Eki 282010
 

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

“Geçip gitmişti karşısındakinin kendi eti,
kendi kanı olduğu yollu yuvacıl düşünceler.
Toz olmuş dağılmıştı babalı oğullu,
güzel kokan analı duygusal idil.
Elinden çekilip alınmış gibiydi
kendinin de çocuğun da çevresinde düşlediği,
o sımsıcak saran örtü:
Yabancı, soğuk bir yaratık yatmaktaydı dizlerinde,
niyeti düşmanlık olan
bir yabani hayvan;
o kadar ağırbaşlı
ve Tanrı korkusuyla akılcı düşüncenin
yönettiği bir kişiliği olmasaydı
çocuğu bir iğrenme anında,
bir örümcekmiş gibi
fırlatıp atmıştı bile.”

/ “Koku” romanından

Bir çok öyküsü, romanı ve senaryosu bulunan 1949 doğumlu Alman romancı Patrick Süskind, 1985 yılında basılan, 46 dile çevrilen, milyonlarca baskı yapan ve kendisine Gutenberg, Faz gibi ödüllerini kazandıran Koku (Das Parfüm) adlı romanıyla, Almanya’da bir roman hakkında postmodern öğeleri taşıması açısından ciddi ölçüde yankılarla övgüler düzülmesine ve eleştirilerin yapılmasına neden olmuş ve uzun süre çok satanlar listesinde kendi yer bulmuştur.

Fantastik, tarihi, polisiye türünü içinde barındıran bu roman, içerdiği tasvirlerle, kokuyu öyle etkileyici betimlemiş olacak ki okurlar tarafından çok ilgi gördü ve sıradışı adledildi. Bu etkileyici betimlemeler nedeniyle, romanın sinemaya en başarılı uyarlayacakların listesinde Stanley Kubrick, Tim Burton, Peter Jackson gibi yönetmenlerin isimleri anıldı. Süskind’in romanının gerçeküstü öğelerle kaplı ve birbirine çelişkili gibi gözüken durumları nedeniyle bir çok yönetmen bu romanı filme çekilmesi imkansız olarak andı ve dillendirdi. Ancak Süskind’in uzun süre bu roman sayesinde aldığı ödülleri reddettiği gibi, sinemaya uyarlanmaması için ısrarcı tutumu kırıldı ve 2006 yılında, “Run Lola Run” filminden tanıyacağımız Tom Tykwer sayesinde bu zor film, sinemalarda seyirciyle buluştu, film müzikleri ise bir çok kişi tarafından beğeniyle dinlenmeye devam ediyor.

Romanda genel olarak; eklektik bir dille postmodern öğelerin ustaca yerleştirildiği ve bir zincire vurulmuş Prometheus’un öykünülme metaforu “Tanrı-katil” ‘in kendini arayışı çok katmanlı bir şekilde dile getirilmektedir.

Koku - Das Parfum- Parfüm - Patrick Süskind - Sinema - Kitap Eleştiri - Analiz

DÖRT BÖLÜMLÜK ESRİME

Süskind, romanında, Paris’in en kötü kokan ve pislik içindeki pazar yerinde Fransızca’da kurbağa anlamına gelen Grenouille’nin doğumunu anlatarak başlar:

…Fransız Devrimi’ne az kala ceset çukurlarından bazılarının tehlikeli biçimde çökmesiyle o tıklım tıklım dolu mezarlığın kokusu çevrede oturanları, artık protesto sınırında kalmayan gerçek ayaklanmalara sürükleyince burası kesin olarak işletmeye kapatıldı; yer yarılarak altındaki milyonlarca kemik ve kafatası Montmartre’ın katakomplarına tıkıldı, mezarlığın yerine de bir yaş sebze-meyve pazarı kuruldu. İşte burada, bütün krallığın en pis kokan yerinde, 17 Temmuz 1738 günü doğdu Jean-Baptiste Grenouille. Yılın en sıcak günlerinden biriydi. Sıcak, mezarlığın üstüne kurşun gibi çökmüş, çürük kavunların kokusuyla yanmış boynuzu andıran mezarlık havasından oluşan bir karışımı yan sokaklara doğru bastırıyordu. Grenouille’in annesi sancılar başladığında Rue aux Fers’de bir balıkçı tezgâhının başında oturmuş, daha önce temizlediği akbalıkların pulunu kazımaktaydı. Balıklar sözüm ona daha o sabah Seine’den çıkmışlardı ama, öyle kokuyorlardı ki ceset kokusu bile duyulmuyordu. Grenouille’in annesiyse, ne balık ne ceset kokusu alacak haldeydi, çünkü kokulara karşı son derece körelmişti burnu. Artık tek istediği, sancının bir an önce bitmesiydi. Beşinci doğumuydu. Beşi de burada, balıkçı tezgâhının yanı başında olmuştu; doğanların beşi de ya ölü ya yarı ölü doğmuştu, çünkü içinden çıkan o kanlı et parçaları, yerde serili balık artıklarından pek farklı değildi, çok da yaşamazlardı; akşam olunca yerde ne varsa kürek kürek toplanır, el arabasıyla karşıya, mezarlığa ya da aşağı, ırmağa taşınırdı. Bugün de öyle olacaktı ve Grenouille’in annesi, ki genç bir kadındı, henüz yirmilerinin ortalarında, daha enikonu güzel, hemen hemen bütün dişleri henüz yerinde, başında daha biraz saçı bulunan, gut, frengi ve hafif ince bir hastalık dışında bir illeti olmayan, daha uzun yıllar, belki bir beş ya da on yıl yaşamayı uman, hatta günün birinde evlenmeyi, dul bir zanaatçının karısı olup sahici çocuklar doğurmayı düşleyen… Grenouille’in annesi, ne olacaksa olsun artık, diyordu…

Annesi, daha önceki beş doğumunda hissettiği gibi, o kanlı et parçaları ve balık kokuları arasında doğurduklarının bir değeri olmadığını düşündüğü doğumlardan sadece birinin sancısını yaşıyordu. Elinden geldiğince çabuk olarak gerçekleştirmesini istediği doğumda, ona göre ters giden, Grenouille’nin beklenmedik şekilde ağlamaya başlaması ile Goethe’nin önemli eserlerinden biri olan Faust’ta yer alan çocuk katili olmasına izin verilmeyecek, onun yerine kendisi öldürülecekti.

Kimliksiz Grenouille, kültürlü ve batıl inançlara karşı bir peder olan Terrier tarafından sahip çıkılacak, o da bir bebeğin gücünü tekrar kazanması için ücret karşılığında bir süt anneye başvuracaktı. Ancak sıradışı bir şey vardı: Grenouille kendisinin de farkında olmadığı bir şekilde kokusuz bir çocuktu.Çünkü Süskind, Grenouille’nin bir insanın bu roman sayesinde daha da iyi anladığı “kokuya sahip olma” hissini Grenouille için geçersiz kılmıştı. Kokusuz bebek, bakılması için karşılığında yüksek ücretler alan bir çok süt anne tarafından korkutucu bulunduğundan, hemen terkedildi ve el değiştire değiştire, nihayetinde buna bir çözüm olarak, sert ve soğuk mizaca sahip Madame Gailard tarafından üstlenildi.

Roman bu süreci şöyle anlatıyor:

…Küçük Grenouille için Madam Gaillard’m evi nimetti. Herhalde başka hiçbir yerde hayatta kalmayı başaramazdı. Oysa burada, bu ruh yoksulu kadının yanında serpildi. Dirençli bir bünyesi vardı. Nasıl çöplükte doğduktan sonra hayatta kalabildiyse, şimdi de kendini öyle kolay kolay bu dünyanın dışına ittireceğe benzemiyordu. Günlerce cıvık çorba içebiliyor, en sulusundan sütle yetinebiliyor, en çürük sebzeye, bozulmuş ete bana mısın demiyordu. Çocukluğu boyunca kızamıktan, dizanteriden, suçiçeğinden, koleradan, altı metrelik bir kuyuya düşmeden ve kaynar suyun göğsünü haşlamasından sağ salim kurtuldu. Geriye yaralar, sıyrıklar, çıbanlar kaldı gerçi ve onu topallatan hafif sakat bir ayak, ama yaşadı. Dirençli bir bakteri kadar inatçı, sessizce bir ağaçta bekleyip yıllarca önce ele geçirdiği küçücük bir damla kanla geçinen kene kadar kanaatkardı. Bedeni için gereksindiği, en az ölçüde besinle giysiydi. Ruhu içinse hiçbir gereksinimi yoktu. Güven, ilgi, sevecenlik, saygı -ya da işte böyle, çocukların sözüm ona gereksindiği her ne varsa- Grenouille çocuk için vazgeçilebilir şeylerdi. Dahası, öyle sanıyoruz ki, hayatta kalabilmek için kendi kendini vazgeçilir kılmıştı, ta baştan beri. Doğumundan sonraki bağırış, balık doğranan masanın altından yükselen, kendisini hatırlatan, annesini giyotine götüren bağırış acıma, sevgi arayan bir içgüdü bağırışı değildi. Ölçülü bicili, neredeyse olgun bir insan titizliğiyle tartılmış bir bağırıştı. Bununla vermişti yeni doğan bebek sevgiye karşı, ama gene de hayattan yana olan kararını. Egemen olan koşullara göre de zaten bu ikincisi, ancak birincisi olmadan mümkündü ve çocuk ikisini birden isteseydi kuşkusuz çok geçmeden yoksulluk içerisinde yitip giderdi…

Koku - Das Parfum- Parfüm - Patrick Süskind - Sinema - Kitap Eleştiri - Analiz

Romanın bir çok yerinde “kene” olarak adlandırılan Grenouille, bir çocuğun aksine, kendine ve etrafına dair keşifleri burnuyla yapmaya başlar. Tüm yürüme, beslenme, dinleme gibi gelişimlerden geri kalırken, koku alma becerisi bunların aksine bir o kadar güçlüdür. Aradan bir süre geçtikten sonra Madam Gailard, onu sepici Grimal’e yanında çalışması için verir. Oysa Grimal için de Grenouille bir kenedir ve onu bir insandan çok hayvan gibi çalıştırır.

Günlerden bir gün Greouille’yi daha önce hissetmediği bir sürpriz bekliyordu:

“On üç, on dört yaşlarında olsa gerekti. Grenouille durdu. Hemen anlamıştı yarım millik yoldan, ırmağın ta karşı kıyısından duyduğu kokunun kaynağının ne olduğunu: ne bu pis avlu, ne erikler. Kaynak, kızdı. Bir an öyle şaşkmlaştı ki, gerçekten, ömründe daha bu kız kadar güzel bir şey görmediğini düşündü. Oysa yalnız, kızın mum ışığındaki arkadan siluetini görüyordu. Tabii aklına gelen aslında, şimdiye kadar bu kadar güzel koku duymadığıydı. Ama insan kokularını, binlerce erkek, kadın, çocuk kokusunu bildiğinden, bu derece olağanüstü bir kokunun bir insandan çıkabileceğini aklı almıyordu. Genellikle insanların kokusu ya hiçbir şeye benzemez, ya da berbat olurdu. Çocuklar yavan, erkekler sidik gibi, acı acı ter ya da peynir, kadınlar bayat donyağı, bozulmakta olan balık kokardı. İlginç bir tarafı kesinlikle yoktu insan kokusunun, itici bir şeydi… İşte böylece Grenouille, ömründe ilk kez burnuna inanamayıp kokladığı şeyin doğruluğundan emin olabilmek için gözlerini yardıma çağırmak zorunda kaldı….”

