Kemal Kaan Arslanoğlu, Arif Yavuz Aksoy ve İlknur Arslanoğlu tıp alanından gelen üç eğitimci… Üç ismin de hem bilim hem de edebiyat alanında çok sayıda eseri var. Üç ismin ortak aklıyla ortaya koyduğu ‘Güneş-Dil Kuramı ve İlk Güneş-Dil Sözlüğü’ kitabı, Türkiye’de dilbilim alanında tabu denilebilecek bir teoriye, hem tarihsel süreciyle, hem eleştirilerin kimler tarafından, ne zaman ve ne nitelikte yapıldığına dair seçkileriyle açıklama getiriyor. Güneş-Dil sözlüğü gibi somut bir çalışmayla, Atatürk’ün teşvikiyle oluşan Güneş-Dil Teorisi’nin tekrar canlanması gerektiğine dair bir görüşü hayata geçiriyor.
/Reha BAŞOĞUL
Arslanoğlu, Hint Avrupa dil ailesi üzerinden dayatılan ırkçılığı da ağır eleştirilere tabi tutarken, nihayetinde yeni araştırmalar eşliğinde, Türkçe’nin neden kök dil olarak kabul edilmesi gerektiğini gösteren bir sözlük ekiyle kitabı tamamlıyor.
Atatürk’ün, geniş bir kapsamda ele alınması gerektiğini düşündüğü ve dönemin yabancı bilim insanlarına Türk Dil Kurultayları’nda sınattığı Güneş Dil Teorisi, 1936 yılında Abdülkadir İnan’ın hazırladığı ‘Güneş Dil Teorisi Üzerine Ders Notları’ adlı üniversite ders notu niteliğindeki kitabında şöyle tanımlanıyordu:
“Güneş-Dil Teorisi’nin ortaya koyduğu mühim esaslardan ve keşfettiği kanunlardan biri, ‘Güneşin ilk insanlar için her şeyden üstün bir obje olduğu ve dilin zuhurunda da ilk amilin güneş bulunduğu’ meselesidir. Bu teorinin ortaya koyduğu kanunları hulasa eden broşürde bu mesele şu suretle izah edilmektedir: İlk insanın her şeyin üstünde tanıdığı ve her şeyin üstünde tuttuğu ilk obje, güneş olmuştur. Güneş onlar için her şeydi. Güneşi tetkik ede ede onun vasıflarından ve hareketlerinden, maddî ve sonra ruhî, fikrî mefhumlara intikale başladılar. Ondan aldıkları başlıca mefhumlar şunlardır:
1- Güneşin kendisi; esas, sahip, allah, efendi, yükseklik, büyüklük, çokluk, kuvvet, kudret.
2- Güneşin saçtığı ışık, aydınlık, parlaklık.
3- Güneşin verdiği sıcaklık, ateş.
4- Hareket, imtidat, zaman, mesafe, yer, kara, toprak, gıda, hayat, büyüme, çoğalma.
5- Renk, su.
6- Ses, söz. îlk insanlar, bütün bu maddî ve fikrî varlıkları, güneşe verdikleri isimle biribirine anlatırlardı.
Güneş-Dil Teorisi’nin müessisi eski ve yeni bütün Türk lehçelerinde kullanılan kelimelerin manalarını inceleyerek bu kanunu bulmuştur. Filhakika, Türk dilinde (ve başka dillerde de) kullanılan herhangi bir kelimeyi tetkik edersek onda güneşten alınmış olan yukarıda söylediğimiz mefhumlardan birini buluyoruz. Bu cihet o kadar vazıhtır ki her kelimenin etimolojik analizi yapılırken mesele kendi kendine meydana çıkıyor.
Güneş-Dil Teorisi’nin keşfettiği bu kanun, Türk dilindeki bütün eski ve yeni kelimelerin yalnız bu bakımdan tetkikini icap ettirmekle kalmıyor, Türk kültür tarihine ve eski Türk kültüne ait vesikaları da bu yoldan tetkik etmek lüzumunu günün meselesi olarak önümüze koymuş oluyor. Türklerin eski vatanlarında yapılan hafriyatta elde edilen asariatika, eski Türk diline ait tarihî malûmat, kezalik Altaylıların ve Yakutların an’anelerinde mevcut ‘Güneş kültü’ne dair rivayetlerin de hep bu esaslar dahilinde tetkiki lâzım geliyor. Bu sahada, yalnız dilcilerimiz için değil, tarihçilerimiz, arkeoloğlarımız, ruhiyatçılarımız, sosyologlarımız ve folklorcularımız için de önemli ve ulusal vazifeler vardır.”
İnan’ın da belirttiği son cümleye uyacak şekilde Güneş-Dil Teorisi’ne yaklaşan, edebiyatçılığı dışında psikiyatri uzmanlığı da bulunan ve Devrimciler, Kayıp Devrimin Öncesinde, Yüzü Silinenler gibi romanları ve kuram alanında Evrim açısından Devrim, Politik Psikiyatri, Futbolun Psikiyatrisi, Evrimci Açıdan Din-Psikoloji-Siyaset gibi kitapları yazan Kaan Arslanoğlu ile Güneş-Dil Teorisi’ni ve kitabı konuştuk.
TÜRKÇE ESKİ FARSÇAYA BENZER
Kitapta, siz ile birlikte uzun yıllar tıp eğitimi almış 3 kişinin imzası var. Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz ve sizi kitabı yazmaya iten sebeplerle tıbbın bir ilişkisi var mı?
İngilizce sözcükler içinde Türkçe’deki karşılıklarına benzer sözcük çok. Bu bizim, eşimle benim, 80’li yılların sonundan beri dikkatimizi çekerdi. Hatta bunları oraya buraya not da alırdık, ama bizim için eğlence konusuydu, dalga geçerdik. Güneş-Dil diye saçma sapan bir kuram olduğundan da haberimiz vardı, ama birkaç makale dışında bilgimiz kısıtlıydı. Ta ki, 2005 Nisan’ında Geoffrey Lewis’in “The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success” adlı kitabını satır satır dikkatle okuyana dek. Mayıs’taki bir tıp kongresinde “Tıbbi Terimlerin Türkçe Karşılıkları Üstüne Uzlaşma” adlı bir sunuma hazırlanıyordu İlknur, kitap dikkatini fazlasıyla çekti ve bana da okuttu. Bu kitap da Güneş-Dil ile dalga geçiyordu, ama oradaki aktarımlarından ve verilen bazı örneklerden iyice huylandık. Ondan sonra bizde dalga geçtiğimiz konunun ciddi bir esası olabileceği şüphesi uyandı. Ve sonra yavaş yavaş sözcük bulma ve kaynak okumalarımızı bu doğrultuda ciddiye aldık. Ama bir şey iddia etmek için çok yetersizdik. 2014 sonunda kendi internet sitemiz insanbu.com da bu konuda ilk makalemizi yayımladık. O bile yarı şaka yarı ciddi havadaydı. Ama yazı çok ilgi çekti ve peşinden çok fazla tartışma, yazılar geldi. Biz de kaynak taraması ve okumalarımızı iyice yoğunlaştırdık. Sonra bu kitap ortaya çıktı. Tıp mensubu olmamız nedeniyle, -her ne kadar Latince bilme zorunluluğumuz bulunmasa da -, Latince sözcüklere ve bazı Latince dil yapılarına hayli aşinayız. Tıbbın bir de bu faydası dokundu. Çünkü kanımca Türkçe’nin Batı dilleri üstüne etkisi biri, kuzeyden ve doğrudan ise; ikincisi Truva-Etrüsk-Roma yoluyla güneyden ve Latince üstünden.
Güneş Dil Teorisi’ni eleştirdiğiniz gibi, özünde doğru bir kuram diyorsunuz. Sizin belirttiğiniz ifade ise Türkçe’nin kök dillerden birisi olduğu yönünde. Türkçeyi kök dil yapan unsurlar neler ve neden kök dil değil de onlardan biri olarak ifade ediyorsunuz?
Bilemediğimiz ve kanıtlayamadığımızdan. Bunlar, bu dillerin ortaya çıkışı, akrabalıkları, belki ortak kökten çıkışları, sonra ayrılışları, bundan tahminen 15 ila 5 bin yıl önceki dönemlerde geçen hadiseler. Bu dönemin büyük bölümünde alfabetik yazı yoktu daha. Ses kayıtları da bulunmadığına göre… Türkçenin Hint-Avrupa dili ailesi diye iddia edilen dil gruplarıyla çok eski bağlantısı var. Sümerceyi, Latinceyi bile etkilediğine göre çok eski bir dil olmalı. Çok eski bir dil olduğunu gösterir dil bilimcilerin bulduğu bazı hesaplamalar da var zaten. Türkçe birçok temel-çok eski sözcük Farsça ile benzerlik gösteriyor. Sanskritçenin de kök olduğu iddiaları güçlü. Türklerin asıl dilinin kuzeyde Güney Sibirya’da oluştuğu iddiaları da mevcut. Ama araştırmalar bu ortaklığın Hazar Denizi civarında oluştuğunu gösteriyor. Ya orada ortak bir dil oluştu, sonra Türkçe öbürlerinden ayrıldı, ya Türkçe kuzeyden geldi, o bölgede öteki dillerle karıştı… Belki de Türkçe tüm bunların atasıydı. Bilemiyoruz. Ama Türkçe’yi aşağılamak için bazı Hint-Avrupacıların bir savı mevcut. Diyorlar ki Çince en ilkel insanın en ilkel dilidir, hecelemeye dayanır. Sonra Türkçe-Japonca ikinci derecede ilkel dildir. Heceler birleştirilir. Sonra da gelişmiş grameriyle Hint-Avrupa dili ortaya çıkar. Bu ırkçı kurama inanırsak tüm dillerin atası Çince, ikinci ata Türkçe oluyor o zaman.
OSMANLICA UYDURUK BİR DİL
Kitabınızda Türklüğün, Türk kültürünün ve Türk dilinin, Osmanlı yönetimlerince küçümsendiğini belirtiyorsunuz. Dil araştırmaları yapan biri olarak Osmanlıcaya dil diyebilir miyiz?
Osmanlıca orta ve geç Osmanlı’nın resmi dili olarak gelişmiş ve giderek halk Türkçesi’nden ayrılmış. Türkçenin bir kolu, Türkçe. Lehçe diyemiyoruz, uydurma bir dil. Ana Türkçe kuralları fazla bozulmadan, Arapça ve Farsçadan, sonra Fransızcadan aparılan çok sayıda sözcükle ve uydurulan veya ödünç alınmış kurallarla dönemler içinde oluşmuş yapay bir dil. Hani Öz Türkçe’ye uyduruk dil, suni dil diyorlar ya. Bir ölçüde doğru, ama Osmanlıca da uyduruk bir dil. Başka ulusların tarihinde de çok benzer gelişmeler yaşanmış, çok da bize özgü değil. Dil uzmanı değilim. Daha ayrıntısını iyi bilmem. Ama Osmanlıcaya Türkç’enin halk Türkçe’sinden ayrılmış, giderek gerçek Türkçe’yi zayıf-cılız düşürmüş uru diyebiliriz. Osmanlıca bir tümör dil.
Kitabınızda dilcilerden Marr, Müller ve Spirkin çalışmalarından bahsediyorsunuz. Güneş Dil Teorisi’nin çıktığı dönemde emperyalizm ve dil olgusunu birleştirmek nasıl seyrediyordu?
Avrupa siyasi ırkçılığı ile, ırkçı sosyal biliminin ve Hint-Avrupa Dil Kuramı’nın çok yakın bağlantısı mevcut. Sovyet dilbilimciler bunu görmüşler. 20’li, 30’lu yıllarda, hatta 40’larda buna karşı ciddi bir direniş ortaya koymuşlar. Çok önemli bulgulara ulaşmışlar. Aynı direniş bizde Türk Tarih Tezi ve Dil Tezi olarak paralel yürümüş. Avrupa ırkçı sosyal bilimi ortama tüm ağırlığını koymadan önce sosyal bilimler tarih ve dil konusunda çok daha özgür gelişiyormuş. Atatürk’ün tarih ve dil teziyle ilgili savlarının neredeyse tamamı Batılı, az sayıda da Sovyet bilim insanlarının yapıtlarına dayanır. Sonra görünmeyen bir el değmiş, tüm bu çalışmalar durmuş. Yasaklanmış adeta. Görünmeyen el değil aslında, bunların neler olduğunu kitapta belirtiyoruz. Sovyetler’de bu konu gereksiz ve aslında tehlikeli bulunmaya başlamış. Bizde ise bunu Batı’ya kabul ettirme yolları aranmış. Batı bilimcileri ırkçılığın tam etkisinde o dönem. İlgilenmemişler, terslemişler. Bu çabalar Atatürk’ü bezdirmiş. Ondan sonra da on yıllarca kimse el atmamış, konu neredeyse yasaklı sayılmış.
O dönemde Atatürk’ün teşvikiyle ilerleyen Güneş Dil Teorisi’nin 3. Türk Dil Kurultayı’nda yayımlanan sonuç bildirgesine baktığımızda, dönemin Yunanistan, Japonya, Fransa gibi farklı ülkelerden Prof. Hilaria de Barentin, Prof. Koji Okubo, Prof. Dr. Meşcaninniof gibi isimleri sıralayabileceğimiz saygın bilim insanları tarafından da imzalandığını görüyoruz. Bu isimler o dönemde veya Atatürk’ün ölümünden günümüze kadar dikkate alınması gereken bir öneme sahip değil miydi? Hiç etki yaratmadı diye nitelemek tuhaf olmaz mı?
Üstü örtülmüş, örtmüşler. Baskın güç bunu dikkate almayı engellemiş. Bir örnek vereyim: Prof. Dr. Ahmet Aydın, “taş devri beslenmesi” diye bir anlayış koydu ortaya. 20 yıl önce. Aslında “işlevsel tıp anlayışı”nın parçası. Yine Batı kaynaklı Paleo diyetin Türkiye uyarlaması. Ne belgeler, kanıtlar döktü ortaya. Ama bu anlayış nasıl Batıda başlangıçta hakim bilim çevrelerince itelenip kakalandıysa, bizde de uzun süre alay konusu oldu. Çünkü egemen tıp çevrelerinin kendine göre bilimine uymuyordu, kazancı engelliyordu. Keza gıda sektörü, ilaç sektörü bu anlayışın yaygınlaşmaması için elinden geleni yaptı. Ahmet Aydın’ın anlayışı, gerek kendi deneyimlerimizden gerekse bu doğrultuda yapılan çalışmalardan biliyoruz, sağlığı çok belirgin şekilde düzeltiyordu. Ama bu sağlık sektörünün umurunda mı! Onlar “hastalansın gelsinler, biz ilaçla, ameliyatla düzeltelim” tıbbı. Ama şimdi bakıyoruz, bu yönde araştırmalar büyük yoğunluk kazandı, bilimsel uzlaşma belgelerinde, kongrelerinde artık “bilimsel beslenme yöntemlerinden biri” olarak geçiyor. Üstelik aynı anlayış Canan Karatay gibilerce popülerleştirildi, medyatik hale geldi. Burada da aynı şey olacak diye düşünüyorum. Nitekim hem bizde, hem batıda bu yönde yayınlarda, haberlerde büyük patlama var.
ATATÜRK GÜNEŞ DİL TEORİSİNDEN VAZGEÇMİYOR
YouTube’daki yabancı üniversitelerin konuyla ilgili seminer görüntülerinden ve makalelerden gördüğümüz kadarıyla Hint-Avrupa dil ailesinin köken bulma problemi gitgide derinleşiyor. O döneme geri döndüğümüzde Atatürk’ün bu sınıflandırmaya karşı olduğu da aşikar. Size göre Güneş Dil Teorisi ulusçuluk akımının etkisiyle bu döneme denk gelen bir tepki olarak mı, yoksa ulusçuluğun getirdiği doğal bir etki olarak mı doğdu?
Atatürk bir ulus yaratma uğraşında. Ümmetten ulus, monarşiden Cumhuriyet kuruyor. Kurdum demekle olmuyor, bunun alt yapısını oluşturmak gerekiyor. Tarih Tezi ve Dil Tezi bu doğrultuda zorunlu iki temel adım. Atatürk çok okuyan biri. Tarih neymiş diye bakıyor, birçok Batılı tarihçi Türklerin kökenine dair, anayurdu ve yayılması üstüne çok önemli şeyler yazmış, bunları görüyor. Sorunuzun iki maddesi de birlikte geçerli aslında.
Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi’nden vazgeçtiğini veya hiç vazgeçmediğini söyleyenler var. Sizin görüşünüz nedir?
Birçok kaynaktan farklı görüşleri kitapta aktarmaya çalıştım. Bence Atatürk bu konudan vazgeçmemiş. Kesin kanıtlayamıyoruz, ama vazgeçmediğini düşünenler haklı geliyor bana. Bu yönde yorumladım kitapta.
Günümüzde Einstein’ın teorilerinden tutun da Bing Bang teorisine, insan evriminde Afrika’dan çıkış teorisinden , kavimler göçüne kadar birçok farklı teori karşıtlarını ve bambaşka açılardan bakmayı da üreterek sınanıyorlar. Vaktinde çokça eleştiri almış Güneş Dil Teorisi’ni özünde haklı olduğunu düşünen biri olarak, daha ileri sınama yolları ve bunu uluslararası mecralara aksettirmenin yolları nelerdir?
Biz konunun profesyoneli değiliz. Ben edebiyatçı ve tıpçıyım, öteki iki arkadaş sadece çok okuyan tıpçı. Konunun uzmanlarının konuya eğilmesini sağlamak gerek önce. Akademiye baskı yapmak lazım. Bunu derken bunun hayli umutsuz bir çaba olduğunu da biliyorum. Gerçek anlamda bilimin hakkını veren, bir şeyleri gerçek anlamda bilimsel olarak araştıran insan sayısı inanılmaz derecede az. Ama olsun, biz uyarımızı yapalım. Yılanı uykusundan uyandıralım. Her çaba er ya da geç bir karşılık bulur. Çünkü kitaptaki tezler sallama tezler değil, akademinin doğru kabul ettiği tezlerden çok daha bol ve sağlam kanıtlı tezler. Uluslar arası mecrada böyle tezlerin kabul ettirilmesi çok daha profesyonel bir çaba gerektiriyor. Onun için konunun asıl uzmanlarını göreve çağırıyoruz. Bunu Batı’ya kabul ettirme meselesi. Aynı şekilde çok küçük umutlu bir yol. Atatürk’ün direncini kıran Batı Sosyal Bilimi ırkçılığı çok daha güçlenmiş durumda. Ama onu yaranlar çıkıyor. Biz bir şeyler yapalım da. Belki bir gün böyle tezler de yarar.
Atatürk’ün dil araştırmaları açısından iki hamlesi var: Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu bünyesinde Belleten dergisi. Atatürk’ün mirasını temsil eden bu kurumlar bu süreçte bahsettiğiniz tezleri uluslararası mecralara taşımak adına doğru kurumlar değil mi? O dönemden bu yana katkıları oldu mu?
Batı biliminden onay almak konusuna önem veriyorsunuz bakıyorum. Bu gerçekten önemli. Ama hiç değilse bizde, çekirdek bir kadronun konuyu iyi bilmesi ve üstünde ısrarlı çalışması gerek. Buradaki çok önemli bir noktayı atlamayalım. Kuram özü bakımından doğru, sezgi doğru, ama başlangıçta o kadar tuhaf, o kadar uydurma bir yöntem seçilmiş ki, sözcük bulmak veya sözcüklere Türkçe kök anlam kazandırmak için. Bunu gören önemli aydınlarımız, işin özüne bakmadan tezi kaldırıp atmışlar. İlk uygulamalara Pankronik usul falan deniyor. Bilim dışı, saçma bir yöntem bence. Onun birkaç açımlamasını gören Falih Rıfkı, Yakup Kadri gibi ağır toplarımız, görür görmez uzaklaşmışlar. Her şeyi Avrupa ırkçılığına bağlamayalım. Bu konuda daha Türk aydını ikna edilememiş. Dışarıdan destek verenler ise işin bilimsel esasına, yönüne destek vermişler, yoksa o bulunan sözcüklere değil. Sabotaj gibi bir başlangıç. Öyle diyorum.
Batı emperyalizminin Helenistik yalan bir tarih dayattığına ve Slavist tarih yazıcılığının da keza böyle bir ulus devlet kurmak için tarihi manipüle ettiğine dair birçok kitap yazılıyor. Siz de kitabınızda belirttiğiniz yeni araştırmaların Türk Tarih Tezini haklı çıkarak göstergelere sahip olduğunu sıralıyorsunuz. Batı’da ve Rusya’da Türk kökenler üzerinden bir yüzleşme, sansürü aşma dönemi var diyebilir miyiz?
Evet, şimdi siz böyle sorunca, var, diyorum. Bu doğrultuda bir gelişme var. Önceki yanıtlarımdan birinde “Batı’da ırkçılık devam ediyor” bu yüzden bu iş halen daha da zor, demiştim. Ama. İşin böyle bir yanı olmakla birlikte… Bir de ben olaya daha çok soldan bakıyorum. Sol sosyal bilimde dogmatizm ve ırkçılık, Batıyı kast ediyorum, aslında daha yoğun biliyor musunuz? Oradan böyle araştırmaları ilerletmek daha zor. Ama siyasal olarak ortada duran, dürüst olan, daha nesnel bakan ya da çakma değil gerçek liberal olan bilim insanları da az değil. Gerçekler onların çalışmalarıyla yayılıyor sanıyorum.
LATİN ALFABESİYLE DİL KÖKLERİMİZ YAKIN
Günümüzde de oldukça tartışılan konulardan biri Atatürk harf devrimini Yeni Türk alfabesi olarak tanıtmasına rağmen, Latin alfabesi olarak ithal olduğu görüşüyle eleştiriliyor. Diğer yandan ise Etrüsk Türklerinin Latin alfabesinin kökeni oluşturması iddiasıyla Türk alfabesinin özünü barındırdığını düşünenler var. Siz araştırmalarınız sonucu nereye vardınız?
Latin alfabesiyle dilsel köklerimize yaklaşmışız. Göktürk runik yazısıyla Latin yazısı ortak kökten gelmiş gibi duruyor. Kitapta bazı yerlerden alıntı yaparak bunu gösterdik. Herkes katılmayabilir, ama ben şu anki bilgilerim çerçevesinde Türk-Etrüsk-Latin bağlantısını ciddiye alıyorum.
Bu sene Nature dergisinde Miken ve Minos uygarlıklarının genetik kökenlerinin Türkiye’de olduğuna dair bir araştırma yayımlandı. Bir yandan da Truvalıların Türklüğü üzerine ve Anadolu’daki tarih öncesi Türk damgalarına dair araştırmalar peşi sıra geliyor. Güneş Dil Teorisi üzerinden bakarsak, teori filogenetik üzerinden izi sürülebilecek ve kanıt sunabilecek bir kuram mıdır?
Evet. DNA çözümlemelerine yakın kuvvette kanıt ortaya koyabilir. DNA araştırmaları da 2X2 kadar kesin değil tabii. Bulunan örnekler (çok eski olanlar) az, çalışma hala az ve yoruma açık şeyler yine de. Ama dil ortaklığı gösterilebilirse, ki şimdi bu çalışmayla ve başka çalışmalarla gösteriliyor, bunlar gayet önemli kanıtlardır, insanlığın ortak köklerini gösterir.
Kitabınızın son bölümünü Güneş Dil Sözlüğü’ne ayırıyorsunuz ve A asıl ve B de değerlendirmeye açık olarak iki grupta yabancı dillerdeki kelimelerin Türkçe kökenlerini sıralıyorsunuz ve kitabın yazarlarından şerh düşenler varsa belirtiyorsunuz. Sözlüğü nitelikli kılmak adına Türkçe kökenleri bulmak için kullandığınız kaynaklar neler oldu, şerhler genelde hangi itiraz noktasında kümelendi?
Belgeli, kanıtlı tez ortaya koymak için tabii en güçlü deliller, ilk Türk yazıları. Göktürk yazıtları ve Divanü Lügat-it Türk. Bundan önce de elbette binlerce yıl Türkçe varmış, ama al işte kanıt diyemiyoruz. Daha önceki yazılara, tamgalara dair hipotez düzeyinde çalışmalar, okumalar da çok. Ben bunları da ciddiye alıyor ve büyük ölçüde doğru buluyorum. Ama herkesi bunu ikna etmek zor. Kendi içimizde örneğin, Yavuz Aksoy arkadaşımız böyle şeylere soğuk bakıyor. İlknur “acaba” diyor. Herkesi ikna ve bilimsellik açısından sağlam gitmek zorundaydık. O yüzden sözcükler üstünde tartışmayı açık yaptık. Birkaç kişi, şunlara bak, daha kendi aralarında anlaşamamışlar, diye bizi zayıf göstermeye kalktı. Oysa bu bizim gücümüz, yöntemimize ve kendimize güveni gösteriyor.
Sözlüğü oluştururken yabancı bir kelimenin kökeninin Türkçe çıkmasına şaşırdığınız oldu mu?
Hep şaşırıyoruz. Ta on yıllar öncesinden beri hep şaşırıyoruz. Bu şaşırma zevkli, eğlenceli, heyecanlı bir şaşırma. Örneğin İngilizce “able” son eki. Yap”abil”irliği ifade ediyor. Durable: Buradaki “dur”mak da Türkçe “durmak” ile örtüşüyor, çifte örtüşme. Sağlamlığı, kalıcılığı anlatan sözcük. Carpenter: Marangoz: Kerpici. Turn: Dön. Latince’den: Dom-Domus: Ev, dam, yani Türkçe her iki anlamıyla dam; Tumor (Ur) deminkiyle bağlantılı, tom, tomurcuk. Poli bol, çok demek. Polis oradan geliyor. Şehir. Biz bolu diyoruz. İnebolu. Biz “polis”ten “bolu” yapmışız diye biliyoruz. Belki öyledir. Ama “Poli” bol demek. En alt kök büyük olasılıkla Türkçe. Sacer-Secret: Kutsal, gizli.. Türkçe “saklı” ile ortak kök aşikar. Aklıma başka ne geliyor? Top: Tepe gibi basit örnekler de var. Binlerce sözcük. Gördüğünüz üzere, ilk örnek yapısal ek. Yapı ekleri çok zor değişirler. Öteki sözcükler de çok eski temel sözcükler. Belki beş bin yıl önce de aynen böyle kullanılıyordu. Sözlüğümüzdeki sözcüklerin büyük kısmı çok eski, temel sözcüklerden oluşuyor. Yapı ekleri ve temel sözcükleri öne çıkardık ki, kanıtlarımız daha sağlam olsun.
SÖZLÜĞÜ GENİŞLETECEĞİZ
Kitabınız çıktıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?
Kitap çıkmadan internette çok daha fazla tepki alıyorduk. Kitap çıktıktan sonra tepkiler hayli azaldı. Komik. Nedeni: İnsanların kısa yazıları görece daha çok okumaları, kitap almaya ve okumaya üşenmeleri… Yine de tanımadığımız insanlardan az da olsa iletişime geçenler, kutlayanlar çıktı. Tanıdıklarımızdan da öyle. Ama az henüz, hayli az. Olumsuz tepkiler, yorumlar da aldık. Kitap hakkında “bu saçmadır, uyduruktur, bilimle alakası yoktur, bunlar yabancı dil bile bilmiyorlar, ırkçılık yapıyorlar” diye özetlenebilecek bir yazı da çıktı. Onu da görmüş olduk.
Araştırmalarınızın bundan sonraki rotası ne olacak?
Birinci baskı biterse, ikinci baskıda, teorik kısmı ve sözlüğü genişleteceğiz. Bunun için ben şahsen okumalarıma devam ediyorum. Bulduğumuz, gördüğümüz, okuduğumuz yeni kaynakları da ekleyeceğiz.
Gençlerden Güneş Dil Teorisi’ni irdelemek isteyenler olursa tecrübelerinize dayanarak yol göstermek istediğiniz bazı uyarılar ve tavsiyeler var mı?
Bu konuda bizim kitapta çok kaynak gösterdik. Bizim kitabı okusunlar, oradaki kaynakları da okumaya başlasınlar. En güvenilir yollardan biri yabancı sözlükleri bu gözle taramak. Türkçeye benzer sözcük bulduklarında not etsinler. Bunun kaynağı yabancı etimolojik sözlüklerde irdelesinler, sorgulayıcı bir anlayışla. Oradan bir şeyler çıkarsınlar, ama her yazan doğru değil. Bir de en sık düşülen hata: Bulunan sözcüklerden birçoğu bariz şekilde Farsça veya Arapça kökenli. Biz artık bunların gayet belirgin olanlarını hemen anlıyor (sözlüklere de bakıyoruz), atıyoruz. Ama belirgin olmayan, birçok sözlükte Arapça veya Farsça kökenli gösterildiği halde, bence böyle olmayan kelimeler de var. Onların kökünü bulmak için daha çok yoruma ve çabaya gerek duyuyoruz. Bazen aramızda anlaşamıyoruz. İşin o kısmı zor. Ama kullandığım yolları anlatmak uzun olur. Kitapta bu doğrultuda çok örnek ve ip ucu var aslında.
Sozcu.com.tr’de yayımlanan röportajımın orjinali https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/arslanoglu-gunes-dil-teorisi-ozunde-dogru-bir-kuram/