Eki 232010
 

 

 

Orhan Veli Kanık - Müşfik Kenter - Orhan Veli Şiirleri - Kenterler Tiyatrosu

alıp başımı gitmiştim
koşmuşum Ay’a kadar
üstümde ter kokularımla
yorulmuşum germiştim hamağımı
bahar rüzgarında
yapraklarını sallayan iki ağaca
tam gözlerimi kapattım kapatacağım
diyordum değmeyin keyfime aman ha! ! !

birdenbire duydum ismini
hani şu gürültülü takalar geçerken
sessizlik senin sesinle üzerime gelirken
çekilin Orhaan Velii geliyor diye
kulağıma kuşlar fısıldarken
ya gidin başımdan dedim
yalan söylemeyin yok daha neler
aa sonra bir baktım
gökyüzünü boyuyor biri mavi mavi
bir baktım deniz yırtılmış dikiyor biri
Uzaktan tanıyamadım ama
deniz feneri aydınlattı çehreni

 

Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni
…..

/ Reha BAŞOĞUL – ‘Orhan Veli’yle Konuşuyorum Bedenim Boyalı’ şiirinden. [Şiirin Tamamı için >]

Dünyayı midye kabuğunun aralığından gören ve 14 Kasım 1950’de, 36 yaşında, önce alkol komasından olduğu zannedilen, sonradan bir çukura düşmesinin yarattığı beyin tramvası ile öldüğü raporlanan Orhan Veli Kanık’ın sesi, dramı, çocukluğu ve dünyası çoğumuz için sigara yakarken ki pozuyla Müşfik Kenter’in sesiyle örtüşür, öyle zannedilir.

Müşfik Kenter ise 30 yılını verdiği Orhan Veli’yi anlatma sevdasından hala yorulmamış bir sesle ve azimle vazgeçmedi. Kenter Tiyatrosu’nun  2010-2011 sezonunu açılışı da bu anlamlı etkinliğin 30.yılında perdesini tekrar açtığı tek kişilik oyun oldu. Murathan Mungan’ın oyunlaştırdığı, Oğuz Aral’ın tasarladığı dekorlar, Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı ve Selmi Andak’ın besteleriyle canlı piyano eşliğinde bir Müşfik Kenter gösterisi izledik, yine güldük, eğlendik, duygulandık, andık, doyamadık, özledik…

Orhan Veli - Müşfik Kenter - Şiir - Tiyatro - Kenterler Tiyatrosu

Müşfik Kenter’in sesinden dinlediğimiz, Orhan Veli’nin 43 şiirinden oluşan “Bir Garip Orhan Veli” albümü, Fenerbahçe sahilinde yaz günü,bir gece yarısı, kulağımda walkman, adaları seyrederken, hamakta ve deniz feneri ışığında konuçlanan bana, 10 seneden aşkın süre önce, yukarıda bir kısmına yer verdiğim yani “Orhan Veli ile Konuşuyorum Bedenim Boyalı” şiriini yazdırmıştı. Sonradan düşündüğümde “Boyandım”, “Bulutlar”, “Kim bilir?”,”Kırık Kalpler”, “Göçtüler”, Son Nefes” gibi bazı şiirlerimde Orhan Veli’nin ve Garip akımının etkisinde kaldığımı görebiliyorum.

Orhan Veli - Müşfik Kenter - Ben Orhan Veli

Continue reading »

Haz 012010
 

Dikiş iğnesi
izlerinden kaçıyor
parmak çocuklar

***

El kadar akıl
düşer mum ışığında
ölümlü gözden

***

her ölüm yüzü
kanar dünya aklına
sana gülmeden…

***
şarap bitince
düştü gölün içine
ıslak saçları

***

gamlı bir fadiyez
perdesini yırtarsa
parlar dolunay

***

gölgesi sevda
denizi seyrediyor
yan yatmış ağaç

***

Continue reading »

May 312010
 

Ay Başı Moda’sı

Cımbızla soğuğu çekilmiş dalgaya karşı
mefturuz elbet
çarşafın alın çizgilerinde
deniz kokulu taşlarla sert oynuyoruz oyunu
ölümden bi haber
çıngıraklı normlar koynumuzda
ne süngülü bir tarif çiçeği
ne de onu koyacak kelepçeli bir zarf kalmış aramızda
devinimlerimiz annemizin yüzü
tütünlerimiz edepsizlik tözü
cenup kokuyor desem fena
ya mahçup
kim bilir
belki bir gümüş gözyaşı dökülecek ay’ın yanağında
abiyesini giymiş rüzgarla dönen dünyaya da reva
masmavi tırnaklarına kaçmış
çağ hala karanlık çağ
cezalarımız yapıştırılmış yıldızlara
etraftan gören memnun
görmeyen meçhul
bir bir şahlanacak vaatler kayıp
kadehler dilimize tebeşir
iskeleninse göğüsleri açılıyor
el ele kadının yelkenli kaygıları giriyor
eksik bakıyor adalar
şaire de deva değildir
pohpohlayıcı anılara demir atmak
veya bedeni lütuf gibi sunmak
kelam kaçkındır
anlaşılır bu hangi rüzgardan kalan bulantı
bakılır burçlara ezalı azalı
o değil mi
serseri martılara konmuş ağlarla dibe batıp çıkan
imlası bozuk kusan, gözleri feveran
evvelden de biliyorum
kanılmazmış
yamyam takalara
çatık kaşlı körfezin ruhban okulundan
ışıl ışıl parlayan hayırsız balık pullarına
oysa
müflis bir lahzadan sana kalandır hüda
oysa
hastalıkta ve sağlıkta
hayali bile erekte bir veda…

Reha BAŞOĞUL

May 272010
 

Öğütmeyen Değirmenler

hicaz-u puselik ile ay koğuşunda mahkumsak
kuşlarla fesat, yakamozla mahvatsak
birbirini yiyorsa içteki kurtlar
ya vücut rayihalarında lisan diyorsa ram
ya da usulsüzse fezadaki gam
durmuyorsak, arıyorsak
bakıyorsak içe, en dibe bi perva gözlerle
işitiyorsak darb-ı meseller arasında balçıklarımızdaki haramları
göğüs kafeslerimize baykuşlar nakşediyorsa menkup karaltıları
naralar atıyorsa günden kalan yanımızdaki kıvrak vücutlar
sevişiyorsak pespaye nazlı ve ıtri vakitlerde
arşta dedikodular arzda sataşmalar ile doluyorsa havz-ı hayal
hicret vakti yanaşıyorsa urlardan
böylece üstümüze yüklenmişse
somdansa semer
olmuyordur, pişmiyordur,elenmiyordur
öğütemiyordur kerbelada kerahetleri değirmenler

Reha Başoğul

Mar 082009
 

Maske

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Doğduktan sonra
alınır bir tane
ölmeden önce
satılır bin tane

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

benzemez
hiçbiri birbirine
giyilir
duruma göre

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

görünce
göremezsin çirkinliğini
göremeyince
görürsün güzelliğini

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gün gelir
ağlar sevdiğine
gün gelir
güler sevmediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

bazen
doğruyu gizler
sevmediğinden
bazen
yanlışı ister
sevdiğinden

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gece
yokedilir varolanı
gündüz
varedilir yokolanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

az bulunur
hep çıkarılamayanı
zor bulunur
hiç takılamayanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

kanmaz
kendisinin söylediğine
kanar
başkasının söylemediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Ve böylece
gelir ki
ölüm döşeğine
karşılar herbirimizi
karanlıktan bir maske
koyulur
tüm maskeler öne
sorulur ki
uyar
bu duruma hangi maske
girer
tek başına kabire
istenir ki
benzemelidir
herbirimize
doğarken giydirilene

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Reha Başoğul

Şub 082009
 

Küp Şekerden Düşgen
-Aşk sanatının sadece hissedilen matematiğine…-

sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen…

Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
parmaklıkları demirden
yüzeyi mavisinden bilinen küreye
ölçtü, biçti ve yakaladı kurbanını
zihin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı’daki kiralık bir sobalı dairede…

hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutan çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
çıkık Kutusundan çıkardığı
kibrit çöpünün tekiyle alındı boğazına
kalın purosunun acı tadı
dansederken yüksek ökçeli topuklarla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramofondan uçan elmaslar
doluşurken kulağındaki raflara
çaldı kapısını çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan korla

gömleğindeki odunlarla
mahallelerden birinin kenarında yakaladığı
üçgen bir vücudu alıkoyuyordu çember sakallı
ok gibi kesişti gözyuvarları
ayakkabı dolabının yanından
sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebilirdi ancak ikisinin bacakları…
sonunda dışbükeyden iki dudak
birleşti sobanın kenarında yassılaşarak
sütün bacaklı kadın
çözdü üstündeki fiyonkları
çıkardı kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donunda
oval bir öpücük izi bırakılınca
yerleşti aniden kucağına
sandalyede birikmiş çember sakallı
aldı eline buzları
dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış tekerlekler gibi
balkonun fayanslarına girince
emretti zurnanın son deliği
kadının sütun bacakları pergele uyunca
çember sakallının kamışı
karanlıklarla kaplandı kadına özgü oyukta
zevkin köşeleri dört olunca
borazankuşları inledi balkonda
uçarken bütün aşk balonları havaya
evin bacasına kaçan metal topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurların şablonlarını…

üzerinden geçen silindirle
sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar dondurucu göğsünde
yere düşürdüğü her gözyaşı
sütunları çözülemeyen bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

koştu salonuna
içi kabarık
sütun bacaklı kadın
buzkıracağıyla saldırdı aynasına
yere yığılıp kalan cam parçalarıyla
yaklaştırdı sivriliğini bileğindeki damarlara
o anda
bir ağaçtan koparak
pencereden girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
sarkıt oldu kış güneşinin ışıkları
yüzen kağıt gemi gibi
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
ısırgan dudaklarla bakındı aynaya
teğet geçiyordu mematından
tayfını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halınca
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
aldılar cenaze arabasıyla
çember sakallıyı balkondan
yatırdılar
gölgesi yıkık minareye sarılı
tabutu hilal bakışlı
soğuk musalla taşına
gömülü kaldı dualar
kan çanağı Dünya’nın
anıt olmuş toprağına…

baktı dairesine tekrardan
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalamadığından
kaçıramadı gözlerini televizyon ekranından

ikiz kulelerin yıkılmasıyla
tank sesleri
top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
herşeyden habersiz çocuk
annesinin sırtında
rulolanmış gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
kelimeler düğümlendi boğazına
kendi kendine söylendi olanlara
‘bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu…’
çıkardı kalemden dolmayı
ve son bir solukla yazdı
zarfı kazıklara saplanacak mektubunun
kanlı satırlarını:

‘ben elmas rüyaları olan
küreselleşmeye yanıt
sütun bacaklı kübist bir kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılmış
küreselleşmeye karşıt
çember sakallı fakir bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
siz de bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mıydınız
bir mozaik olarak yan yana
aynı toprakta? ‘

sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve eridi bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen…

——

sıyrılır
zeka
küpünden
sabır
küpüne
yapışanlar
anlatır
aslını
bilinçli
yapan
hatalar

Reha Başoğul

Oca 262009
 

Avam Eğlencesi

Gökyüzüne açılan terasta
biri erkek biri dişi
Sırnaşıyor birbirine iki deli
İnlemelerle başlıyor kokofoni

Sorulmuyor artık esaretin bedeli
Duyulmuyor artık at kişnemeleri
İsteme dedim değil mi sana
Kumandilar’ın uçtuğu yeri

Çıplaklığın mı nüksedecek
Kanatların mı açılacak şimdi?

Of seni ipekli
Ah seni dantelli
Kanınla yokluyorsun
alışkanlığımın niyetini
Bozma dediğim değil mi sana
Tao’nun sükunetini

Of seni ferli
Ah seni süslemeli
Sürtünmenle kışkırtıyorsun,
nefsimdeki kudretimi
Açma dedim değil mi sana
Pandora’nın kilidini

Of seni hevesli
Ah seni terli
Dişlerinle soyuyorsun
üstümdeki tek bezi
Oyma dedim değil mi sana
Rodin’in Idollerini

Of seni dövmeli
Ah seni kisveli
Kokunla fırlatıyorsun
salıverdiğim elbiseni
Soyma dedim değil mi sana
Goya’nın kontesini

Of seni işveli
Ah seni şeftali
Arınışınla aşıyorsun
göğsümdeki yükseltiyi
İçme dedim değil mi sana
Soma’nın zehrini

Of seni böğürtlenli
Ah seni lekeli
Dilinle boyuyorsun
tenimin rengini
Tatma dedim değil mi sana
Dionysos’un meyvelerini

Of seni kasvetli
Ah seni iksirli
Kavruluşunla siliyorsun
şeffaflığımdaki nemi
Düşünme dedim değil mi sana
Dosojin’in imgesini

Of seni incili
Ah seni küpeli
Serpilişinle susturuyorsun
zihnimdeki kelimeleri
Uyandırma dedim değil mi sana
Athos’un rahiplerini

Of seni gizemli
Ah seni ateşli
teslimiyetinle okşuyorsun
gözlerimdeki çaresizliği
Dinletme dedim değil mi sana
Paganini’nin capricelerini

Of seni hararetli
Ah seni pileli
Saçlarınla döküyorsun
damarlarıma kadehi
Duyma dedim değil mi sana
Pan’ın ezgisini

Of seni yabani
Ah seni pençeli
Tırnaklarınla çiziyorsun
sırtımdaki çizgileri
Koklama dedim değil mi sana
Lotus’un mavilisini

Of seni şehvetli
Ah seni öfkeli
ruhunla avuçluyorsun
bedenimdeki yükseltiyi
Hatırlama dedim değil mi sana
Hermes’in düşlemini

Of seni dünyevi
Ah seni kibirli
Dişiliğinle ısırıyorsun
boynumdaki deriyi
Savunma dedim değil mi sana
Epicur’un fikrini

Of seni vahşi
Ah seni sinsi
Uyuşturmanla boğuyorsun
kabarttığım istediğini
Uygulama dedim değil mi sana
Tiberius’un emrini

Of seni asi
Ah seni zilli
Ağırlığınla sarmalıyorsun
kudurttuğum zevki
Bulma dedim değil mi sana
İsis’in kaybettiğini

Of seni işveli
Ah seni yabani
Islaklığınla çalkalattırıyorsun
çıkamadığım girintiyi
Çalma dedim değil mi sana
Amour’un senfonisini

Of seni neşeli
Ah seni tiryaki
Özünle kamaştırıyorsun
Çağlayanımın heybetini
Kutsama dedim değil mi sana
Tagata’nın ayinini

Of seni yahşi
Ah seni kaprisli
Hırsınla değiştiriyorsun
oynadığım sahneyi
Okuma dedim değil mi sana
Aretino’nun sonelerini

Of seni titremeli
Ah seni esrimeli
Uçurumunla tutuşturuyorsun
kasıklarımın kenetlenmesini
Yutma dedim değil mi sana
Min’in yemini

Of seni sevimli
Ah seni lanetli
Tükenmişliğinle öpüyorsun
yanak dayanmış göbeğimi
Özlettirme bana dedim değil mi sana
‘Homo sum! ‘ demeyi

Söylettirme bana dedim değil mi sana
‘Plaudite, comoedia finita est. amici! ‘

Yaşattırma bana dedim değil mi sana
Kronos’un Avam eğlencesini

Reha Başoğul

Oca 262009
 

At Sırtında

At sırtında
kaçırırsın
alnına ak balık düşmüş kızını
bir ıslıkla
Rüzgar Tanrıçalarından
edersin al aşağı
sürgün rüyalarını
eteklerinde taş taşıyan
bir bilgenin öpülecek
sakalı gibi
karlı Kaf Dağı’ndan
kaparsın ruhunun sancağını
gökyüzünün sisli ummanlarına çıkarak, çırılçıplak
fırlarsın yayından
sarsmak için unutulmuş renklerin yamaçlarını
çiğnersin humuslu tarlalarında
çehrene sıçramış çamurlu toprağı
kurumuş akıncıbeyi unvanınla
dalarsın Kızılçam Ormanlarına
kışlatılmış arı kovanları arasından
koşarsın dörtnala
eline dolaşmış testeremsi yelelerin ucuyla
döndürünce kafasını
ayaklarına kapanacak menekşe alacası
eğilerek selamını alır
gözüne kaçan mor boyası
serserilik eder bir atmacayla
gri gölün kenarında
yarışırsın atbaşı
kulağında havayı mahmuzlayan kanatların marşı
sıcaktır daha
kaçışan ördeklerin sudaki perdeli ayak damgası
kadife renkli gölgesiyle
bacası tüten almaşık duvarlı dağ evine karşı
ciğerinde birikir
kekremsi havası
çıkartır seni baştan
kokan balığın bir anlık alın yazısı rüyası
At Sırtında

Reha Başoğul

Oca 262009
 

Aşk Gecesi
hüzzam kendinden geçmiş, bu gece sahtekâr
tanbur cenk eylemiş, çığlığı zülfikar
rebap ihya yolunda, bedenimde hünkâr
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Ötüyor alevler denizime durmuş asi
düşünmek hepimize olmuş bu anda vahi
haydi durma dön, karşında işte sani
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Kaçıyor meclisimden biri, adı mazlum
yakalayamam onu, ben basit bir kulum
süslenmiş mahşere elbet düşecektir yolum
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

dilim karanlık, gözüm gümüşten kamerî
hüznüm sancılı, yaram derinden firdevsi
sözüm bitmiş, duramam ki yeniden mahfi
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

sağıma soluma yerleşmiş, nurdan bir iclâl
adını anamam, biliyor bunu arzuhâl
kaybettim dilimin dinini, kanıyor inceden lâl
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

sorarım fani dilime niye konuşursun udî
bilmez misin kimsesizim nedir bu cebri
yaklaş kalbime, uyandırmayalım iblisi
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

ayyaş dolaşalım ki bu gece
üflenelim neyden
nefes olalım ki bu gece
bezenelim sesten
aşık olalım ki bu gece
doğalım bir’den
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Reha Başoğul

Oca 262009
 

Akıl Karışıklığı

elindeki traş bıçağıyla kadın
dikiyor aynadaki erkeğin sakallarını
kolunu kaybetmişti o sırada vapur düdüğü
susturamadı kaptanın tüten tadını
küvette kurumaya bırakılmıştı çölün sokakları

martıların yazdığı şiirler
ikinci kedinin karnında çiğnenirken
şeffaf bir nüfus cüzdanında
silikti kimliksiz soyadının sesi
ödülünü satın alınıyordu çerçevesiz çivilenen bir sisten

üstsüz bir cinsel organın yamacında
kurtulan bir dağ yakılıyordu satırlarda
yırttılar düşeşe yakalanan kulak zarını
geri kalan Tanrının saatinde
sağnak yağan güneşe açıyordu kırmızı boya

kin yutan mazgalların altında
dönüşü uçuşan bir derviş
Marilyn Monroe gibi zilli
etek takıp ağlıyordu kutsal bir kerhanede
saplandı o gece izin sırtına kaçıncı kırık diş

teraziye söndürülmüş kültablası
akvaryum insanlarından yemlerini alıyordu
kibirliydi kan, kan davasında yediği rüşvetle
üçbeş şırınga çektiler fotoğraflardan
bağırdı o doğumhaneden atomun balık kokusu

kuantum saçılıyordu gözler sağırlar mahkemesinde
beşibirlik takılmıştı sanığın diline
boynubükük bir beyin felci
seviyordu kendisini öldüren ebeyi
patladı o yalan, asılsız bir doğru paketinde

besmelesiz güne başlamayan haham
bütün günahlara aziz diyerek saf tuttu
yetimin annesine sevap çıkartan minberde
kalbine son bir böbrek taşı düşürülmeden
boğdu Tanrının ettiği duaların soluğunu

genişledi ağaç, kalem yapıştırıldığında
ipin boynu takılıydı yüzüğün kilidine
kesikmiş merdiven altından geçen piyango bileti
cenneti eşeleyerek gömüldü rıdvan
kolyesinin göğsüne sıkılan şeytanla basılmış resimle

karışıklığın aklı delirtti akvaryumun şairler defterini
salıncaklar doyurmadı yazı pişiren aralıktaki yemeği
kalemler sildi kaderin yerini
cezalıydı küvetten koparılan karların beraati
renklerin yüzüne kanadı fırçanın bileği
ezilen şaraptan kopamadı ekmeğin kisti
plağa darılmadı alınganlığın musikisi
dışına gürültülü bir duman çekemezse sigara izmariti
sinekkaydı kavuştuğundan beri terketmeliydi
toplu iğneye batırılmış büyük meydanın derisini
martılar kapıp götürmeden uçan kediyi
rahmine sokuldu Tanrının saati

Reha Başoğul

Oca 252009
 

Balıkçıyla Kabaca Pazarlık

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
haydi bitir şu tekneni beni bunaltmadan
oyalanma çivi çakmayla falan
fazla da kıçını zımparalamadan
yakalım diyorum kısmetse
senle denizci fenerlerimizi
açalım istiyorum şöyle
denize pupa yelkenlerimizi
bütün dubaları aşıp
sen de en uzaklara kırarsan dümeni
inan olsun
yeter bana…

Vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
rica minnet olmadan
götür istiyorum beni çok uzaklara
inanmıyorsun ama
hemen görmem gerek
yüreğimdeki balık sürülerini
ah yok mu o bıcırık deniz bigudileri
mübarekler gözümde tüttü şimdi
azmışım da
bunlar da kadınım olmuş sanki
anlamıyorsun ama
nasıl da özledim bi bilsen canım denizimi
bir kere olsun
sürsem yüzümü onun hoyrat lodosuna
off var ya
başım üstüne yeminle
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
sen rasgele demeyi ağzıma bir alıştırsan
ben kızdırsam güzelim dalgalarımızı
karanlığın Ay yüzüne kadar bağırsam
heryanım velet donu kadar ıslansa
gelse içime zaten bir kere bunaltı
bak şuraya yazıyorum
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
çilingir soframıza ne koyarsan
öyle hiç mızmızlanmadan öte boka
derim çok şükür amenna!
söz veriyorum
istesen de
duyamazsın artık benden
başka bir terane
ağzımdan çıktı bir kere
demedik mi ne çıkarsa bahtımıza
zaten ne diyorum ben sana
sarı çizmelerimi taksam ayağıma
yağmurluğumu da geçirdim mi üstüme
adımımı atsam güvertenin başına
elimi de kanattım mı bir kere misinayla
versen de istemem daha
palamutunmuş lüferinmiş
sanma sakın gözüm var onlarda
öylece teknenin köşesinde oturayım
daha ne olsun ki
ciğerimi ye
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
bakma bana öyle uzaktan
hiç deli görmemiş gibi
sen de söz vereceksin
çoluk çoluk ayaklarına yatmadan
ne bırakacaksın beni buzhaneye
ne sen de kaçacaksın tersaneye
geçen seferki gibi kandırmazsan
itmezsen beni elinin tersiyle
ölümü gör
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
adamı günaha sokmadan
beni daha fazla daraltmazsan
kimseyle kanlı bıçaklı olmadan
lafımı bir anlarsan
sen de yeter ulan diyip
verdiğin sözü bi tutarsan
birkereliğine dönmeyiz diyorum işte
ruhuma ağını atmış
şu mendireği kayıp namussuz bedene

Reha Başoğul

Eki 102008
 

Orhan Veli’yle Konuşuyorum Bedenim Boyalı

alıp başımı gitmiştim
koşmuşum Ay’a kadar
üstümde ter kokularımla
yorulmuşum germiştim hamağımı
bahar rüzgarında
yapraklarını sallayan iki ağaca
tam gözlerimi kapattım kapatacağım
diyordum değmeyin keyfime aman ha! ! !

birdenbire duydum ismini
hani şu gürültülü takalar geçerken
sessizlik senin sesinle üzerime gelirken
çekilin Orhaan Velii geliyor diye
kulağıma kuşlar fısıldarken
ya gidin başımdan dedim
yalan söylemeyin yok daha neler
aa sonra bir baktım
gökyüzünü boyuyor biri mavi mavi
bir baktım deniz yırtılmış dikiyor biri
Uzaktan tanıyamadım ama
deniz feneri aydınlattı çehreni
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bak bak kıskandım şimdi seni
yahu bu bana yapılır mı
elimden almışın deniz kızını?
oh oh cepler de çıkmış dışarı
utanmadan bide sarmışın sırtına balık ağlarını
bedava bunlar galiba…
ne işin var burada senin diye sordun ya
dedim hiç sormaa…
beni de bu havalar mahvetti…
gel gevezelik edelim senle dedin
mahzun duruyorum istersen ilişme dedim
bir sordun neden
bin ah çektim içimden
yine de senin gibi yarım yazmıyorum öyle mısralarımda
yaklaş hele anlatayım sana da
gör bak adalara giden gemiler artık tertemiz geçmiyor
pisletiyorlar güzelim denizimizi
nerde sizin devirdekiler
ya yan yata yata diye söylenirsin değil mi?
sorarım sonra ben onlara
sen üzülme göremedim diye
kurşunkalemim yanımda
tamam tamam unutmadım kırmızı bayraklı
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

biraz ölümden konuşalım tamam da
ya öterse ağustosböcekleri
o zaman son nefesimizi veririz işte
görürüz o zaman sonra sonsuz denizi
neyse…
Tüm bedenimi boya sen yine
hani aramızda kalsın ebemkuşağı renginde
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Hayret! …ne sırlar anlatıyorsun da
kafam şişmiyor hayret!
Hala Londra Konferansları’nda bahsediyorsun anladım da
geçti onlar anam babam geçti geçti
şimdi herkes seçimleri sakız gibi çiğniyor ağızlarında
biliyor musun
hani derdin ya
bu gaz maskeleri ay ışığını bilir mi
hep bir ağızdan şarkı söyleyebilir mi
orda duralım…bak onlar geçmedi işte
şimdi de mekanik insanlar çıkarttılar başımıza
aklın sıra
güya şiir yazacaklarmış yavuklusuna
hem de güneş batışında hem de Rumeli Hisarı’nda
peh.. bu da senin falcı kadının sözü olsa olsa
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

lakırdılarını, aşklarını anlattın bana tüm gece
ne hayatın varmış senin öyle bee
şeytana uymuşun bi de
eski karının dedikodusunu yapmıyor musun bak yine
sakın ha! hiç değişme
avunalım şairliğimizle işte
Bak aman söyleme Melih Cevdet’le Oktay Rıfat’a
bir sır vereceğim sana
ben sırf seni sevdiğim için seviyorum onları
Mahmut gibi dalga geçmesinler sonra
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Kadınlar mı dedin?
haha ben Mualla’yı atmamıştım sandala ama
senin kadar çılgındım tasalanma
çok çocukluk yaptım senin gibi ben de çok kadınla
adlarını sorma…
yok öyle yağma…
üşenme edebiyat tarihçilerine sor sen de…
ne çektirdin herkese be
bir isim uğruna öyle kütüphanelerde.
hiç komik değil, gülme öyle…
onu bırak da
ben en çok şu balıkçıları anlatırken baktım senin gözlerine
nasıl gözlerdi öyle be
benimkiler bile kıskandı senden akanları
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

hadi içelim şu rakıdaki balıkla
salatayı iliştir üstüne dedin de
süt içerim ben dedim de yüzünü ekşittin
meraksız çocuk musun oğlum dedin
kıramadım seni koydum bir kaç damla
o zaman da kafanı ben şişirdim
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bilmezler işte yalnız yaşamayanlar
nasıl korku verir sessizlik insana
nasıl koşarlar aynalara
bir cana hasret
Asıl sen söyle bakalım
biliyorum serde erkeklik var ama
Ağlasam
Sesi mi duyar mıydın mısralarımda
dokunabilir misin gözyaşlarıma
o yerdesin işte biliyorsun
epeyce yaklaşmışım ben sana
seni duydum, gördüm tamam da
nasıl anlatacağım seni
geri döndüğümde insanlara
aman boşveer altı üstü derler deli
gel ağ toplayalım senle bir güzel şimdi
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

ya baksana
insan olmak derdin, hür olalım derdin de
niye esir oldum ben sana bu kadar
kelle fiyatına mı yoksa bu da?
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Reha Başoğul