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri


Bu kızıl saçlı kızın kokusu için yanıp tutuşan Grenouille, aşık olduğu bu kokuyu elde etmek için onu öldürmesi gerektiği düşünmeye başlar, öldürür de. O an kızın çenesinde, göğüslerinde, göbeğinde, dirseğinde ve saçlarındaki kokusunu içine çekerek kendinden geçmiştir Grenouille…

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Bu aşamadan sonra roman, parfümcü Baldini’nin saray hayatına beğendirmeye çalıştığı parfümlere ve parfümleri elde ediş biçime dair hikayesine geniş yer ayırır:

Parfümcü ve eldivenci Giuseppe Baldini’nin mağazasının ve evinin olduğu bina da işte buradaydı. Camekânının üstünde yeşil boyalı, görkemli bir sayvan gerili, bunun yanında Baldini’nin som altından arması asılıydı, içinden bir demet altın çiçek yükselen, altın bir flakon; kapının önündeyse, gene Baldini’nin altın sırmayla işlenmiş armasını taşıyan, kırmızı bir halı seriliydi. Kapı açıldı mı İran işi bir çıngırak düzeni ses verir, gümüşten iki balıkçıl kuşu altın kaplamalı ve gene Baldini armasmdaki flako biçiminde yapılmış bir çanağa gagalarından menekşe suyu püskürtmeye başlarlardı. Açık renkli kaymağacı yazıhanenin arkasında ise, yaşlı ve sütun gibi kıpırtısız, gümüş pudralı peruğu, altın sırma işlemeli mavi elbisesiyle Baldini’nin kendisi dururdu. Çevresini neredeyse gözle görülür bir biçimde, her sabah üstüne başına sıktığı franjipan suyundan oluşan bir bulut sarar, bu bulut kendisini uzaklarda, sisler içindeymiş gibi gösterirdi. Hareketsizliği içinde kendi demirbaşından bir parça gibi dururdu. Yalnız çıngıraklar çalıp da balıkçıllar tükürmeye başlayınca -pek sık olan şeyler değildi her ikisi de- sanki birdenbire canlanır, bütün heybeti dağılır, küçülür, bir telaş içinde yazıhanenin arkasından fırlayıp gelirdi – öyle bir hızla gelirdi ki, franjipan bulutu kolayına yetişemezdi ardından- müşteriye, en seçkin kokuları, kozmetik malzemesini takdim edebilmek için oturmasını rica ederdi.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Baldini, tüm bu teferruata rağmen, başarısız bir parfüm ustasıdır ve Grenouille imdadına yetişerek saray için en uygun parfüm damıtılması ve üretmesi için Baldini’ye yardım eder, onun şirketinin uluslararası ün yapmasına sebep olur. Grenouille, koku alma duyusuyla Baldini’nin parfüm atölyesinde ona yardım ederken, bir çok şey de öğrenmiş olacaktır:

…gönüllü olarak öğrenmeye başladı domuz yağından sabun yapma, güderiden eldiven dikme, buğday unu, badem kepeği, dövülmüş menekşe köküyle pudra hazırlama sanatını. Odun kömürü, güherçile, sandalağacı talaşını yoğurup kokulu mumlar yaptı. Mürağacı, karagünnük, kehriban tozunu sıkıştırıp doğu işi şekerlemeler hazırladı. Buhur, şellak, vetiver ve tarçını hamur edip tütsü misketleri haline getirdi. Gül taçyapraklarım, lavanta çiçeklerini, kaskarilla kabuğunu öğütüp eleyip spa-tulayla ezip Poudre İmperial’e dönüştürdü. Beyazından damar mavisinden düzgünler karıştırdı, dudaklar için karmen kırmızısı kalemler kesti. En incesinden tırnak tozunun, nane kokulu diş çubuklarının tadını aldı. Peruklar için kıvırcık edici sıvılar, siğillere, nasırlara ilaç, çil giderici cilt merhemleri, gözler için güzelavratotu özü, baylara kuduzböceği kremi, bayanlara hijyen losyonu… Bilumum suları, pudraları, tuvalet ve güzellik ilaçlarını hazırlamayı, ama bunların yanı sıra çay ve baharat harmanlamayı, likör salamura vesaire yapmayı, kısacası, Baldini’nin geniş geleneksel bilgisi içinde öğretebileceği ne varsa hepsini öğrendi. Grenouille, olağanüstü bir ilgiyle olmasa da, yakınmadan ve başarıyla öğrendi.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Ancak Grenouille için Baldini’nin imkanları ve bilgisi, kendisi için yetersiz kalacaktır ve nihayetinde aşkla bağlı olduğu kokuları elde etmek için Baldini’den ve Paris’ten ayrılarak, Baldini’den aldığı çıraklık belgesiyle, bir meslek edinmiş olarak Grasse’ye gitmek isteyecektir. Süskind bu sırada,başka bir detaya da ilgimizi çeker. Grenouille’nin terkettiği her kişi ölmektedir. Tıpkı süt anneleri veya Grimal gibi Baldini de Grenouille’nin ayrılışından sonra ölür.

Grenouille, Paris’i terkettikten sonra uzun bir süre yürür, kalabalıklardan çok doğaya, doğanın saldığı kokulara yoğunlaşır. Kendini iyice soyutladığı bu zaman zarfında, kimsenin bulunmadığı ıssız bir mağarada yaşamaya başlar.

İnzivayı seçen insanlar vardır, bilinir: bir günahın kefaretini ödemek isteyenler, başarısızlığa uğramışlar, azizler ya da peygamberler. Böyleleri çöllere çekilip çekirge ve yaban balı yiyerek yaşamayı yeğler. Kimisi de kenarda köşede kalmış adalarda, mağaralarda, dehlizlerde, ya da -biraz daha gösterişlisi- sırıklar üzerinde kurulmuş, göklere uzanan kafeslerde yaşarlar. Amaçları Tanrı’ya daha yakın olmaktır. Kendilerini yalnızlıkla cezalandırıp günahlarının ceremesini çekerler. Böyle davranırken Tanrı’nın hoşnut olacağı bir yaşam sürdükleri inancı içindedirler. Ya da aylarca, yıllarca, kendilerine yalnızlıkları içinde bir Tanrı haberi ulaşmasını bekler, gelince bir acele insanlar arasında yaymaya yeltenirler. Bunlardan hiçbiri Grenouille’e uymuyordu. Tanrı’yla en ufak bir alışverişi yoktu. Günah çıkarmıyor, yüce bir ilham beklemiyordu. Sadece kendi öz, biricik eğlencesi için çekilmişti mağaraya, sadece, kendi kendine yakın olmak için. Kendi, başka hiçbir şeyin gölgelemediği varlığı içinde yüzüyor ve bu ona harika geliyordu. Kendi cenazesi gibi, neredeyse soluk bile almadan, neredeyse kalbi atmaz olmuş gibi yatıyordu o kaya çukurunda – ama öyle yoğun, öyle taşkınca bir hayat sürüyordu ki, dışarıdaki dünyada benim diyen zevku sefa düşkünü benzerini yaşamamıştır.

Koku - Das Parfum - Parfüm - Partrick Süskind - Sinema - Kitap - Film - Eleştiri - Analiz

Grenouille, burada şimdiye kadar elde ettiği tüm kokuları hayal ederek yaşarken, yaşamının en dramatik anını keşfeder. İçsel olarak korkunç bir duyguyu, kendisini bir çok kere koklamasına karşın, kokusunun olmadığını anlar. Koku onun için bir aidiyet, kendini ifade etme biçimiyken, kendisinde bulunmaması onu daha derin bir yalnızlığa ve nefrete sürükler. Artık kendisine dair çok daha ulvi bir amacı bulmuştur Grenouille…

Montpellier’e bu ruh haliyle gittiğinde, Marquies’le buluşur. Grenouille’nin yeteneklerinden faydalanmak isteyen Marquies, onun sayesinde fluidale teorisini ispatlayan kişi olma amacını taşır. Nihai olarak Grenouille kendi kokusuzluğunu örter,onu bir “diğer insanlar gibi yapan” bir insan parfümü üretir ve büyük bir zevkle bu parfümü üstüne boşaltır. Artık kokusu vardır ve onlardan biridir, bir nevi iktidarını kanıtlamıştır. Bu iktidar kitleler önünde bir güç, istediğini yaptırma yetisini kazandığını anlamına gelir. Artık onları yöneten bir Tanrı gibi hissetmektedir:

İyice gevşemiş bir halde oturuyor, gülümsüyordu Grenouille, Saint-Pierre katedralinin bir sırasında. İnsanlar üzerinde egemenlik kurma tasarısını geliştirirken sevincinden delirmiş değildi. Gözlerinde çılgınca bir kıvılcımlanma yoktu, yüzüne bir kaçıklık ifadesi oturmamıştı. Kendini kaybetmiş değildi. Aklı o kadar yerinde, düşüncesi öyle açıktı ki, kendi kendine, bunu niçin istediğini soruyordu. Ve kendine yanıt veriyordu: istiyordu, çünkü katbekat kötüydü. Ve bu arada gülümsüyordu ve çok hoşnuttu. Mutlu olan herhangi bir insanın iyice masum görünüşü vardı üstünde. Bir süre oturduğu yerde öylece, bir duacı dinginliği içinde kalıp buhura doymuş havayı derin soluklarla içine çekti. Sonra gene keyifli bir gülümseme geçti yüzünden: Ne kadar da berbat kokuyordu bu Tanrı! Ne gülünç, ne kötü yapılmıştı Tanrı’nın yaydığı bu koku! Gerçek günlük kokusu bile değildi o buhurluklardan tütüp ortalığı dumana boğan şey. Kötü bir yerinelik kullanmışlardı, ıhlamur ağacı, tarçın tozu, güherçile karışımı bir sahtecilikti. Tanrı pis kokuyordu. Tanrı pis kokan, ufak bir zavallıydı. Aldatmışlardı bu Tanrı’yı, ya da kendisi düzenbazın tekiydi, tıpkı Grenouille gibi – yalnız kat kat daha beceriksiz bir düzenbaz!

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Koku romanının 3. bölümüne gelindiğinde Grenouille, Montpellier’den ayrılır ve Grasse’ye gider. Madame Amulfi ve sevgilisi için bir koku ustası olarak çalışmaya başlar ve bu sırada tıpkı Baldini’nin yanında olduğu gibi tarifsiz kokuları nasıl elde edeceğine dair yeni yöntemler keşfeder. Ancak içini kıpır kıpır yapan bir his unutulmamıştır: Yine kızıl saçlı bir kız ve yine onun kokusuna duyduğu Aşk.

Kızıl saçlı kız Laure onu öyle bir büyülemiştir ki Grenouille, sabırsızlıklık ve sabır arasında şimdiye kadar öğrendiği insanlara ait kokunun nasıl hapsedileceği ve bir parfüme dönüştürülebileceği bilgisiyle beklemeye koyulur.

Bu bekleme esnasında bir çok kızın kokusunu onları çırılçıplak soyarak, kokuları çalar ve parfüm şişelerine hapseder Grenouille. Laure’nin kokusu ise onun olmuş olabilecek yer yüzündeki tüm kokulardan daha etkileyici, daha iştihamlı kokunun elde edilmesi için gerekli olan son halkadır ve onu, iktidarının sembolü olarak büyük bir soğukkanlılıkla öldürür.

Tabak Grimal’i, Giuseppe Baldini’yi, Marquis de la Tailla-de-Espinasse’ı anıyordu. Paris şehrini, onun büyük, binbir telden çalan berbat havasını anıyordu, Rue des Marais’deki kızıl saçlı kızı, kırları, kokusu hafif rüzgârı, ormanları anıyordu. Auvergne’deki dağı da kesinlikle atlamıyordu bu anıyı, mağarasını, insansız havayı. Hayallerini de anıyordu. Hem de bütün bu şeyleri büyük haz duyarak anıyordu. Evet, böyle geçmişi düşündüğünde kendisini, talihin özellikle yüzüne güldüğü biri sayıyor, yazgısının onu çok dolambaçlardan geçirdiyse de sonunda doğru yola çıkardığını düşünüyordu – yoksa nasıl gelebilirdi buraya, bu karanlık han odasına, dileklerinin amacına? Evet, iyice bir düşünürse, gerçekten şanslı biriydi! içinden rikkat, tevazu, şükran yükseldi. “Sana teşekkür ederim,” dedi usulca, “sana teşekkür ederim, Jean-Baptiste Grenouille, böyle olduğun, nasılsan öyle olduğun için!” O kadar duygulanmıştı kendi kendinden. Sonra gözkapaklarmı indirdi – uyumak için değil, kendini tümüyle bu Kutsal Gece’nin huzuruna verebilmek için. Huzur kaplamıştı yüreğini. Ama ona öyle geliyordu ki, çevre de aynı huzurun egemenliği altındaydı. Yan odadaki dadının huzurlu uykusunun, koridorun karşı tarafındaki, içi iyice rahatlamış Antoine Richis’nin uykusunun, hancıyla yanaşmaların, köpeklerin, ahırdaki hayvanların, bütün köyün, denizin huzurlu uykularının kokusunu duydu. Rüzgâr dinmişti. Huzuru bozan bir şey yoktu. Bir ara ayağını yana çevirip usulca Laure’un ayağına dokundu. Aslında ayağına bile değil de ayağı örten beze; içindeki incecik yağ tabakasıyla kızın şahane kokusunu, kendi kokusunu içmekteydi bez.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Kentteki işlenen genç kız cinayetlerinden duyulan huzursuzluk ve katilin kim olduğu belirsizliği çok sürmez ve Grenouille katil olaraka yakalanır. Herkes çıldırmış ve onun bir an önce cellat tarafından öldürülmesini istemektedir. İnfaz günü ise öldürülmesi için can atan kalabalığın karşısında şimdiye kadar ürettiği parfümlerin karışımını gizlice cebinden çıkarır ve üzerine boca eder. Bu an ile beraber ondan nefret eden ve öldürülmesi için bağırışan herkesi büyük bir sevgi kaplar. Bu o kadar büyük bir sevgidir ki öldürdüğü kız Laure’nin babası bile katilinin etkisine kapılır ve onun katil olduğuna inanmaz. Tüm infaz meydanı artık herkesin birbirleriyle seviştiği bir alana dönüşmüştür.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Ancak Grenouille, sadece kendisini idamdan kurtaran bu andan hiç bir haz almaz, Onun tatmin olduğu duygu sevilmek değil, nefret edilmektir!

Tekrar Paris’e gitmek üzere yola koyulan Grenouille’nin aklındaki artık tek düşünce, mucizeler gerçekleştirmiş bir peygamber gibi tüm dünyayı ayaklarının altına alabileceğidir. Herkes ondan büyülenecek, her istediğini yaptırabilecek o eşsiz kokuya sahiptir.

Fakat Grenouille biliyordur ki bu bir yanılsamadır. O parfüm, kendine ait bir koku değildir. Asla insanların, kendisi sadece kendisi için olduğu bir sevgiyi ona veremeyeceğini ve bu maceraları, yolculuğu zaferle değil hüsranla kapatması gerektiğini anlar. Yapamayacağı tek şey, bedeninin gerçekten bir kokuya sahip kılamayacağıdır.

Evet, o Büyük Grenouille’di! Bu şimdi günışığına çıkıyordu. Bir zamanlar kendine âşık hayallerinde olduğu gibi, şimdi de gerçekte şu anda ömrünün en büyük zaferini yaşıyordu. Ve berbat mı berbat bir durumdu bu. Berbat bir durumdu, çünkü bu zaferin bir saniyesinin bile tadına varamıyordu. Arabadan kendisini insanlara sevdiren, iki yıldır çalışa çalışa hazırladığı, ömrü boyunca sahip olmaya can attığı parfümü sürünmüş olarak güneşin ışığa boğduğu meydana indiği anda… ne karşı konulmaz biı koku yaydığını, çevresindeki insanları nasıl rüzgâr hızıyla tutkun ettiğini gördüğü, kokladığı anda – o anda içinde insanlardan duyduğu bütün iğrenti yeniden yükselmiş, zaferinin öyle bir canına okumuştu ki, şimdi sevinmek bir yana, yaptığından hoşnut kalmak gibi bir şey bile duymuyordu. Her zaman özlediği şey, insanların kendisini sevmesi yani, ulaştığı anda dayanılmaz bir şey olup çıkmıştı, çünkü o kendisi sevmiyordu insanları, onlardan nefret ediyordu. Birdenbire doyumu hiçbir zaman sevgide değil, nefrette bulmuş olduğunu anladı, nefrette ve kendinden nefret edilmesinde. Ama insanlara duyduğu nefrete yankı gelmiyordu insanlardan. Şu anda onlardan ne kadar nefret etse o kadar apacaklardı kendisine, çünkü algıladıkları, üstüne yakıştırdığı iğreti halesinden, koku maskesinden, çalıntı parfümünden -gerçekten tapılacak kadar güzel olan parfümünden- başka bir şey değildi. Elinden gelse şimdi hepsini, bu ahmak, pis kokulu, şehvete dalmış yığını, aynı vaktiyle kuzgun karası ruhunun ülkesinde yabancı kokuları yok ettiği gibi yerle bir ederdi. İstiyordu ki onlardan ne kadar çok nefret ettiğinin farkına varsınlar da insan olalı duydukları bu tek gerçek duygu yüzünden nefretine nefretle karşılık versinler, kendisini bu yüzden, zaten baştan da niyetlendikleri gibi, yok etsinler. Ömründe bir kerecik olsun kendini vermek istiyordu. Ömründe bir kere öbür insanlar gibi olup içindekini dışarı vurmak istiyordu: nasıl onlar sevgilerini, aptalca hayranlıklarını dışa vuruyorlarsa o da nefretini. Bir kere, sadece bir kere kendi gerçek benliğiyle anlaşılıp başka bir insandan kendi tek gerçek duygusuna, nefretine bir yanıt almak istiyordu. Ama olmadı. Olamazdı. Hele bugün, olacak iş değildi. Çünkü dünyanın en iyi parfümüyle maskelenmişti ya, üstelik bu parfümün altında taşıdığı şey yüz değil, yalnız ama yalnız mutlak kokusuzluğuydu.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Grenouille ölümü için gerçek nedenini bulmuştur. Bir zamanlar mucizevi bir şekilde hayat çığlını atarak annesini doğurduğu o pis pazar yerine gider, burası aynı zamanda eski bir mezar yeri özelliğini de taşır. Elindeki tüm dünyayı ele geçirebilecek o parfümü üstüne boşaltır ve etrafındaki tüm haydutların, fahişelerin gözünde büyü gibi gelen Grenouille, onlar tarafından parça parça edilip, yenilerek yok edilir.

Herkes ona dokunmak istiyor, herkes ondan bir parçacık, bir tüy parçası, bir kanatçık, o harika ateşinden bir kıvılcım almak istiyordu. Elbiselerini yoldular, saçlarını, derisini parça parça yolup aldılar üstünden, pençelerini, dişlerini etine geçirdiler, çakallar gibi üstüne saldırdılar. Ama insan gövdesi denen şey sağlamdır, öyle kolay kolay parçalamaya gelmez, atlar bile büyük zorluklarla becerirler o işi. Onun için bir anda hançerler parladı, indi, yardı, baltalar, kasaturalar ayırdı eklemleri, çatır çatır kırdı kemikleri. Göz açıp kapayana kadar otuz parçaya ayrıldı melek,herkes bir parçasını eline geçirdi, bir şehvet açlığı içinde bir kenara çekilip yedi yuttu. Yarım saat sonra Jean-Baptiste Grenouille yeryüzünden, bir teklifi bile kalmamacasına kaybolmuştu.

Yamyamlar yemekten sonra gene ateşin başında toplaştıklarında hiçbirinden tek söz çıkmadı. Kâh biri kâh öbürü biraz geğiriyor, bir kemik parçası tükürüyor, sessizce dilini dişlerinin arasında gezdirip yutkunuyor, ayağıyla mavi ceketten arta kalmış bir parçayı ateşe itiyordu: Hepsi de azıcık utanma duyuyor, birbirlerinin yüzüne bakmaya cesaret edemiyorlar di. İçlerinde erkek olsun kadın olsun her birinin, cinayet ya da ona benzer aşağılık bir suç işlemişliği vardı. Ama bir insanı yemek? Böyle korkunç bir şeyin hiç ama hiçbir zaman ellerinden gelmeyeceğini sanırlardı. Şimdi, bunu ne büyük kolaylıkla yaptıklarına, üstelik de, ne kadar utanırlarsa utansınlar, bir damla bile vicdan azabı duymadıklarına şaşıyorlardı. Tersine! İçleri, midelerindeki ağırlık bir yana, tüy gibi hafifti. Karanlık ruhlarını birden hoş bir sevinç sarmıştı. Yüzlerinde, mutlu bir genç kız yüzünün hafif pırıltısı görülüyordu. Belki bakışlarını yerden kaldırıp birbirlerinin gözünün içine dikmekten utanmaları da bundan ileri geliyordu. Sonra, önce kaçamak kaçamak, sonra doğruca göz göze gelmeyi başardıklarında, gülümsemeden edemediler. Olağanüstü bir gurur duyuyorlardı. İlk kez sevgiyle bir şey yapmışlardı.

SÜSKİND’DEKİ POSTMODERN MİMESİS

Süskind kitabını bu şekilde tamamlarken, parodi ve ironileri bolca kullandığı bir hikayeyi “koku”nun etrafında dönen aktörlere polisiye ve fantastik bir çizgideki anlatımla yaparken, Grenouille’nin tüm hırslara, iktidara sahipken birden farkında vardığı gerçeklikle kendini ölüme sürüklemesiyle şaşırtıcı bir şekilde bitirir romanını. Çünkü Grenouille, kendini beğenmiş, tanrı katında hisseden, bencil ve insan öldürmenin herhangi bir vicdani his yaratmadığı kötü bir karakter olarak tasvir edilirken, sevgisizliğin insan tabiatında yarattığı tramvatik durumu algıladığında ve herkes kadar insan hatta onlardan kokusuyla eksik bir insan olduğunun farkına vardığında ölümü ertelemek istememektedir.

Romanda, 18. yy Fransasında,  17 Temmuz 1738 tarihiyle Grenouille’nin doğum tarihini, 15 Nisan 1767 ile idam edileceği tarihi tam olarak vererek tarihsel gerçeklik elde edilirken, mekan tasvirlerinde ise, zamana ve mekandaki koku, doğa, yol, mimari detaylarına verdiği önemle de realist bir yaklaşım çizer Süskind. Zira Pont Neuf, Pont au Change gibi mekanların içinde yer alan sokaklar,köprüler günümüz Paris’inde de mevcut yerlerdir. Diğer yandan Grenouille’nin çoğu defa bir kene, kurbağa olarak iğrenç bir şekilde isimlendirildiği çocukluk döneminde doğduğu pazar yerinden, ustalarıyla çalıştığı yere kadar anlatıcı tarafından betimlenen ortamlardaki sosyal tabakadaki çıkarcı, duygusuz, sevgisizlik tasvirleri Süskind’in yine kullandığı realist tercihlerdir. Diğer taraftan Aydınlanma dönemi olması nedeniyle yine realist bir detay olarak, Diderot’un, d’Alembert’in, Voltaire’in ve Rousseau’nun isimlerinin geçirilmesi, romanın toplumun çıkmazlar içindeki kaygılarını aşmak için gerçekten o dönemde fikirlerinden ışık aldığı düşünürler ve bir rasyonel silkinmenin habercisi olarak romanda yer verildiğini düşündürmektedir.

Bunların dışında, tüm dünyayı etkisi altına alabilecek güçte bir parfümün olması, Grenouille’nin kokusuz bir insan olması gibi romanın ana çatısını oluşturan olguların realist söylemden çıkıp belki de kaynaştırmak ve inandırmak üzere “gerçeküstücülük”  düzleminde okur tarafından baştan sona kadar algılandığı bir roman ortaya çıkmıştır.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

Öte yandan tüm roman boyunca, cümlelerin gramer biçimiyle şiirsel, kokuyla ilintili detayları anlatmak ve trajik bir üslupla ele almak açısından sembolizmaların yoğun kullanıldığını görürken, Grenouille, kuşkusuz Süskind’in elinde tanrı-katil imajıyla okura sunulmaktadır. Sevgiden çok nefretle beslenen, kurbanlarını tanrısal kudrete ulaşmak için öldürmekten çekinmeyen , zekasıyla bir çok kişiyi, aristokratı alteden Grenouille, Süskind’in kaleminde tanrı boyutuna öykünmelerle yaşatılır. Zira Yunan tanrılarının da halkın arasına karışıp onları zekası, vücutları, dil kullanımıyla baştan çıkardığı , yönettiği ve kaderlerini ellerinde tuttuğu bir iktidarın insan boyutunda Grenouille için vakfedilmesi romanın öykündüğü kaynak için önemli bir motiftir.

Tüm bu motifler Süskind’in eleştirilmesine, tıpkı bir çok parfümü birleştirip yegane bir iktidarın temsilcisi ve herkesi kendine hayran bırakacak parfüm örneğinde olduğu gibi, bir çok tasvir, edebi teknik, akım romanın içinde yer verilerek, okurların buradaki montajla haz alması ve kendinden geçmesi arasında bir ilişki kurulmuş ve Süskind’in orijinal bir eser yaratamadığını iyi bir taklitçi olduğu dile getirilmiştir. Yine de Alman edebiyatında postmodernizmin ilk temsilcilerinden olarak görülen Süskind, tür açısından çoğulcu bir edebiyatın izlerini romanına taşımaktadır.

Grenouille’nin yaşadığı dönemdeki duygusuzluklar, nefret, sınıf çıkarları, bireyselleşme düşkünlüklerinin bol olduğu ve aşağılandığı bir çocukluk ve ergenlik geçirmesine rağmen, hislerini koku alma duyusuna odaklaması açısından kendi yalnızlığının anahtarını da bulmuş olur. Bir yandan kendini bu topluluğa nasıl sevdireceğini bulamamasının getirdiği hüzün, bir yandan da  zekası sayesinde onların her istediğine karşılık gelebilecek bir aşk duygusu, özellikle romanın sonundaki haydut ve fahişelerin belki de hayatında ilk defa sevgi duyduğu bir ortamda Grenouille kısmen bir İsa rolünü de bu ironik anlatımlarla üstlenmiştir.

Perfume: The Story of a Murderer - Koku- Patrick Suskind Sinema - Film analizi - eleştiri

İnsan, tıpkı peygamberlerin insanlar içinde dille kendini ifade ettiği gibi, kendi özgül dünyasında ve doğasında kendini ifade etmek için bir metin yaratır. İnsan edimi burada gizil bir metin olan ve kendine ait zaman diliminde anlaşılmayacaktır. Bu açıdan Süskind, kitapta bilincini cisimleştirir ve içinde belirli bir tarihsellik ve söyleşimsel ilişki ağı kurmaktadır. Zira metin bilincin bir dışavurumudur. Bu düşünceyi savunan düşünürlerden psikanaliz teorisyeni ve göstergebilimci Kristeva, Süskind’in postmodern edebiyatın çoğulculuk içeren emarelerini, birbirinden farklı olarak adlandırılabilecek poetikaların bir genel metin arasına yerleştirilerek, toplumsal ideolojik yapıları ve çatışmaları sadece yansıtmadığı, bunun dışında içerdiği düşüncesini kapsayan bir anlayışı ortaya koyar.

Koku - Das Parfum - Parfüm - Patrick Süskind - Sinema - Kitap - Film - Eleştiri - Analiz

Postyapısalcılık ; başkalarının, birilerinin yerine temsil etme uygulamalarından sakınılması gerektiğinden hareketle devredilenin erk olmadığı ancak bireyin iktidar karşısında öznel bir pozisyonu kaybettiği endişesini merkeze alır. Nietszche’nin Tanrı’yı öldürmesindeki en büyük rahatsızlıklardan birinin de bu erkin merkezi bir yapı içermesi olmasının dışında, devrimin yukarıdan aşağıya gerçekleştireceğini ideolojilerine yerleştirmeleridir. Grenouille , bir yandan tanrı-katil olarak parfümüyle devrimsel bir yola sapma imkanına sahip olduğun ama işlevine dair soru işaretleri olan biri olan bu durumu anlatan düşüncelere sahip postyapısalcılar, erkin sadece baskıcı değil aynı zamanda üretken bir figür olarak, erkin işletişini kavranamayacağını düşünmektedir. Grenouille’de de durum bu şekilde ilerlemiştir. Onun için erkin işletişi, Tanrısallığa ulaşılamayacağı ve yapabileceği devrimin işlevinin kendisi için bir şey ifade etmeyeceği, onun anarşist temsiliyeti roman içerisinde gitgide doruklara çıkarırken, nihai sonda Süskind tarafından elinden alınır. Burada postyapısal düşüncenin içinde önemli isimlerden biri olan Deleuze, Weber’in toplumu bataklıktan çıkarmak için gerekli karizmatik lider şartını, insanların inançları, onların doğru veya yanlış olmasına göre değil, yaşamı onaylanıp onaylamadıklarına göre tasnif etmektedir. Erk arzuyu bastırmasa dahi Grenouille gibileri için her zaman yaşamın ve doğanın oluşturduğu gündelik gerçekliklerin, yaşanabilecek devrimin bir bacağının sakat doğmasına neden olabilecek küçük ama bir araya getirilince çok güçlü etkenler olduğunu düşünebiliriz.

Koku - Das Parfum - Parfüm - Patrick Süskind - Sinema - Kitap - Film - Eleştiri - Analiz

Burada postmodernizm üzerine düşünceleriyle tanınan Lyotard’ın libidinal ekonomi olarak ürettiği kavramı için  ayrıca bir parantez açmak gerekmektedir. Mantık ve aklın dışında koku gibi güdüsel bir karşı çıkmanın ve bunun özgürce ifade edilmesinin, insanları anarşik, toplumsal açıdan rahatsız edici etkisini yüceltmeye daha yatkın yaptığı gibi, Freud gibi psikanalitik teorisyenlerin tanımladığı bilinçdışı güdülere benzetilebilir. Lyotard, güdüleri, irrasyonel ve öngörülemez ve bu nedenle de karşı konulamaz görmek suretiyle, Marksisizm’in kendi görüşlerine bir yer sağlayamadığını düşünmektedir. Libidinal güdülerin bu reddi, otoriter ve nihayetinde yalnızca başarısız olabilecek bir eylemdir, güdüler her zaman bir ifade aracı bulacaklardır ve süresiz olarak bastırılamazlar. Lyotard, 19.y.y.’da işçi sınıfının kitlesel bir libidinal enerji patlaması olarak endüstrileşmeyle özdeşleştiğini ve orada Marksistler’in coşku çeşitlilik, ve değişim görmek yerine, yalnızca işçilerin sömürülüşünü gördüklerini söyler. Grenouille de işçi sınıfının içinden ağır koşullarla gelip, parfüm gibi, bastırılamaz güdülerin ortaya çıkacağı bir yola sapması, Lyotard’ın düşüncesine paralel olarak, Süskind’in aynı zamanda Marksist eleştirisini de ortaya koyduğunu düşündürmektedir.

Öte yandan Grenouille’nin anlatıcı tarafından özneleştirildiğini ve merkeze konulduğunu düşünürsek, Foucault’ın insanın ölümünü ilan ettiği politik fikre de değinmemiz kaçınılmaz olacaktır. Zira insan Foucault’a göre zamanla silinip gidecektir ve Foucault bireyin kültürel süreçte odak noktası olarak kabul ettiği hümanist insan yaklaşımını hedefler. Zira önemli olan birey değil sistemdir. Grenouille sistemin içinde kendine rol biçemediği bir birey olduğu için özne olarak ölümü seçmek durumunda kalmıştır ki elinde sistem kurmak gibi bir güç olsa dahi bunun doğaya karşı yetersiz kalacağını düşünmektedir. Kristeva’nın da postmodern edebiyatın içinde oldukça yer bulan ve “Koku” romanında da hallice tasvirlenen iğrençliği, toplumsal ve açık öznelliğin mekanı olan simgesel düzen tarafından dışlanan her şeyin “iğrenç” tarafından oluşturulduğunu öne sürer ve böyle bir düzende özne, kendi maddi doğasını kirli ve tiksindirici olarak sınıflandırmak yoluyla bu doğayı hatırlatan herşeyi Grenouille’nin parfümü örneğinde olduğu gibi baskı altına almaktadır. Eğer ki dışardan bakan okur Grenouille ‘nin cennetten çıkma parfümünü bir düzen kullanmak için kullandığını görseydi kuşkusuz, özgür iradesi olmayan insanların tıpkı Yunan mitolojsindeki tanrılarda olduğu gibi insani değerlerinin farkına olamayacağı bir düzenden tiksineceklerdi.

Koku - Das Parfum - Parfüm - Patrick Süskind - Sinema - Kitap - Film - Eleştiri - Analiz

Batı rasyonelitesi, hümanizm, Aydınlanma mirasları ve merkezileştirilmiş özne karşısında eleştirel olan tutumlar, postmodernizmin yinelemekten sıkılmadığı bir tutumdur. Tam bu noktada Susan Sontag’ın şu yorumu akla gelecektir:

Bu yeni duyarlılığın hakim bakış açısından, bir makinanın ya da matematik problemi çözümünün, bir Jasper Johns resminin, bir Jean-Luc Godard filminin, Beatles’ın üyelerinin ve müziğinin güzelliğine eşit biçimde ulaşılabilir.

Sontag’ın, Süskind’in romanına olduğu gibi tüm postmodern romanlara karşı romanın ölümünü ilan etmesi, aslında Süskind’in romanında ironik bir şekilde karşılık bulur. Zira Grenouille, bir çok farklı parfümden Santog’un bahsettiği o güzelliğe ulaştırabilecek bir montajla, insanın elde edilebileceğini söylediği ortamda, aslında Grenouille’nin bunu öznenin uzağından gerçekleştiğini farketmesiyle kendi kendini öldüren bir çözüme de kavuşturur.

Nihai olarak Süskind’in, parfümü insanlığı ele geçirmek için sembolik olarak kullandığı iktidar sahipliği düşüncesi, günümüzde internette siberpunk oluşumları için de bahsedilebilir. Herkes için arzu edilen ve biraz önce de bahsettiğimiz erkin arzuyu bastıramamasının bu doğal oluşumunu her zaman hazırlayacak bir yapıyı kendi içinde yaratabileceği gerçeği, günümüz toplumları içerisinde etkisi Grenouille kadar olmasa da hissettiğinin Grenouille gibi olduğu yabancılık ve aidiyet çeken bireylere dönüşebileceğimiz kaygısını daimi kılacaktır. Yaşanan intihar vakalarının artmasının temel kaynağı da Grenouille’nin kavradığı şekilde, Dünyayı ele geçirme gücünde olsa dahi elinde olamayacağını hissettiği sevgisizlikten çok farklı değildir.


If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

  2 Responses to “Postmodern bir Mimesis ve Esrime Öyküsünün Analizi: Koku – Patrick Süskind”

  1. Çok güzel açıklamışsınız,teşekkürler.Haddim olmayarak ufak bir düzeltme yapmak isterim.Susan Santog değil,Susan Sontag olacak.Yorumlamanız ve analiziniz isabetli ve oldukça bilgilendirici.tekrar teşekkürler 🙂

  2. Merhaba, ilginiz ve hatamı düzeltme uyarınız için teşekkür ederim, düzelttim.Faydalı bulduğunuza sevindim.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat