederken şu anlaşılmamalıdır, belki de ufoların gerçek olmasını ve dünya dışı varlıkların bulunması fikri, onun kadar kimseyi etkilememiştir. Fakat böyle olmasını istemekle, öyle olması arasında dağlar kadar fark vardır.Hher ne kadar çokları tarafından- ki bugünkü haberlerde de bir bilimadamının abd’nin bir ufo aracını sakladığına dair itiraf haberi mevcuttu- dünya dışı varlıkların var olduğu yadsınamaz bir gerçekse de, gösterilen kanıtların hiçbiri bilimsel kriterler tarafından sorgulandığında bir değer ifade etmemektedir. bunlar çoğu zaman bireylerin kendi başlarına yaşadıkları deneyimlerden ibarettir. Bu kişiler uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını ve çoğu zaman da cinsel ilişkiye zorlanıp,üzerlerinde bazı deneylerin yapıldığını iddia eden kimselerdir. yazarınsa buna cevabı çok açıktır, bu kadar ileri düzeyde olan bir uygarlığın neden türlerinin üremesi için insanoğluna ihtiyaç duydukları ve insanlar üzerinde yaptıkları deneyleri neden hala bu zamana kadar bitiremedikleri yönündedir. 

Gökyüzünde, tanımlanamayan uçan cisimler(ufo) olarak adlandırılan ve bir çok kişi tarafından görüldüğü iddia edilen cisimlerin ise %95 oranında göz yanılmalarından ve diğer yıldız ve gezegenlerin insanlara oynadığı küçük oyunlardan başka birrşey olmadıkları artık su götürmez bir gerçek olarak kabul ediliyor. Bunun dışında kalan %5 lik kısım ise sadece bilimsel açıdan şüphe ile karşılanıp üzerinde duruluyor. Bu şüphelerin açıklığa kavuşturulması için Abd’de oluşturulan bir kurulun başında da bizzat bulunmuş olan Carl Sagan, sonuçta net bir şeye ulaşılamadığını belirtmesine rağmen bilimsel tavrı yani şüpheciliği hiçbir zaman elden bırakmıyor, tabi bağnazlıktan uzak. 

Birgün ufolara inanan arkadaşlarından biri ona şöyle soruyor:”ufolara inanıyormusun, Carl.” onun yanıtı ise ilginç, şöyle cevap veriyor: “eğer bu bir inanç meselesiyse ben inanmıyorum, ama bilimsel olarak içimde, olmaları için inanılmaz bir istek var.” 

Kitap içerisinde, dünya dışı varlıklarla ilişki içerisine girdiklerini iddia eden kimselerin psikolojileri üzerine yaklaşımların yanında, artık ortaçağın karanlıklarında kalmış cadı yakma olaylarına da değinip, bunlar arasında ki şaşırtıcı benzerlikler üzerinde de duran Sagan, sanki bilinçaltının kuşaklara aktarıldığını da kanıtlamak istemektedir. 

Eski inançların üzerinde de duran sagan, musevilikte evrenin 6000 yaşında olduğu gibi yanlışlar üzerinde de durmaktan çekinmemektedir. Ortaçağdaki cadı yakma olaylarında kilisenin takındığı tavrı da kıyasıya eleştiriyor, bunun yanında kilisenin bu olaylardaki hatalarını kabul etmesine de yer vererek belki de ileride gerçekleşebilecek bağnaz ve dar görüş ürünü hataların da önüne geçilmede bir umut ışığı yakıyor ki bir Çin atasözünden haraketle; ‘mum ışığı karanlığın lanetinden iyidir.’ 

Özetle her türlü bağnazlık ve bilim dışılıktan uzak durmak isteyenler için iyi bir kitap. Tabi diğer yandan Aldous Huxley’in şu sözü gibi düşünenler de yok değil : “bilimin büyük trajedisi: güzelim hipotezleri çirkin bir gerçek yüzünden katletmek…”

May 082006
 

Küller
Kısık sesle bir çığlık attım cihana
Ağlamaya başladım yalnızlıktan sonsuzluğa giden yolda
Gülücükler saçan hüzünlü palyaçoyu aradım gül bahçelerinde
Ama ızdırabın ölümü hepsinden acımasızdı

Kırık bir oku çıkardım gönlümde
Saf sütü kustum sonunda içimden
Olta attığım kırmızıya beyaz bulaştırdım.
Günleri afaroz ettim mağaralarda

bir kılıç aldım elime
ve biçtim sazlıkları
ölümle burun buruna gelenleri
kafasını kopararak kurtardım

İşte gücün adını koyan sen
Bana verdiğin gözleri
bu uğurda akıttım
Kanımı şerefine kaynattım

Sisin kokusunu
Yaramın tuzunu sevdim
İliklerimdeki soğukluğunu
Kalbimdeki deriyle sakladım

Ellerim yüzüne değdiği her an
Bİr filizin yandığını gördüm
Seni yoketmek isterken
Köpeklerini besledim

O bebekleri arıtan bir kase biliyorum
Yünle kaplanan bir elbise
ÇArşafla kaplanan bir alın
Bunlar benim sana hediyem olsun.

Ancak,
Bilmelisinki
Bu savaş benim değil
Herkesin
Ama Sen beni ilk sıralardan tanıyacaksın

Ve son sıraya geldiğinde adımı anacaksın.

Reha Başoğul

May 032006
 

Boş Sokaklarda Bir Gülücüğün Anatomisi

seher, vakitsiz idi bugün
ansızın kulağıma fısıldadı.
zorla götürmek istedi kendine
bir loş ışık, bir kapı…

dumanların tam ortasında
çöplerin biriktiği
kedilerin koklaştığı an.
vakit yersiz, an kaçıyor.

yüzüme tane tane yağıyor sözler
özgürlüğün çoşkulu ilk dansları
uykusuzlar diyarında bir karnaval
üstünü örtmeyenler ve gecenin örttükleri soluyor havayı.

doğa sessiz, doğa sakin
uzaklıkların sana yakın olduğu anlar bunlar…
düşünürsün oluverir hemen
eril, erkil herşey burada

yabancıların dostluğu çevremde
çirkin yüzlerin melek görüldüğü bir kanepe
bir bez, çırada bir ekmek,
ıslak gözlerin biriktirdiği bir teneke

açlar sofrasında bir kurt,
korkulu çocukların oyuncağıyım ben
saçlarımı okşayan
yüzümü tanıyan dostlar.

senden bahsettim biraz onlara
gülümsemeni, bir çiğ tanesinde olabildiğini
gördüğün barksız yavru kediyi anlattım.
çok şaşırmadılar.

her gün görüp ağladıklarıymış
kendi çarelerine biçareyken
sularını paylaştıkları anısıymış.
şaşırmadılar ama yine ağladılar.

ter kokan vücuduma
görülmeyen yaraların kokusu bastırıyor.
arkadan bakanlar dönüp gelmiyor yuvama
sıcak aşın kokusu, gecenin törpüsü oluyor

gidebilecek kadar gücü hissettiğimde
kalktım ortalarından.
bir yarını olan ben
yarınsızları taşıdım evime.

gecelik hayalleri ışıkla yok oluyor birer birer
güzel yüzlerin şeytan görüldüğü bir ayna beliriyor tenlerinde
bir karıncanın kaldıramadığını
isyancılar ordusu kaldırıyor

her gün gülünenlere bileniyor zaman
kalıpsız kalıpları çıkarıyor yüzüstüne
korkusuz korkakların savaşı
an be an yokediyor kahramanları

boş sokakların İstanbul’u burası
asırları deviren şehir
nice aşkı küçülten
nice yetimi büyüten…

Reha Başoğul