Eki 012012
 

Leonard Cohen  İstanbul Konseri 19 Eylül 2012 Fotoğraf: Hürriyet Kültür Sanat

“Dünyanın yalan söyleyip söylemediğini bilmiyorum
Ama ben söyledim
Dünyanın sevgiyi dışlayıp dışlamadığını bilmiyorum
Ama ben dışladım
İşkence ortamı huzur kaçırır
Ben huzur kaçırdım
Nükleer patlamayla yükselen mantar gibi bulutlar olmasa da
Yine nefret ederdim ben

Beni dinleyin
Ölüm olmasa bile
Aynı şeyleri yapardım diyorum
Gerçeklerin soğuk varlığı altında
Bir sarhoşla bir tutulamam ben
Evrensel özürleri reddediyorum

Geceleyin önünden geçilen ve anımsanan
Boş bir telefon kulübesi gibi
Yalnızca çıkışta bakılan
Sinema lobisindeki aynalar gibi
Binlerce kişiyi tuhaf bir kardeşlikle birleştiren
Bir isterik gibi
Bekliyorum
İtiraf etmesini her birinizin”

/ Leonard Cohen – “Ne Yapıyorum Burada Ben” şiirinden…

Telegraph gazetesinin “Şarkı Söyleyemeyen 10 büyük şarkıcı” listesinde de yer alan ve tüm zamanların en sevilen şarkıları listesinde 1975 yılında yayınlanan “The Best of Leonard Cohen” albümüyle var olan 1934 doğumlu Kanadalı şair,söz yazarı, oyuncu, romancı,  müzisyen Leonard Cohen’in müziğinin ve sesinin dışında mısralarındaki mana, nefes, karmaşa,aşk, kadınlar, politika, yitiklik gibi bir çok unsuru şairliğini ve zen bilgeliğindeki yoluna da adayarak fısıldaması, aynı listede yer alan  Tom Waits, Nick Cave, Bob Dylan gibi sanatçıların da susadığımızda kursağımızda kalan izlerin akıp gitmesine olanak tanıyan öğretileriyle işlenmesiyle yer almıştır, alacaktır…

Leonard Cohen 19 Eylül akşamı, İstanbul Anadolu yakasının kendine has sükunetinde, 2009’da yine “belki de son kez İstanbul’a geliyorum” dediği ve iki kez konser verdiği İstanbul Harbiye Açıkhava konserindeki mistik havadarlığın yerine Ataşehir’deki kapalı spor salonunu dolup taşıran sayıları 10 bini bulan insanlarca karşılandı.  19 Eylül akşamında da ‘The Old Ideas World’ turnesinin kapsamında Cohen’in mısralarında iç seslerinin tapınaklaştığı ve ayine dönüştüğü 3,5 saate yakın bir konser performansını diğer konserlerinde de olduğu gibi “Dance Me To The End of Love” parçasıyla açtı.

“Danset Benimle Aşkın Sonuna Dek (Dance me to the end of love)

Güzelliğinle danset benimle şiddetli bir viyolin eşliğinde / Dance me to your beauty with a burning violin
Telaş içinde danset benimle güvenlice buluşana dek / Dance me through the panic ’til I’m gathered safely in
Kaldır beni bir zeytin dalı gibi ve eve doğru giden güvercinim ol / Lift me like an olive branch and be my homeward dove
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love

Güzelliğini görmeme izin ver seyirciler gittiği zaman / Oh let me see your beauty when the witnesses are gone
Oyununu görmeme izin ver babylonda yaptıkları gibi / Let me feel you moving like they do in babylon
Yavaşça göster bana sınırlarının ne olduğunu / Show me slowly what I only know the limits of
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Düğünde şimdi ben de, danset benimle ve danset / Me to the wedding now, dance me on and on
Danset benimle usulca ve danset benimle çok uzun / Dance me very tenderly and dance me very long
Biz ikimiz aşkımızın altındayız, biz ikimiz yukarısında / We’re both of us beneath our love, we’re both of us above
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle doğmayı bekleyen çocuklara kadar / Dance me to the children who are asking to be born
Danset benimle öpücüklerimizin eskittiği son perde içinde / Dance me through the curtains that our kisses have outworn
Sığınacak bir çadır kur şimdi, her ipliği yırtılmış olsa da / Raise a tent of shelter now, though every thread is torn
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love

Güzelliğinle danset benimle şiddetli bir viyolin eşliğinde / Dance me to your beauty with a burning violin
Telaş içinde danset benimle güvenlice buluşana dek / Dance me through the panic till I’m gathered safely in
Dokun bana çıplak ellerinle ya da dokun bana eldiveninle / Touch me with your naked hand or touch me with your glove
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle aşkın sonuna dek / Dance me to the end of love
Danset benimle aşkın sonuna dek” / Dance me to the end of love

Harbiye Açık Hava konserine ” İstanbul’a büyük bir olasılıkla bir daha gelmeyeceğime göre, sahip olduğumuz en güzel şeyleri, her şeyi bu gece size sunmak istiyoruz.”  diye başlayan Cohen, daha öncesinde rahatsızlığı nedeniyle konsere çıkmadığı konserleri unutturarak  Ataşehir’deki konserine de bu sefer “ Neyim varsa bu akşam size vereceğim” diyerek başladı.  Sahneye Türk halıların serildiği konserde,  üzerinde siyah takım elbisesiyle, onsuz düşünemediğimiz fötr şapkasıyla ve 9 kişilik orkestrasıyla,  hüzünbaz kemanın, oyunbaz trompetin, küfürbaz mızıkanın, hilebaz gitarın ve neredeyse gözleri hep kapalı ve zaman zaman çömelerek söylediği  The Future”, “Everybody knows”, “Suzanne”, “Hallelujah”,  “Democracy”,”I’m Your Man”, “First We Take Manhattan” , “Famous Blue Raincoat”, “Who by Fire “, “Take This Waltz “,”Partisan” ın dışında “Different Sides” ve “Going Home” gibi “Old Ideas” albümünde yer  alan yapaylıkların kaçışmasına sebep olacak samimiyetinden ödün vermeyen şarkılarıyla 30 parçalık listesinde bulunduğu 3,5 saate yakın süren bu esrikliğin, Cohen adına anlattığı sonuçlardan biri de; ölülerin ozanlardan daha az yaşayacağıydı.

“Ben Senin Adamınım ( I’m your man)

Eğer bir aşık istersen / If you want a lover
İstediğin her şeyi yapacağım. / I’ll do anything you ask me to
Ya da eğer başka tür bir aşk istersen / And if you want another kind of love
Senin için maske takacağım. / I’ll wear a mask for you
Eğer bir partner istersen / If you want a partner
Tut elimden. / Take my hand
Ya da sinirden beni dövüp yıkmak istiyorsan / Or if you want to strike me down in anger
Karşında duruyorum / Here I stand
Ben senin adamınım… / I’m your man

Eğer bir boksör istersen / If you want a boxer
Senin için ringe çıkacağım. / I will step into the ring for you
Ve bir doktor istersen / And if you want a doctor
Her santimini muayene edeceğim. / I’ll examine every inch of you
Eğer bir şoför istersen / If you want a driver
Atla içeri… / Climb inside
Ya da beni dolaştırmak istersen / Or if you want to take me for a ride
Biliyorsun,yapabilirsin… / You know you can
Ben senin adamınım… / I’m your man

Ay çok parlak / Ah, the moon’s too bright
Zincir çok sıkı / The chain’s too tight
Canavar bu gece uyumayacak / The beast won’t go to sleep
Şu sana verdiğim sözleri düşünüp durmaktayım, / I’ve been running through these promises to you
Verdiğim ve tutamadıklarım… / That I made and I could not keep
Off.. ama bir erkek, dizlerinin üzerinde yalvararak, bir kadını geri kazanamamış ki hiç.. / Ah but a man never got a woman back Not by begging on his knees
Ya da belki sana doğru sürünürdüm bebeğim. / Or I’d crawl to you baby
Ve ayaklarının dibine düşerdim. / And I’d fall at your feet
Ve güzelliğine ulurdum, / And I’d howl at your beauty
kudurmuş bir köpek gibi… / Like a dog in heat
Ve kalbini pençelerdim / And I’d claw at your heart
Ve çarşaflarını göz yaşlarımla ıslatırdım. / And I’d tear at your sheet
Lütfen…lütfen derdim… / I’d say please, please
Ben senin adamınım… / I’m your man

Ve yolda giderken biraz uyumak istersen / And if you’ve got to sleep A moment on the road
Senin için kenara çekeceğim / I will steer for you
Ve eğer o sokakta tek başına olmak istersen / And if you want to work the street alone
Senin için yok olacağım / I’ll disappear for you
Eğer çocuğuna bir baba istiyorsan / If you want a father for your child
Ya da sadece benimle biraz yürümek istiyorsan kumlarda.. / Or only want to walk with me a while Across the sand
Ben senin adamınım…“/ I’m your man

Konserden 2 gün sonra yani 21 Eylül’de 79. yaşını kutlayacak olan Cohen’in hayatını mısralarının, mısralarının da hayatını şekillendirdiğini görüyoruz. Cohen’in içine kapanık ve konserlerinde de hissedilen mütevazı kişiliğinin oluşmasında, bilgece öğütler ve yaşanmışlıkların dışında 1943 yılında yani 9 yaşında kaybettiği babasının – ki öldüğünde babasının papyonuna bir şiir bile yazar ve bulunduğu yere gömer- ve 1978 yılında kaybettiği annesinin, yolculuklarının, kariyer seçimlerinin, kadınlarının, çocuklarının ve kendine ait yol gösterici bellediği özel insanların etkisini anlayabiliyoruz. Gençlik yıllarında dahi münzevi bir yaşam tarzı yaşaması, kimi makalelerde yine bir Kanadalı olan Glenn Gould( Gould’in karakteristiği ve müziği için bakınız: Bach ile oyunbaz, Doğa ile “Yaratıcı İcracı” bir münzevi : Glenn Gould Hakkında Otuz İki Kısa Film)  ile coğrafyaya özgü bir yalnızlık ve müzikle huzura varma arzusu olduğu şekilde de yorumlanmıştı.

Şarkıların ve değişiminin içinde annesinin 1978’deki ölümünü ve hatıratını “Annem Uykuda” şiirinde şöyle yansıtıyor Cohen:

“annemi anımsıyorum
Atina’da bir tiyatroda
otuz
otuz beş yıl önce
bir Teodorakis revüsü
o müthiş şarkılar
uyuyup kalmıştı
yanımdaki koltukta
daha o gün gelmişti
Montreal’den
ve oyun başladı
gece yarısına doğru
ve o uyudu
mandolinler boyunca
gençtim
çocuklarım yoktu henüz
bilmiyordum sevdiğinin
ne kadar uzakta olabileceğini
bilmiyordum ne kadar
yorulanabileceğini”

ADA’DAKİ HUZUR, AŞK, ŞİİR VE GÖRKEMLİ KAYBEDENLER

Münzevilik , huzur ve tüm bunları ıssızlık metaforunu en iyi yansıtan imgelerden olan Ada’da yaşamak olgusu Cohen’i de etkilemişti. 60’lı yılların başında bir Yunan adası olan Hydra’ya gitti. Bu adada elektriği ve suyu olmayan bir ev satın aldı ve hayallerine daldı. Amacı, kalabalıklar değil farklılıkların içinde bambaşka bir göç hissi idi.  Bu ev Cohen’e istediği ilhamı vermişti. Hydra’ya yerleştikten sonra Hitler İçin Çiçekler(1964) adlı bir şiir kitabı, Sevilen Oyun(1963) ve “Görkemli Kaybedenler”(1966) adlı iki roman yayımladı. Cohen takipçilerinin çok iyi bildiği “Görkemli Kaybedenler” yayımlandığında, cinsel dozu nedeniyle eleştirilere maruz kalsa da, 1960’ların edebiyatında hatrı sayılır bir yeri alması engellenemedi. Cohen’in Hydra’da hayatında bir kadın olmadığı düşünelemezdi. Cohen İskandinav roman yazarı Axel Jensen’in karısı Marianne Jensen ile ayrılıkları sonrası  bir ilişki yaşadı ve bu ilişki bize “So Long Marienne’” şarkısını kazandırdı.  Cohen’in, Sylvie Simmons tarafından yazılan “I’m your man” adlı biyografisine göre,  Marienne, Cohen için bu döneme ilişkin ilişkilerini, “Hayatımın o döneminde Leonard’la karşılaştığım için çok şanslıyım. Bana çok şey öğretti ve benim de ona bir iki mısra bıraktığımı umut ediyorum” şeklinde yorumluyordu ki Ataşehir’de de Cohen’in kapalı gözlerinden bu huzur tekrar hissedildi. 

Leonard-Marienne_Hydra

” Görkemli Kaybedenler” kitabına baktığımızda, Kanada’da cinsel içeriği nedeniyle tepki çekmesine rağmen Cohen kitabında “Kimim ki ben evreni reddediyorum?” diyordu ve “İçimdeki bütün o dünlerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim?” diye haykırıyordu. Ray Charles’ın “Ol” Man River’ı söylerken başlayan kitap Cizvitlerin azize ilan ettiği Mohawk kızı Catherine Tekakwitha’nın aşk öyküsüne, etnik kimliklerin sorunlarına ve Kanada’nın Hristiyanlaştırılmasına dair değişimlere dair bir çok acıyı, hüznü ve gülümsemeyi hissettiriyor. Şöyle yansıtıyordu  Cohen, kitabın bazı bölümünde kahramanların ağzından bu monologları, çürümüşlüğü ve izsizliği:

” Şimdi kaçma, yaşlı Kanada ağaçları arasında koşma sırası Edith’de. Ama güvercinler nerede bugün? Gülümseyen pırıltılı balık nerede? Saklanma yerleri neden saklanıyor? Lütuf nerede bugün? Şekerler neden Tarih’e yedirilmemiş. Latin müziği nerede?

– İmdat!

Edith onüç yaşında, peşinde adamlar, ağaçların arasında koştu. Un çuvallarından yapılmış bir elbise giymişti. Un Şirketi, ürünlerini çiçek baskılı çuvallara koyuyordu . İşte karşınızda çam iğnelerinin arasında koşan on üç yaşında bir kız. böyle bir şey görmüş müydünüz hiç? Beydin Ebedi Çükü, kovala onu genç mi genç kukucuğunu. Edith bu hikayeyi ya da bir bölümünü yıllar sonra anlattı ve itiraf ediyorum, o zamandan beri ormanda onun küçük bedenini kovalıyorum. İşte ben, ihtiyar bir edip, belirsiz bir kederle çıldırmış, yumurtalık gölgelerinin peşinde bir dedektif. Edith, bağışla beni, hep o on üç yaşındaki kurbandı siktiğim. Kendini bağışla, dedi. F. On üç yaşındaki ten çok güzeldir. Brendi dışında hangi yiyecek dünyada on üç yıl geçirdikten sonra iyi kalır. Çinliler bayat yumurta yerler ama teselli değil bu. Ey Catherine Tekakwitha, on üçlükler yolla bana bugün! İyileşmedim, Asla iyileşmeyeceğim. Bu Tarih’i yazmak istemiyorum. Sen’le çiftleşmek istemiyorum. F. kadar kolay olmak istemiyorum. G—-ler konusunda önde gelen Kanadalı otorite olmak istemiyorum. Yeni bir sarı masa istemiyorum. Ruhani bilgi istemiyorum. Telefon Dansı’nı yapmak istemiyorum. Vebanın üstesinden gelmek istemiyorum. On üçlükleri istiyorum yaşamımda…”

(…) Kanada, 1663’te Fransa’nın kraliyet sömürgesi oldu. İşte, kralın ordularının korgenerali Tracy markisi komutasındaki birlikler geliyor; işte, bin iki yüz uzun boylu adam, ünlü de Carignan alayı, karlarda yürüyerek geliyor. Haber, Mohawk’ın buzlu kıyıları boyunca dolaşıyor: Fransa Kralı, beyaz parmağıyla haritaya dokunmuş. Yönetici Talon, Vali M. de courcelle ve Tracy, parazit istilasındaki kırlara bakıyorlar. Kardeşlerim, gelin Richelieu’nün efendileri olalım! Haritalar üzerinde konuşulan sesler, pencelerin içine konuşan sesler ve kıyı boyu yükselen kalaler: Sorel, Chambly, Sainte-therese; Saint-Jean ve Champlain gölü’ndeki bir adanın üzerinde Sainte-Anne, Ormanlar kardeşlerimle, İrokualarla dolu. Ocak 1666’da M. De courcelle bir grup askeri Mohawk bölgesinin içlerine sürdü. Napolyonvari bir acemilik. Zamanında gelmeyen Algonkin rehberleri almadan yola çıkmıştı. Kızılderililer, geri çekilişinin amaçsız rotasını geride kalan tüyler ürpertici cesetlerden izlediler….”

 ‘Chelsea Hotel No:2″ ‘in sözleri ‘”Görkemli Kaybedenler”  deki favori mekan New York’taki Chelsea Oteli’nde geçer ve  otelde kendisiyle tek gecelik ilişki yaşadığı Janis Joplin içindir.

“Chelsea Oteli No : 2

Tatlı tatlı konuşurdun, yüreklice / you were talking so brave and so sweet,
Ağzına alırken dağınık yatakta / giving me head on the unmade bed,
Limuzinin beklerdi sokakta / while the limousines wait in the street
İşte sebepler bunlar, New York böyleydi işte / Those were the reasons and that was New York,
Para ve şehvet peşinde koşardık durmadan / we were running for the money and the flesh.
Adına da aşk derdik bunun, biz şarkı işçileri / And that was called love for the workers in song
Belki hâlâ da öyledir, varsa bizden geriye kalan / probably still is for those of them left.
Sonra çekip gittin işte bebeğim / Ah but you got away, didn’t you babe,
Sırtını kalabalığa döndün ve çekip gittin / you just turned your back on the crowd,you got away
Gittin “Sana ihtiyacım var,” dediğini hiç işitmedim / I never once heard you say,I need you
Hiç “Sana ihtiyacım yok,” da demedin / I don’t need you, and all of that jiving around.
Seni hatırlıyorum Chelsea Oteli’nde / I remember you well in the Chelsea Hotel
Meşhurdun, yüreğin bir efsane / you were famous, your heart was a legend.
Tekrar tekrar söylerdin yakışıklı erkek isterim diye / You told me again you preferred handsome men
Ama bana bir kıyak yapacaktın işte / but for me you would make an exception.
Yumruğunu sıkardın bizim gibi / And clenching your fist for the ones like us
Güzelliğin imgeleri önünde ezilmişler için / who are oppressed by the figures of beauty,
Sonra iğneni yapar, “Ne yapalım yani,” derdin / you fixed yourself, you said, “Well never mind,
“Çirkiniz ama müziğimiz var ya!” / we are ugly but we have the music.”
Sonra çekip gittin işte bebeğim / And then you got away, didn’t you babe…
Sırtını kalabalığa döndün ve çekip gittin / I don’t mean to suggest that I loved you the best,
Gittin “Sana ihtiyacım var,” dediğini hiç işitmedim / I never once heard you say I need you,
Ama hiç “Sana ihtiyacım yok,” da demedin / I don’t need you, and all of that jiving around.
En çok seni sevmiştim diyorum sanma / I don’t mean to suggest that I loved you the best,
Ölen her serçenin hesabını tutamam ki / I can’t keep track of each fallen robin.
Seni hatırlıyorum Chelsea Oteli’nde / I remember you well in the Chelsea Hotel,
İşte o kadar, çok sık düşünmüyorum seni / that’s all, I don’t even think of you that often.”

İNTİHAR, ÖLÜM, MELANKOLİ 

Nirvana,  “Pennyroyal Tea” şarkısında  “Öbür dünyada bir Leonard Cohen ver bana, Sonsuza kadar iç çekebilirim böylece” diyecek kadar ölüm sonrasının Cohen ile daha anlamlı bir hazza dönüşebileceğini anlatıyordu. Cohen’in ise ölümü, hayattan ve getirdiklerinden umudu kesişini, kendi melankolisi içinde kimi zaman şuurunu kapatmak istercesine ve düşüncelerinde öldürürcesine içine çektiğini görüyoruz. Cohen’in aşk ve cinsellik dışında kitaplarında, şiirinde ve şarkısında “intihar” her bilgenin ölümün karanlık yüzüne dair düşüncelerine yansıdığı gibi yansıdı.  “İntihar” a ilişkin en ruh delici şiirlerinden biri “Kendimi Öldürmediğim Gecelerin Birinde” hayata, kadınlara, iyiliğe karşı depresyon, ölüm, inanç ve karanlığın etkisi görülmektedir.

KENDİMİ ÖLDÜRMEDİĞİM GECELERİN BİRİNDE

Benim kuramsal meleklerimi,
Senin ağızlarını Bardot gibi taşıyan
Yeni orta sınıf kızlarını
Kurtardığın günde dansediyorsun
Gelin sevgililerim
Filmler gerçek
Ölümü kafaları karıştıran sevimli
Yitik şarkıcıyım ben sigara bidonlarını
Boylamış yüksek topuklu yeni çizmelerimiz
Limanda dolaşıp 25 sentlik bir su yatağı arıyordum bu gece
Tatildeki gökkuşakları gibi
Ama ayakkabılarımın içine kıvrılıp yatmış
Jartiyerlerinle uyuyacağım bu akşam
2nci bir şans gibi kondom mezarlıklarını yöneten
Bakireliğinle uyuyacağım
İnanıyorum inanıyorum
12 Aralık Perşembe
Değil bu gece
Bir göğsün bayırını öpeceğim yeniden
Tepemde günbatımı gibi duran
Küçük memeucunu öpeceğim”

Cohen’in ölüm ve melankolisi diğer iki şiirinde dile gelir:

” DOKTOR OLMAK İSTİYORUM

Ünlü doktor Büyükannenin karnına bastırdı.
Kanser! Kanser! diye bağırdı.
Çıt çıkmadı amfi biçimindeki sınıftan
Hırs mırs gelmedi stajyerlerin aklına

Kanser! Başını çevirdi hepsi.
Kanserin fırlayıp kendilerine bulaşacağını
Sandılar. Tiksiniyolardı yakınında olmaktan
Olay Vilna’daki Tıp Okulu’nda geçiyordu.

Rahatı kaçmıştı herkesin
Yanıbaşında oturuyolardı Kanserin
Oradaydı Kanser
Çıkmıştı gizlendiği delikten

Ben tavandaki pencereye bakıyordum.
Doktor olmak istiyordum.
Stajyerleri hepsi dışarı kaçtı.
Ünlü doktor hastanın karnına bastırdı.

İşte karşısındaydı Kanser!
Kanser! Kanser! Kanser!
Kimin onu duyduğu, duyup duymadığı umurunda değildi.
Bu onun 87 nci Kanseriydi.”

” ÖLÜ ŞARKI

Öpücükler konduruyordu melekler alnıma
Cansız yatarken tek başıma
Aşkla ıslanmış yatağımda

Yapıştım birinin geceliğine
Giriştim mücadeleye
Kadınım olsun diye ölüm kentinde

Uçup gitmeyeceğim, dedi
Öleceğine dair söz verdi
Nerede bulursunuz benim gibi akıllı bir cesedi

Kim Ateş İle (who by fire )

ve kim ateş ile / and who by fire
kim su ile / who by water
kim güneş ışığında / who in the sunshine
kim gece vakti / who in the night time
kim büyük sıkıntıda / who by high ordeal,
kim ortak duruşmada / who by common trial,
kim senin neşeli mayıs ayında / who in your merry merry month of may
kim çok yavaşça çürüyor / who by very slow decay
ve ben kimin çağırdığını söyleyecek miyim? / and who shall i say is calling?
ve kim onun yalnız kaymasında / and who in her lonely slip
kim yatıştırıcı ile / who by barbiturate
kim bu sevginin dünyasında / who in these realms of love
kim bir şey ile körleştirilir” / Who by something blunt
kim cesur bir rıza ile / and who by brave assent
kim kazara / who by accident
kim yalnızlıkta / who in solitude
kim bu aynanın içinde / Who in this mirror
kim onun kadınının emri ile / who by his lady’s command
kim onun kendi elleri tarafından / who by his own hands
kim ölümlü zincirlerde / Who is the mortal chains
kim yeteri kadar güçte / who in power
ve ben kimin çağırdığını söyleyecek miyim? / and who shall i say is calling?

BİLGELİK ve ZEN

“Herkes Biliyor ( Everybody Knows )

“Herkes biliyor zarların hileli olduğunu. / Everybody knows that the dice are loaded
Herkes yuvarlanıyor iyi şanslar dileyerek. / Everybody rolls with their fingers crossed
Herkes biliyor savaşın sona erdiğini. / Everybody knows that the war is over
Herkes biliyor iyilerin kaybettiğini. / Everybody knows the good guys lost
Herkes biliyor dövüş önceden ayarlanmıştı. / Everybody knows the fight was fixed
Yoksullar yoksul kalır , / The poor stay poor,
zengin zenginleşir. / the rich get rich
İşler böyledir.  / That’s how it goes
Herkes biliyor.. / Everybody knows

Herkes biliyor teknenin su aldığını. / Everybody knows that the boat is leaking
Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini. / Everybody knows that the captain lied
Herkeste babaları ya da köpekleri biraz önce ölmüş gibi buruk bir his var. / Everybody got this broken feeling Like their father or their dog just died
Herkes cebi için konuşuyor. / Everybody talking to their pockets
Herkes bir kutu çikolata / Everybody wants a box of chocolates
ve uzun saplı bir gül istiyor. / And a long stem rose
Herkes biliyor../ Everybody knows

Beni sevdiğini herkes biliyor bebek. / Everybody knows that you love me baby
Herkes biliyor bunun böyle olduğunu. / Everybody knows that you really do
Herkes biliyor sadık kaldığını / Everybody knows that you’ve been faithful
bir iki geceyi saymazsak. / Ah give or take a night or two
Herkes biliyor dikkatli olduğunu / Everybody knows you’ve been discreet
Ama üstünde elbisen olmadan görüşmek zorunda kaldığın öyle çok kişi vardı ki. / But there were so many people you just had to meet Without your clothes
Herkes biliyor…/ And everybody knows

Herkes biliyor / And Everybody knows, everybody knows
ya şimdi ya da asla. / that it’s now or never
Herkes biliyor / Everybody knows
ya ben ya da sen. / that it’s me or you
Herkes biliyor / And everybody knows
bir iki şey yapmışsan sonsuza dek yaşadığını. / that you live forever Ah when you’ve done a line or two
Herkes biliyor anlaşmanın hileli olduğunu. / Everybody knows the deal is rotten
Yaşlı siyah Joe senin kurdelelerin / Old black joe’s still pickin’ cotton
ve fiyonkların için hala pamuk topluyor. / For your ribbons and bows
Herkes biliyor…” / And everybody knows

Çeviri: Mustafa Yılmazer

1988’de, bir röportajda  Cohen, ‘Yaşlandıkça gerçeğin en son sürümünü edinmeye daha az istekli oluyorsunuz.’ diyerek yılların getirdiği utanç, nefret, didişme, ayrılık, aşk, acı, yıpranma gibi gibi bir çok unsuru barındıran gerçeklerin aslında insanoğlunun bazen kaldıramayacağı boyutta olduğunu anlatır gibidir. ” Görkemli Kaybedenler” de düşlere dair bu gerçeklerle hesaplaşmasını betimler cinsten şöyle yazar : “Günlerini kendine acımanın düşsel müzesinde gezinerek geçinen sersem, cahil bir müze bekçisi.”  Bir çok mısranın yükü, tekrar tekrar okuyarak bu gerçekleri şarkılarla yaşaması ve bilinmeyen bir çok duyguyla anlam arayışını ölüm dahil bir çok çözümle arama gayreti Cohen’in, 1994 yılında Bir Zen Budist keşişi olarak Lons Angeles yakınındaki Mount Baldy Zen Manastırına kapanmasına sebep oldu. Manastırda aldığı isim bu ruh halini yaşayanlar için şaşırtıcı değildi:  “Sessiz Adam” anlamına gelen Jikan(dharma)… Cohen’in ruhunu huzurla kaplamak adına aldığı bu 5 yıl sürecek inziva kararı, Zen Budizm’in koanlarla dolu, muzip, yalın içeriğini seçmesinde konuyu bilenler açısından iyi gelecek bir meditasyon eylemi olduğu bir gerçek. Paradoksal, anlamsız, nesnesiz, içerikten soyutlanmış ve mantıktan ve gerçeklerden uzaklaşma bilinci isteyen yöntemler belki de Cohen’in şifa ve huzur arayışını ve de içtepilerini susturma isteğini çözmüş olacak ki şiirlerinde yalınlık, kabulleniş, affetme, durulma ve öz’e dair ifadeleri görmekteyiz.

“Koca Dünya

Öğrenecek koca dünya
Bu çiftliği
öğrenecek
Konserve kutusunda
Neler yetiştirdiğimi
Ayrıntılarıyla

Ve öylesine çok konuşulacak ki
Benimle yaşadığın ayrıksı hayat
İnanmayacak kimse
yaşlandığına”

“YAZ HAİKUSU

Sessizlik
Ve daha derin bir sessizlik
Duraksarken
Cırcır böcekleri”

 “ARMAĞAN

Sessizliğini huzura
Şiirlerden daha yakın olduğu söylüyorsun
Ama armağan olarak
Sessizliği versem sana
(Sessizliği veririm çünkü)

Sessizlik değil
Bir başka şiir bu, deyip
Geri verirsin
Onu bana

Birkaç şarkıdan ötürü
birkaç şarkıdan ötürü
gizemlerinden dem vurduğum
kadınlar olağanüstü
nazik davrandılar
yaşlılığıma
Gizli bir yer açıyorlar
meşgul yaşamlarında

ve beni götürüyorlar oraya
Soyunuyorlar

kendi farklı tarzlarında
ve diyorlar ki:
“bak bana Leonard
bana son bir kez bak”
sonra eğiliyorlar yatağın üzerine

ve örtüyorlar üstümü
üşüyen bir bebekmişim gibi”

1969 yılında Cohen’den 15 yaş genç ve çocuklarının annesi Susanne Elrod’la tanışmasını sağlayan Scientology sınıfı, Cohen’in kısa sürede deneyimlediği bir arayış hali. Yine aynı yıl tanıştığı ve sonra  Cohen’in manastırdaki zen ustası olacak Roshi ile tanışır. Cohen’in Zen deneyimi, “Dedelik” evriminde  de görülen sufi öğretilere benzer şekilde, Roshi’nin asistanlığını, aşçılığını ve şoförlüğünü üstlenen işleri de  içeriyordu. 105 yaşını deviren Roshi’nin Cohen’nin  albüm kapaklarına da yansıyan mütevazı evinin bahçesinde bulunan greyfurt ağacının sade ve derin varlığını anlayan bilgeliğin yolunda gitmek istediğini de gösteriyor.

Cohen’in ustası Roshi’ye yazdığı şiirler ise zen paradoksallığının, muzip dil oyunlarının ve hiçliğin varoluşa dair katmanlarını anlatan basit ve akışkan bir dil içerdiği söylenebilir:

“ROSHI

Asla tam anlamadım
neden söz ettiğini
ama şimdi arada sırada
kendimi yakalıyorum
havlarken köpekle
ya da eğilirken
süsen çiçekleriyle birlikte
ya da başka ufak tefek
katkılarda bulunurken”

“ROSHI 89’unda

Roshi çok yorgun
yatağında yatıyor
Yaşıyor canlılarla
ve ölülerle ölüyor
Ama şimdi bir içki daha istiyor
(mucizeler hiç bitmeyecek mi?)
Savaşa savaş açıyor
ve savaş açıyor barışa
Taht odasında oturuyor
büyük Orijinal Yüz’ünün üstünde
ve Hiçbir Şey’e karşı savaşıyor
yerine Bir Şey’in geçtiği
Midesi çok mesut
Erikler iyi çalışıyor olmalı
Cennete giden hiç kimse yok
Cehennemde de hiç kimse kalmadı”

Zen öğretisi belki de Cohen’in içindeki yangının, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”‘ ları yaktığı yolculuktan,  Hermann Hesse’nin Siddhartha’sı ile söndürdüğü yolculuğa sıçrayışını tasvir ediyor. Yaşlandıkça gerçeklerinin, hem kendisine hem de şarkısını söylediği milyonlarca kişiye gözükmesi ve iç tahriklerine kapılıp inziva ve anlam isteği ve de şükür ile manasızlık arasında gelip giden bu araf belki de hepimizin çok iyi bildiği , bir çok esere konuk olmuş,  Jeff Buckley gibi bir çok sanatçının coverını yaptığı “Hallelujah” ve “First We Take Manhattan” şarkılarında da anlaşılır:

“Hallelujah

Duydum ki gizli bir akor varmış / I’ve heard there was a secret chord
Davut’un çaldığı ve Tanrı’nın hoşuna giden / That David played, and it pleased the Lord
Ama sen pek müzikle ilgilenmiyorsun değil mi? / But you don’t really care for music, do you?
Böylece giderken / It goes like this
Dörtlüsü,beşlisi / The fourth, the fifth
Minöre düşüyor,majore çıkıyor / The minor fall, the major lift
Şaşırmış kral Yakarış’ı besteliyor / The baffled king composing Hallelujah

Hallelujah (şükürler olsun)
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah

İnancın güçlüydü ama kanıt istiyordun / Your faith was strong but you needed proof
Onu çatıda banyo yaparken gördün / You saw her bathing on the roof
Onun ayışığındaki güzelliği ayaklarını yerden kesti / Her beauty in the moonlight overthrew you
Seni bir sandalyeye bağladı / She tied you to a kitchen chair
Tacını kırdı,saçlarını kesti / She broke your throne, and she cut your hair
Ve dudaklarından Yakarışı aldı / And from your lips she drew the Hallelujah

Hallelujah (şükürler olsun)
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah

Belki daha önce buraya gelmiştim / Baby I have been here before
Bu odayı biliyorum,bu yerde yürümüştüm / I know this room, I’ve walked this floor
(Biliyorsun)Seni tanımadan önce yalnız yaşardım / I used to live alone before I knew you.
Mermer kemerde bayrağını gördüm / I’ve seen your flag on the marble arch
Ask zafer kazanılacak bir yürüyüş değil / Love is not a victory march
Soğuk ve kırık bir Yakarış’tır / It’s a cold and it’s a broken Hallelujah

Hallelujah (şükürler olsun)
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah

Bana neyin gerçek olduğunu ve aşağıda neler döndüğünü anlattığın zamanlar vardı / There was a time when you let me know What’s really going on below
Ama simdi bana bunları göstermiyorsun değil mi? / But now you never show it to me, do you?
Ve hatırlıyorum sana sığındığım zamanlar / And remember when I moved in you
Kutsal kuğu da hareket ediyordu / The holy dove was moving too
Ve aldığımız her nefes bir Yakarış’tı / And every breath we drew was Hallelujah

Hallelujah (şükürler olsun)
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah

Belki yukarıda bir Tanrı var / Maybe there’s a God above
Fakat aşktan öğrendiğim tek şey / But all I’ve ever learned from love
Silahını senden önce çeken birini nasıl vuracağın oldu / Was how to shoot at someone who outdrew you
Ve bu gece duyabileceğin bir ağlayış değil / It’s not a cry you can hear at night
Işığı görmüş birisi değil / It’s not somebody who has seen the light
Soğuk ve kırık bir Yakarış’tır / It’s a cold and it’s a broken Hallelujah

Hallelujah (şükürler olsun)
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah
Hallelujah”

“İlk Önce Manhattan’ı Alırız(First We Take Manhattan)

Beni yirmi yıllık can sıkıntısına mahkum ettiler / They sentenced me to twenty years of boredom
Sistemi içeriden değiştirmeyi denediğim için / For trying to change the system from within
Geliyorum şimdi, onları ödüllendirmeye geliyorum / I’m coming now, i’m coming to reward them
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i / First we take manhattan, then we take berlin

Bana göklerdeki bir işaret yol gösterdi / I’m guided by a signal in the heavens
Bana tenimdeki bu doğum lekesi yol gösterdi / I’m guided by this birthmark on my skin
Bana silahlarımızın güzelliği yol gösterdi / I’m guided by the beauty of our weapons
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i / First we take manhattan, then we take berlin

Gerçekten senin yanında yaşamak isterdim, bebeğim / I’d really like to live beside you, baby
Bedenini, ve ruhunu ve elbiselerini seviyorum / I love your body and your spirit and your clothes
Ama şurada istasyonda ilerleyen sırayı görüyor musun? / But you see that line there moving through the station?
Sana söyledim, söyledim, söyledim, işte ben onlardan biriydim / I told you, i told you, told you, i was one of those

Ah sen beni yitik biri gibi sevdin, ama şimdi / Ah you loved me as a loser, but now
Kazanabilirim diye endişeleniyorsun / you’re worried that i just might win
Beni durdurmanın yolunu biliyorsun, ama sende disiplin yok / You know the way to stop me, but you don’t have the discipline
Kimbilir kaç gece bunun için, işimin başlaması için dua ettim / How many nights i prayed for this, to let my work begin
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i / First we take manhattan, then we take berlin

Senin moda işinden nefret ediyorum bayım / I don’t like your fashion business mister
Ve seni incelten su ilaçlardan da nefret ediyorum / And i don’t like these drugs that keep you thin
Kızkardeşime olanlardan nefret ediyorum / I don’t like what happened to my sister
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i / First we take manhattan, then we take berlin

Ayrıca bana gönderdigin şu şeyler için teşekkür ederim / And i thank you for those items that you sent me

Maymun ve kontrplaktan keman / And i thank you for those items that you sent me
Her gece çalıştım, artık hazırım / I practiced every night, now i’m ready
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i / First we take manhattan, then we take berlin

Ah beni hatırla, ben müzik için yaşardım / Remember me, I used to live for music
Beni hatırla, bakkalından onu bunu alırdım / Remember me, I brought your groceries in
Hani Babalar Günü’ydü ve herkes yaralıydı / It’s Father’s Day and everybody’s wounded
Önce Manhattan’ı alırız, sonra da Berlin’i” / First we take manhattan, then we take berlin

 

DEFALARCA AŞKLA DÜŞEN KALKAN, ONDAN NEFRET EDEN LEONARD COHEN

“Aşk Çağırıyor Seni Adınla(Love calls you by your name.)

Hiçbir zaman başına gelmeyeceğini düşünüyordun / You thought that it could never happen
bunun senin olduğun tüm insanların / To all the people that you became,
Gövden efsanelerde yitik / Your body lost in legend,
Yaratıklar son derece uslu / the beast so very tame. 
Ama burada, tam burada / But here, right here,
Doğum izi ve leke arasında / Between the birthmark and the stain,
Okyanus ve açık damarların arasında / Between the ocean and your open vein,
Kardan adamla yağmur arasında / Between the snowman and the rain,
Bir kez, bir kez daha / Once again, once again,
Aşk çağırıyor seni adınla / Love calls you by your name.

Anı defterlerindeki kadınlar / The women in your scrapbook
Hala övdüğün ve suçladığın / Whom you still praise and blame,
Tırnaklarına dönüştüklerini söylüyorsun / You say they chained you to your fingernails
ve tırmanıyorsun ünün basamaklarına / And you climb the halls of fame.
Ama burada, tam burada / Oh but here, right here,
Fıstıklarla kafes arasında / Between the peanuts and the cage,
Karanlıkla sahne arasında / Between the darkness and the stage,
Saatle yaş arasında / Between the hour and the age,
Bir kez, bir kez daha / Once again, once again,
Aşk çağırıyor seni adınla / Love calls you by your name.

Yalnızlığını omzuna vurarak / Shouldering your loneliness
Nişan almayı öğrenemediğin bir tüfek gibi / Like a gun that you will not learn to aim,
Tökezleyerek giriyorsun sinemaya / You stumble into this movie house,
Sonra tırmanıyorsun perdenin içine / Then you climb, you climb into the frame
ve burada, tam burada / Yes, and here, right here
ay ışığıyla göl arasında / Between the moonlight and the lane,
tünelle tren arasında / Between the tunnel and the train,
kurbanla katil arasında / Between the victim and his stain,
Bir kez, bir kez daha / Once again, once again,
Aşk çağırıyor seni adınla / Love calls you by your name.

Kadını düşünürken bırakıyorum / I leave the lady meditating
Sahip çıkmayı istemediğim aşk hakkında / On the very love which I, I do not wish to claim,
İniyorum yüz basamak aşağı / I journey down the hundred steps
Ama sokak hala tamamen aynı / But the street is still the very same.
Ama burada, tam burada / And here, right here,
Dansörle bastonu arasında / Between the dancer and his cane,
Haber filmi ve senin minik acın arasında / Between the newsreel and your tiny pain,
Bir kez, bir kez daha / Once again, once again,
Aşk çağırıyor seni adınla / Love calls you by your name.

Neredesin Judy?Neredesin Anne? / Where are you, Judy, where are you, Anne?
Kahramanlarının geçtiği yollar nerede / Where are the paths your heroes came?
Sargılar çıkarılırken / Wondering out loud as the bandage pulls away,
Yüksek sesle merak ediyorum /
Yalnızca aksıyor muydum? / Was I, was I only limping, was I really lame?
Yoksa gerçekten topal mıydım? /
Hadi gelin buraya / Oh here, come over here,
Yel değirmeni ve un arasında / Between the windmill and the grain,
Günbatımı ve gölge arasında / Between the sundial and the chain,
Hainle acın arasında / Between the traitor and her pain,
Bir kez, bir kez daha / Once again, once again,
Aşk çağırıyor seni adınla” / Love calls you by your name.

Çeviri: Mustafa Yılmazer

Bir çoğumuz için Cohen deyince akla gelen, onu dinlemek için konserlere koşturan en güzel, en özel, en derinde ve bilinçdışında kaşınan , gökyüzüne ve toprağa, denize ve içsesine baktığında dinlemekten bıkılmayan dizelerin içinde yaşayan aşk, Cohen’in damarlarında, soluğunda ve gözlerini kapattığında daldığı donuk, belirsiz ve sessiz söylenmiş bir çok sözü öğütmüş, öğütürken mutlu, dargın, salgını kendini zehirlemiş bir ilaç gibi dolaşır.

Cohen için hayatına giren kadınlar açısından bir çok kez derinlemesine duyumsadığı “aşk” tezahürü, Cohen’in bilgelik yolculuğuyla da örtüştürebilecek şekilde çetrefillidir. Hayat gibi kadınlarda anlam, güven kendi yaratıcılığını kısıtlayan bağlılıklar ve klasik bir adamdan uzak olan münzevi yaşantısı ve herşeyden önemlisi kadınlardan yana hayatın anlamına dair kendisinden alınmaya çalışanlarla düğümlenen bir çok mısrayı kaleme döker. Şimdiye kadar hiç evlenmeyen Cohen, çocuklarının annesi Suzanne Elrod’la da evlilikte korkan bir adam olduğunu söyleyerek evlenmeyecektir. Cohen’in şarkıları dışında şiirlerinde de otel odalarında, yalnız seyahatlerinde, gecelere mum damlatıldığında ve plak çiziklerinde gerçek aşkın, şaşırmışlığın, mahremin ve nefretin dizeleri ışır:

“GERİSİ BOŞ

Bir otelde buluşuyoruz
Radyo için bir sürü bozuk parayla
Şaşkınız hala sevgili olabildiğimiz için
Birbirimize ait değiliz
Ama sevgiliyiz hala
Bizi usulca saran
Ve gizleyemediğimiz
Çirkin niyetler ve eski el alışkanlıkları
Özel okşamalar ateşleyen sözcükler
Sözünü etmediğimiz açlıklar
Yalnızca aşıkların yapabileceğini yapıyoruz.
Bir armağan yaratıyoruz gereksinimden
Katlayıp koltukların üstüne koyduğumuz giysilere bakıyoruz
Artık modayı izleyemediğimizi görüyorum
Ve kendi tenlerimizle yetindiğimizi
Tanrım mutluyum hiç bir şeyi unutmadığımız
Ve bu dünyada birbirimizi
Yıllarca sevebildiğimiz için”

 

Bu kimi zaman   en yakın arkadaşının sevgilisiyle birlikte olması sonucu ilişkisi sona ermiş bir erkeğin, arkadaşına yazdığı son mektup olan  “Famous Blue Raincoat”la görülür, kimi zaman kendini beraber olduğu kadınların gözünde sorgulatan “Love calls you by your name” ile, kimi zaman ayrılık yamacında çığlık atan “Avalanche” ve ,  kimi zaman ise naif bir halde yazdığı “Suzanne” şarkısında olduğu gibi ve kimi zaman binlerce hayal kırıklığını veremedikleri son öpücüklerinde saklayan “A Thousand Kisses Deep” şarkısında olduğu gibi…

Mavi Ünlü Yağmurluk(Famous Blue Raincoat)

“Sabahın dördü / It’s four in the morning
Aralık sonu.. / The end of december
Sana şimdi / I’m writing you now
Sadece daha iyi olup olmadığını öğrenmek için yazıyorum. / just to see if you’re better
New york soğuk, / New york is cold
Ama seviyorum yaşadığım yeri. / But i like where i’m living
Müzik çalıyor clinton caddesinde akşam boyunca. / There’s music on clinton street all through the evening

Küçük bir yuva kurduğunu duydum çölün ortasında / I hear that you’re building your house deep in the desert
Hiçbir şey için yaşıyorsun şimdi / Are you living for nothing now
Umarım bir şekilde kayıt tutuyorsundur / Hope you’re keeping some kind of record

Ve Jane saçından bir tutamla geldi. / Jane came by with a lock of your hair
Onu senin verdiğini söyledi, / She said that you gave it to her
Her şeyi temize geçip adam olmayı planladığınız o gece. / The night that you planned to go clear
Sen adam olabildin mi hiç? / Did you ever go clear

Seni son gördüğümüzde / The last time we saw you
Çok daha yaşlı göründün / You looked so much older
Ünlü mavi yağmurluğun omuzdan yırtılmıştı / Your famous blue raincoat was torn at the shoulder
İstasyona gitmiştin, gelen her treni karşılamak icin / You’d been to the station To meet every train
Eve lili marlene`siz geldin / But she never turned up, i mean lili marlene

Benim kadınımı tedavi ettin hayatının küçük döküntüleriyle. / So you treated some woman to a flake of your life
Ve o eve döndüğü zaman kimsenin kadını değildi.. / And when she got home she was nobody’s wife

Orada dişlerinin arasında bir gülle görüyorum seni.. / I see you there with a rose in your teeth
Bir ince çingene hırsız daha işte! / One more thin gypsy thief
Jane uyandı, / Well, i see jane’s awake
Selam söylüyor sana. / She send her regards

Ve sana ne söyleyebilirim kardeşim benim, katilim benim! / And what can I tell you my brother, my killer
Ne söylemek mümkün?/ What can i possibly say
Sanırım seni özlüyorum, / I guess that i miss you
Sanırım seni affediyorum. / I guess i forgive you
Yoluma çıktığın için memnunum. / I’m glad that you stood in my way

Ve eğer buralara gelirsen / And if you ever come by here
Jane için ya da benim için, / Be it for jane or for me
Bilmeni isterim ki düşmanın uyuyor / I want you to know your enemy is sleeping
Ve kadını özgür. / I want you to know your woman is free

Evet, teşekkür ederim, / Yes and thanks 
Çekip aldığın bela için onun gözlerinden / for the trouble you took from her eyes
Onun orada olmasının bir hayrı olduğunu düşünürdüm / I thought it was there for good
Bu sebeple almayı hiç denemedim ben. / So i never really tired

Ve jane saçından bir tutamla geldi / And jane came by with a lock of your hair
Onu senin verdiğini söyledi / She said that you gave it to her
Her şeyi temize geçip adam olmayı planladığınız o gece.. / The night that you planned to go clear

Sevgiler, l. cohen”  / Sincerely, l.cohen

 

“Çığ ( Avalanche)

Bir çığın içine adım attım / Well I stepped into an avalanche,
Tüm ruhumu kapladı /  / it covered up my soul;
Karşındaki bu kambur olmadığım zaman / when I am not this hunchback that you see,
Altın tepenin altında uyurum / I sleep beneath the golden hill.
Acıyı fethetmek isteyen sen / You who wish to conquer pain,
Bana iyi hizmet etmeyi öğrenmelisin / you must learn, learn to serve me well.
Kazayla çarptın bana / You strike my side by accident
Hedefine doğru giderken / as you go down for your gold.
Giydirip beslediğin sakat kahraman / The cripple here that you clothe and feed
Ne açlıktan ölüyor ne de soğuktan / is neither starved nor cold;
İstediği yok senin arkadaşlığını / he does not ask for your company,
Dünyanın merkezinde hele / not at the centre, the centre of the world.
Ben bir kaidenin üstündeysem / When I am on a pedestal,
Sen değilsin beni oraya çıkartan / you did not raise me there
Zorlayamaz beni senin yasaların / Your laws do not compel me
Diz çökmeye protesto etmeye ve katlanmaya / to kneel grotesque and bare.
Ben kendim bir kaide gibiyim / I myself am the pedestal
Baktığın bu çirkin kambur için / for this ugly hump at which you stare.
Acıyı fethetmek isteyen sen / You who wish to conquer pain,
Beni neyin yumuşattığını öğrenmelisin / you must learn what makes me kind;
Bana sunduğun aşk kırıntıları var ya / the crumbs of love that you offer me,
Onlar arkamda bıraktığım kırıntılar / they’re the crumbs I’ve left behind.
Acıların yetmez seni tanıtmaya / Your pain is no credential here,
İşte sadece yaramın bir gölgesi / it’s just the shadow, shadow of my wound.
Seni özlemeye başladım bile / I have begun to long for you,
Hiçbir hırsı olmayan ben
Seni istemeye başladım bile
Hiçbir ihtiyacı olmayan ben / I who have no need.
Beni bırakıp gideceğini söylüyorsun / You say you’ve gone away from me,
Ama duyabiliyorum rüzgarın esintisini / but I can feel you when you breathe.
Benim için giyme bu çaputları / Do not dress in those rags for me,
Biliyorum yoksul olmadığını / I know you are not poor;
Beni artık o kadar korkusuzca sevmiyorsun / you don’t love me quite so fiercely now
Emin değilsin biliyorum / when you know that you are not sure,
Şimdi sıra sende sevgilim / it is your turn, beloved,
Giydiğim senin tenin / it is your flesh that I wear.

Çeviri: Mustafa Yılmazer

 

“Suzanne

Suzanne seni ırmağın yakınındaki yerine götürüyor, / Suzanne takes you down to her place near the river
teknelerin geçtiğini duyabilir, / You can hear the boats go by
geceyi onun yanında geçirebilirsin. / You can spend the night beside her
Biliyorsun yarı deli olduğunu / And you know that she’s half crazy
ama orada olmayı istemenin nedeni de bu, / But that’s why you want to be there
seni ta Çin’den gelen çay ve portakallarla besliyor / And she feeds you tea and oranges That come all the way from China
ve tam söylemek istediğinde ona verecek bir sevgin olmadığını seni / And just when you mean to tell her That you have no love to give her
kendi dalga boyuna alıyor / Then she gets you on her wavelength
ve sözü ırmağa bırakıyor, / And she lets the river answer
senin her zaman onun sevgilisi olduğunu söyleyen. / That you’ve always been her lover
Ve onunla yolculuk etmek istersin, / And you want to travel with her
körü körüne gitmek istersin / And you want to travel blind
ve sana güvenebileceğini biliyorsun, / And you know that she will trust you
çünkü zihninle dokundun onun mükemmel vücuduna. / For you’ve touched her perfect body with your mind.
İsa, yapayalnız suda yürüdüğü zaman bir denizciydi / And Jesus was a sailor When he walked upon the water
tahta kulesinden bakarak uzun bir zaman geçirdi, / And he spent a long time watching From his lonely wooden tower
ve yalnızca boğulan insanların onu görebileceklerinden emin olduğu zaman şöyle buyurdu: / And when he knew for certain Only drowning men could see him
“Tüm insanlar denizci olacak, / He said “All men will be sailors then
deniz onları serbest bırakana dek.” / Until the sea shall free them”
Ama kendisi gök açılmadan çok önce kırıldı. / But he himself was broken Long before the sky would open
terkedilmiş, hemen hemen bir insan gibi, / Forsaken, almost human
bilgeliğinin ağırlığıyla bir taş gibi battı. / He sank beneath your wisdom like a stone
Ve onunla yolculuk etmek istersin, körü körüne gitmek istersin, / And you want to travel with him And you want to travel blind
belki de onun sana güvenebileceğini biliyorsun / And you think maybe you’ll trust him
çünkü zihniyle dokundu senin mükemmel vücuduna. / For he’s touched your perfect body with his mind.
Şimdi Suzanne elinden tutup seni ırmağa doğru götürüyor, / Now Suzanne takes your hand
Salvation Army’den aldığı çaputlar ve tüyler giyiyor / She is wearing rags and feathers From Salvation Army counters
ve güneş limandaki hanımefendimizin üzerine bal gibi dökülüyor / And the sun pours down like honey On our lady of the harbour
ve o da çöpler ve çiçekler arasında nereye bakacağını sana gösteriyor / And she shows you where to look Among the garbage and the flowers
Denizyosunlarında kahramanlar var, / There are heroes in the seaweed
sabahta çocuklar var, / There are children in the morning
sevgi için uzanıyorlar, / They are leaning out for love
Suzanne aynayı tutarken sonsuza dek öyle uzanacaklar. / And they will lean that way forever While Suzanne holds the mirror
Ve onunla yolculuk etmek istersin körü körüne gitmek istersin, / And you want to travel with him And you want to travel blind
ve ona güvenebileceğini biliyorsun,/ And you think maybe you’ll trust him
çünkü zihniyle dokundu senin mükemmel vücuduna / For he’s touched your perfect body with his mind.”

Çeviri: Mustafa Yılmazer

“Bu Valsi Yap (Take This Waltz)

şimdi viyana’da saat on sevimli ,hoş kadın / Now in Vienna there’s ten pretty women
orada ölümün üstünde ağladığı bir omuz var / There’s a shoulder where Death comes to cry
orada dokuzyüz pencereli bir lobi var / There’s a lobby with nine hundred windows
orada güvercinlerin ölmeye gittiği bir ağaç var / There’s a tree where the doves go to die
orada sabahtan kopmuş bir parça var / There’s a piece that was torn from the morning
ayazın salonunda asılı duruyor / And it hangs in the Gallery of Frost
ay,ay,ay
bu valsi yap,bu valsi yap / Take this waltz, take this waltz
onun ağzındaki kelepçelerle bu valsi yap / Take this waltz with the clamp on its jaws

oh,seni istiyorum,seni istiyorum / Oh I want you, I want you, I want you
ölü bir derginin durduğu bir sandalye üzerinde / On a chair with a dead magazine
zambağın tepesindeki bir mağarada / In the cave at the tip of the lily
aşıkların hiç uğramadığı koridorlarda / In some hallways where love”s never been
ayın terlediği bir yatakta / On a bed where the moon has been sweating
kum ve adımlarla dolu bir çığlıkta / In a cry filled with footsteps and sand
ay,ay
bu valsi yap,bu valsi yap / Take this waltz, take this waltz
onun kırık bileğini eline al / Take its broken waist in your hand

bu vals,bu vals,bu vals / This waltz, this waltz, this waltz, this waltz
brandy ve ölümün her nefesiyle / With its very own breath of brandy and Death
denizlere demir atarak / Dragging its tail in the sea

viyana’da bir konser salonu var / There’s a concert hall in Vienna
senin sözlerinin bin baskısı olan / Where your mouth had a thousand reviews
orada erkek çocukların konuşmayı kestikleri bir bar var / There’s a bar where the boys have stopped talking
onlar hüzünle ölümü sorguluyorlar / They’ve been sentenced to death by the blues
ama senin resmine tırmanan kim / Ah, but who is it climbs to your picture
taze kesilmiş gözyaşlarında oluşan bir çelenkle / With a garland of freshly cut tears?
ay,ay,ay

bu valsi yap,bu valsi yap / Take this waltz, take this waltz
bu valsi yap,yıllar geçiyor / Take this waltz it’s been dying for years

orada çocukların oynadığı bir tavanarası var / There’s an attic where children are playing
biraz sonra seninle uzanacağımız / Where I’ve got to lie down with you soon
macar laternalarının düşünde / In a dream of Hungarian lanterns
tatlı bir öğleden sonranın sislerinde / In the mist of some sweet afternoon
ve senin hüznüne ne bağladığını göreceğim / And I’ll see what you’ve chained to your sorrow
tüm suskunluğun ve kar zambaklarını / All your sheep and your lilies of snow
ay,ay
bu valsi yap,bu valsi yap / Take this waltz, take this waltz
“seni asla unutmayacağım,bunu biliyorsun” sözlerinle / With its “I’ll never forget you, you know!”

bu valsi yap,bu valsi yap / This waltz, this waltz, this waltz, this waltz

ve seninle viyana’da dansedeceğim / And I’ll dance with you in Vienna
bir maske takacağım / I’ll be wearing a river’s disguise
omuzlarımda vahşi bir sümbül / The hyacinth wild on my shoulder
ağzım şebnemlerinde / My mouth on the dew of your thighs
ruhumu albümlere gömeceğim / And I’ll bury my soul in a scrapbook,
fotoğraflar ve yosunla kaplı / With the photographs there, and the moss
güzelliğinin akışına kaptıracağım / And I’ll yield to the flood of your beauty
ucuz kemanım ve haçımla / My cheap violin and my cross
ve beni dansınla alıp götüreceksin / And you’ll carry me down on your dancing
bileklerinde taşıdığın havuzlara / To the pools that you lift on your wrist
oh aşkım,oh aşkım / Oh my love, Oh my love
bu valsi yap,bu valsi yap / Take this waltz, take this waltz
hepsi senin şimdi..orada duruyor / It’s yours now. It’s all that there is”

“İşte (Here it is)

İşte senin tacın / Here is your crown
Ve mühürün ile yüzüklerin / And your seal and rings;
Ve iste herşeye olan sevgin / And here is your love for all things.
İşte senin yük araban / Here is your cart,
Ve kartonun ile sidiğin / And your cardboard and piss;
Ve işte bunun hepsine olan sevgin / And here is your love for all of this.
Herkes yaşayabilir / May everyone live,
Ve herkes ölebilir / And may everyone die.
Merhaba aşkım / Hello, my love,
Ve aşkım hoşçakal / And my love, Goodbye.

İste senin şarabın / Here is your wine
Ve sarhoş yıkılışın / And your drunken fall;
Ve işte senin aşkın/ And here is your love.
Bunun hepsine olan aşkın / Your love for it all.
İste senin hastalığın / Here is your sickness.
Senin yatağın ve tavan / Your bed and your pan;
Ve işte senin kadın ve erkeğe olan sevgin / And here is your love for the woman, the man.
Herkes yaşayabilir / May everyone live,
Ve herkes ölebilir / And may everyone die.
Merhaba aşkım / Hello, my love,
Ve aşkım hoşçakal / And my love, Goodbye.

Ve işte gece / And “here is the night,
Gece başladı / The night has begun;
Ve işte senin,oğlunun kalbindeki ölümün / And here is your death in the heart of your son.
İşte senin şafağın / And here is the dawn,
(Ölüm bize görevini yapıncaya kadar) / (Until death do us part);
Ve işte senin,kızının kalbindeki ölümün / And here is your death,In your daughter’s heart.
Herkes yaşayabilir / May everyone live,
Ve herkes ölebilir / And may everyone die.
Merhaba aşkım / Hello, my love,
Ve aşkım hoşçakal / And my love, Goodbye.

Ve burada sen acele ettin / And here you are hurried,
Ve burada sen gittin/yok oldun / And here you are gone;
Ve iste aşk / And here is the love,
Tüm bunlar aşkın üzerine inşa edilmiştir / That it’s all built upon.
İşte senin haçın / Here is your cross,
Senin çivilerin ve senin tepen / Your nails and your hill;
Ve işte senin listedeki yerine yazacağın aşkın / And here is your love,that lists where it will
Herkes yaşayabilir / May everyone live,
Ve herkes ölebilir / And may everyone die.
Merhaba aşkım / Hello, my love,
Ve aşkım hoşçakal / And my love, Goodbye.”

“Everybody Knows”, “Partisan” , “Democracy” şarkılarında görülebileceği gibi politikadaki hilelerin , insanlıktan uzak mücadelelerin,  savaşın ziyan yüzünün , kız çocuğu olan Lorca’ya ismini verecek kadar  şair Federico Garcia Lorca, Che Guevera, Jeanne d’Arc, gibi devrimcilerin devrim gerekliliğinin farkında yaşayan Cohen, aşkı , bilgeliği, zamanı, umutsuzluğu, terkedişi, ölümü ve bilinçdışını tüm bunların aksine, tuhaf bir huzurlu sesle söylerken, isminin ölümsüzlüğünde, sıradanlığını keşfetmiş bir şekilde, hatalarını, özlemlerini, pişmanlıklarını, nefretlerini ve affettiklerini de dahil ederek geleceğe dair şu sözleriyle de insanlığın geleceğine ve kendine ait 1934’ten bu yana gelen tecrübesiyle de harmanlayarak , gidilen yeri bilir ve Nirvana’nın arzusu gibi, konserlerinde de gördüğümüz, şarkılarıyla beraber hepimizi sahneden yaşımız ne olursa olsun dans ederek ayrılmaya çağırır:

“Bir Döneme Giriyoruz

“Bir şaşkınlık dönemine giriyoruz, insanların umutsuzluğun ortasında ışığı ve umutlarının doruğunda baş dönmesini bulduğu ilginç bir an. Aynı zamanda dinsel bir an, tehlike de burada. İnsanlar Otorite’nin sesine boyun eğmek isteyecek ve Otorite’nin tam olarak ne olduğu konusunda bir çok acayip kurgu oluşacak her zihinde. Aile herşeyin Temel’i olarak yeniden ortaya çıkacak, bol bol onurlandırılacak, bol bol övülecek ama başka olanaklardan etkilenmiş olan bizler, biz sadece devinimleri tekrarlayacağız, ama aşkın devinimlerini. Kamunun Düzen özlemi bir çok inatçı ödün vermez insanı onu dayatmaya davet edecek. Hayvanat bahçesinin hüznü çökecek toplumun üzerine.

Sen ve ben, suçsuz yakınlığı özleyen, sorgulayan hazzın ilk sözcüklerini söylemeye bile hevessiz olacağız, cezalandırılma korkusuyla. Çaresiz her şey bir şakanın ardında yaşayacak. Ama yemin ederim ki ben senin parfümünün menzilinde yaşayacağım.

Ay bugün ne kadar çatık kaşlı görünüyor. Demir Bakire’nin yüzü gibi, her zamanki göze batmayan budaladan ziyade.

Eğer şimdi Freud’un onurunun zedelendiğini düşünüyorsan ve Einstein’ın ve Hemingway’in, bekle de gör o beyaz saçlarla neler yapılacağını, benden sonra gelenler tarafından.

Ama bir haç olacak, bir işaret, bazılarının anlayacağı gibi, gizli bir toplantı bir uyarı. Kudüs’ün içine saklı bir Kudüs. Beyaz elbiseler giyiyor olacağım, her zamanki gibi ve En İçsel Yer’e gireceğim nesilden nesile yaptığım gibi, yalvarmak, dilemek ve haklı çıkarmak için. Gelin ile Damat Odası’na gireceğim ve kimse izlemeyecek beni.

Hiç kuşkun olmasın, yakın bir gelecekte bu tür şeyleri daha çok görüp duyacağız benim gibi insanlardan.”

Cohen’in sessizliğine, kusurlarına, deneyimlerine, şiirlerine, aşka, kırgınlıklara, muzipliğe ve umutlara dair diğer sevdiğim şarkıları aşağıdaki videolardan izleyebilirsiniz…

 

Temini ve hediyeleriyle katkı sağlayan herkese teşekkür ederek; Ek Okumalar ve Kaynaklar:

Görkemli Kaybedenler – Leonard Cohen – Versus Yayınlar
Bir Kadına Dokunmayı Özlüyorum  – Leonard Cohen-  Artshop yayıncılık
http://www.leonardcohenfiles.com/
Rock Ozanları – Leonard Cohen – Patti Simith – Mustafa Yılmazer – De ki Basım
Leonard Cohen Şarkılar – Şiirler – MUSTAFA YILMAZER | Nadir Kitap

 

 

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat