İTÜ mezunu Makine Yüksek Mühendisi olan İbrahim Okur geniş yelpazeye yayılan konulardan oluşan kitaplarıyla oldukça üretken bir araştırmacı yazar. Aynı zamanda Türkiye’de Cumhuriyet devrimleri sonrasında ihmal edilen Sumeroloji konusunda ise Sumer matematiğine konu alan neredeyse tek Türkçe kitabın yazarı. Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ ile de yakın dostluğu bulunan İbrahim Okur ile Sumerlilerin matematiğe kazandırdıklarını ve Sumerlilerin Türk kökenleri üzerine konuştuk.
/ Reha BAŞOĞUL
Türk okurlar, genelde Sumerlileri Samuel Noah Kramer’in “Tarih Sumer’de Başlar” kitabı ve sumerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın “Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni”,” “Uygarlığın Kökeni Sumerliler,” “Atatürk ve Sumerliler”, “Sumerli Ludingirra”,” İnanna’nın Aşkı” gibi kitaplarıyla tanıyor.
Diğer yandan Cumhuriyet aydınlanmasında Atatürk’ün Sumerlilere olan ilgisi ve bu dönemde Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi çalışmalarıyla Sumer-Türkçe dil kök bağlantılarıyla ilgili araştırmalar konunun ilgilileri gözünde hala tazeliğini koruyor. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’de devlet nezdinde şu an tüm dünyanın yoğun ilgi gösterdiği Sumer medeniyetlerine ne yazık ki gereken ilgi gösterilmedi.
Oysa medeniyet ve din kökeni araştırmalarına kadar Sumerlilere sahip çıkmak aslında günümüzde küresel politikaların ve fonların içerisinde dahi yer buluyor. İTÜ mezunu Makine Yüksek Mühendisi İbrahim Okur ise birçok alanda yazdığı kitaplardan birini Türkiye’de büyük eksikliği hissedilen Sumer matematiğine ayırmış. Büyük bir medeniyet birikimine sahip Sumerlilerin astronomi, edebiyat dil bilim, bitki bilim, coğrafya gibi alanlar dışında ileri düzey matematik kullanması İbrahim Okur’un “Sumer Matematiği ve Sayıların Gizemi” kitabında ayrıntılarıyla, özel grafiklerle ve tablet fotoğraflarıyla inceleniyor. Kendisiyle gelişmiş Sumer medeniyetini, matematiğini ve bunun günümüze yansımalarıyla ilgili konuştuk.
RB: Sumerolog değilsiniz ancak belki de Sumerlilerin kullandığı matematik kurallarına yer veren en kapsamlı Türkçe kitabı hazırladınız. Bu merakınız nasıl başladı, Sumerolog olmamanız bir engel yarattı mı?
İO: 1979 yılında, Kerkük’te, son günlerde adından çok söz edilen Havice kasabası taraflarında bir sulama projesi üstlenmiş olan bir Türk şirketinde çalışmak üzere Irak’a gittim. Şirketimizin iş gereği ihtiyaç duyduğu makinalar Irak’ın öbür ucundaki Basra limanından çekilecekti. Bu amaçla, bu görevi üstlenmiş meslektaşımla birlikte Basra’ya gittim. Yol üzerinde Ur, Uruk gibi Sumer tarihinin önemli ören yerlerini gördüm. Daha sonra Babil müzesine gittim. Kapıdan girer girmez, Tales geometrisini hatırlatan bir tabletle karşılaştım. Yakından incelediğimde bunun Tales’ten en az 1500 yıl önce yaşamış Sumerli matematikçiler tarafından hazırlanmış bir geometri tableti olduğunu anladım.
Teknik Üniversite’de okurken, en az 10-12 kadar ileri matematik dersi almış bir mühendis olarak epey şaşırdım. Çünkü eğitim sistemimiz uygarlık adına meydana gelen adeta her türlü başarıyı Yunanlıya mal eden bir program üzerine oturtulmuştu. Kimse bize Sumer çağında matematiğin bu kadar derin olduğunu anlatmamıştı. Bana ‘bizi kafeslemişler’ duygusu geldi, içine Helen-Hıristiyan uygarlığı ideolojisi emdirilmiş bir eğitime tabi tutmuşlar, diye düşündüm ve en iyi bildiğim iş olduğunu düşündüğüm matematiğin, bu kez de tarihine merak sardım. Uzun yıllar ne buldumsa okudum ve arşivledim. Siyah-beyaz fotoğraflarla bir kitap hazırladım. Ama fotokopiyle elde ettiğim resimler yayınlamak için bana cesaret vermiyordu. Bunlardan kimse bir şey anlamaz diye düşünüyordum. Yıllar sonra, malum, internet icat oldu. Ben de internet üzerinde dünya müzelerini gezerek Sumer uygarlığı araştırmasını yeni baştan ele aldım. İnternet sayesinde bol bol renkli görsel malzeme bulunca bulgularımı SUMER MATEMATİĞİ ve SAYILARIN GİZEMİ adını verdiğim kitabımda topladım.
Sumerce okuyamamam bana herhangi bir engel çıkarmazdı. Çünkü dli evrensel olan matematikle ilgileniyordum. Kitapta yer verdiğim şekiller incelenirse ne demek istediğim daha güzel anlaşılabilir. Türkçede yayınlanmış her türlü Sumerce sözlük ve bilimsel kitap kütüphanemde mevcut. Eh, bir de arkamda başlı başına kütüphane Muazzez İlmiye Çığ hocam var.
Söz konusu sözlüklerden anladığıma göre, konu henüz yeteri kadar pişmemiş. Üzerinde daha çok çalışmak gerekiyor. Ne var ki, Türk üniversiteleri bu alanda araştırma yapmıyor. Ülkemizde Batı dillerinden tercüme yaparak ders anlatılan ve diploma dağıtan bir akademik ortam var. Oysa Büyük Atatürk’ün bu konuda kesin direktifi var: “İlim, tercüme ile değil, tetkikle olur”, diyor. Ama biz her alanda olduğu gibi böylesine temel bir konuda da büyük sözü pek dinlememişiz. İşin kolayına kaçmışız.
Düşünün. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sadece birkaç kilometre ötede İstanbul Arkeoloji Müzesi var. Orada yetmiş binden fazla tablet depolanmış durumda. British Muzeum’dan sonra ikinci büyük arşiv. Ama biz Sumerceyi Amerika’dan tercüme edilen kitaplardan anlatıyoruz. Oysa bugün bütün dünya kabul ediyor ki, Sumer dil kurallarına en yakın dil Türkçe. Türkmenistan’da ve Azerbaycan’da bu konu üzerinde çalışan iki Sumerolog biliyorum. Birinin kitabını okudum, diğerinin hem kitabını inceledim hem de yakından tanıdım ve kendisi ile uzun uzun sohbetler yapma fırsatım oldu. Söz konusu Azerbaycanlı Sumerolog’un adı Prof. Atakişi Celiloğlu Kasım’dır. Nahcıvan’da yaşıyor. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı başkanı merhum Prof. Dr. Turan Yazgan hocamızın ve İstek Vakfı’nda Sayın Bedrettin Dalan’ın verdiği destekle “Sumerce Kesin Olarak Türk Dilidir”, adını verdiği bir kitap yayınladı. Bu arada Sayın Nafiz Aydın’ın Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanmış olan Sumerce sözlüğünü ve Sumerce Dilbilgisi kitabını da anmadan geçmemeliyim.
Sayın Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi Sumerolojinin duayeni. Onunla sık sık görüşüyorum. Kendisi Belucistan’dan bir araştırmacıyla daha temas halinde. Fakat onun çalışmalarını inceleme fırsatım olmadı. Kısa yazışmalardan başka bir makale gelmedi henüz sanırım.
Bizde Sumeroloji alanında en önemli eseri veren Sayın Prof. Dr. Osman NedimTuna’dır. Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dili’nin Yaşı Meselesi adıyla Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan teziyle dünyanın belli başlı Sumerologlarına Türkçe ile Sumerce arasındaki yakınlığı 1973 yılında kabul ettirmiştir. Ancak bu tarihten sonra esaslı bir çalışma yapılmadığını, konunun üzerine gidilmediğini görüyoruz.
RB: Kitabınızın önsözünde, Batı’nın ideolojik olarak soyut düşünceyi Yunanlılara dayandırarak hep onu yüceltme gayretinde olduğunu belirtiyorsunuz ve bölgemizdeki etnik toplulukları Hint-Avrupalı veya İndo-Germen yapmaya çalışan bölücü bir politika izlendiğini söylüyorsunuz. Bunun Sumerlilerle ve Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konum ile bağlantısı nedir?
İO: Bugün İndo-Germen kavimlerinin eski çağlara adar uzanan bir tarihleri yok. Beş bin yıldan bahsediyorlar ama içini dolduramıyorlar. Son 500 yılı hariç tutarsak, uygarlık tarihi açısından, geride kalan 4500 yıl o kadar büyük ki içine ne ile koysalar dolduramıyorlar. Oysa yine Batılı araştırmacıların araştırmaları sayesinde aynı durum Türk tarihi için söz konusu değil. Durum böyle olduğu halde, uygarlığı kuran kavimler İndo-Germen kavimleridir diye bir de ideoloji ortaya atmışlar. Bu konuda kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış. Ama Türklerin Ötüken’i gibi bir anavatan bile bulamamışlar. Kimisi Slavların anavatan Pripet bataklıklarını, kimisi Baltık denizinin kuzey sahillerini, kimisi Kırım’ı, kimisi Kafkasya’yı, kimisi Tibet yaylalarını kimi de Anadolu’yu anavatan ilan etmişler. Belirsizlikler dolayısıyla sözde uzmanların her biri konuyu bir tarafa çekerken, 1886’dan sonra, Bağdat Demiryolu inşaatının Almanlara verilmesi dolayısıyla anavatan Anadolu versiyonu önem kazanmış. İkinci Dünya Savaşı’nda Kırım öne çıkarılmış, Hindistan İngiliz sömürgesi iken de o çevrelerde Himalayalar-Tibet bölgesinin ön-Hint-Avrupalıların anavatanı olduğunu anlatarak, Hindistan’daki konumlarını aklamaya çalışıyorlardı. Yalnız bir farka da burada işaret etmeliyim. Anglo-Sakson Hint-Avrupacılar Hindistan anavatan derken Germen olanlar, bir başka deyişle, İndo-Germenciler Kırım, Kafkasya ve Anadolu arasında siyasetin değişen şartlarına göre yer beğenemiyorlar.
KÜLTÜR SAVAŞI’NDA İLERİ SAVUNMA HATTI ve BOYASINI KAZIYINCA adlı kitaplarımızda bu konuları enine boyuna inceliyoruz.
RB: Sumerliler matematikte neden 10 tabanı yerine 60 tabanını kullanıyorlardı?
İO: Üleşme problemleri bu konuyu açıklayabiliyor. 60 sayısının 12 tam böleni var (1, 2, 3, 4, 5, 6, 10, 12, 15, 20, 30, 60). Buna karşılık 10 sayısının sadece 4 tam böleni var (1, 2, 5, 10). Ayrıca dikkat edilirse, ilk altı sayının tamamı 60 sayısının tam böleni. 12 sayısının ise 6 tam böleni var (1, 2, 3, 4, 6, 12). 100 sayısının ise 9 tam böleni var (1, 2, 4, 5, 10, 20, 25, 50 ve 100). Ayrıca 60 tabanlı sayı sistemi parmakla sayma konusunda da büyük kolaylık sağlıyor. Görüldüğü gibi, 60 tabanlı sayı sistemi üleşme problemleri açısından gayet kullanışlı.
RB: 2017’de Plimpton 322 tableti üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, Sumerlilerin 60 tabanlı sayı sisteminin kullanıldığı trigonometri cetvellerinin mimari açıdan (tapınak vb inşasında) güncelliğini koruduğu ve daha doğru sonuçlar verdiği belirtiliyor. Aslında sizi de doğrulayacak şekilde bunu kitabınızda yıllar öncesinde belirtmişsiniz. Yıllar önce aynı kanıya ulaştıran kanıtlarınız nelerdi?
İO: Plimpton 322 olarak adlandırılmış olan tablet, Sumer Rönesansı Çağı olarak adlandırılan MÖ 2. Binyılın ilk çeyreğinden günümüze çıkan bir ileri matematik tabletidir. Söz konusu tablet, günümüzde matematikçilerin Pisagor Sayıları olarak adlandırdıkları ve böylece Yunanlılara mal ettikleri bir konunun kökenlerini açıklamaktadır.
Ortaokul düzeyinde matematik bilgisiyle şöyle söyleyelim:
Bir dik üçgenin dik kenarlarının uzunluklarının kareleri toplamı, hipotenüs uzunluğunun karesinin toplamına eşittir. Matematik diliyle yazacak olursak, a ve b dik kenar uzunlukları ve c de hipotenüs uzunluğu kabul edilirse, a2+b2= c2’dir. Öyle tam sayılar vardır ki, aynı özelliğe sahiptir. Mesela 32+42=52 ‘dir, İşte bu 3, 4, 5 sayı üçlüsüne Pisagor Sayıları denir. Benzer şekilde, (8, 15, 17) ; (7, 24, 25); (9, 41, 42) sayıları da Pisagor Sayılarıdır. Bu üçlüler sonsuza kadar çoğaltılabilir. Söz konusu tablet, en azından MÖ 18. yüzyıldan beri matematikçilerin konuyu keşfetmiş olduklarını kanıtlamaktadır. Bu cetvelin tıpkı trigonometri cetveli gibi kullanılarak, büyük yapıların mimari olarak boyutlandırılmasında kullanılmış olabileceğini düşünmekteyiz.
Sumerliler, irrasyonel olan karekök 2’nin sayısal değerini de hesaplamışlardır. Yamuklar üzerinde ve çember üzerinde kirişler üzerinde hesaplama yapabiliyorlardı. Günümüzde üniversite sınavlarında sorulan birçok geometri problemini çözmüşlerdi. Kısacası, matematik tarihinin iddia ettiğimiz gerçeklerinin bütün kanıtları dünya müzelerinde sergilenmekte olan en kıymetli eserlerdir. Biz de kitabımızda bunları teker teker inceledik.
RB: Begmyrat Gerey’in 5000 yıllık Sumer-Türkmen bağları adlı kapsamlı bir kitabı var. Cumhuriyet dönemi Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi araştırmalarında da Sumerlilerin Türk olduğu yönünde araştırmalar dikkat çekiyor. Keza Muazzez İlmiye Çığ’ın da vardığı sonuç bu yönde ve siz de Sumerlilerin Türklerle ilişkisi olduğunu kitapta anlatıyorsunuz. Bu bağlantıları sıralar mısınız?
İO: Az önce kitabını okuduğumu fakat kendisiyle tanışmadığımı söylediğim Begmyrat Gerey’in söz konusu eseri, Sumerce ile Türkçe arasındaki, varlığı açıkça görülebilen yakın ilişkiye karşı öne sürülen iddialara cevap niteliği taşıyor. Söz konusu ilgiyi vurgulayan tezleri çürütmek amacıyla, “Türkçenin çeşitli lehçelerinden sözcükler seçerek Sumer dilindeki sözcükler arasındaki benzerlikleri harmanlayarak ortaya atılan Sumerce-Türkçe akrabalığı bilim dışıdır”, diyorlar. Oysa az önce andığım değerli Türkoloğumuz Osman Nedim Tuna, kendi döneminin Sumerologlarını hepsinin bir arada olduğu bir konferansta tezini ispatlamıştı. Sayın Gerey, bu çevrelere, madem öyle diyorsunuz, o halde ben sadece günümüz Türkmencesinde yaşamakta olan sözcükleri kullanarak akrabalığı ispatlayacağım diyor. Aslında başka Türk lehçelerinden benzerlikleri görmezden gelmenin bir anlamı yok. Nitekim Türk dilleri ailesinden Fincede de benzer sözcükler var ve Finli biliminsanları Sumer araştırmalarına büyük önem veriyor.
Beri yanda, Türkmenistanlı uzman Sayın Gerey, konuya sadece dilbilimsel olarak da yaklaşmıyor, aynı zamanda Sumer-Türkmen bütün benzer kültür ögelerine de eserinde teker teker sergiliyor. Bu konuda biz de, ALTIN/ DÜNYA TARİHİNE FARKLI BİR PENCERE adlı kitabımızda, Sumer’den Mısır’a, Sarı Irmak’tan Etrüsk’e kadar, kültür ve uygarlık tarihini metalürji sanatı ağırlıklı olarak incelerken Sumerlere kadar uzanan ortak kökenlere değindik.
RB: Girit’teki antik kent Phaistos bulunan “Phaistos Diski” için, aynı zamanda bir Tatar Türkü olan Nurihan Fattah tarafından Tanrıların ve Firavunların Dili kitabında Sumer- Ön Türkçe bağlarına değinerek diskin çeviri çözümlemesini yapıyor. Diğer yandan ise Luvice bir eser olduğu yönünde araştırmalar var. Siz de kitabınızda bu diskten bahsederken 12, 30 ve 9 sayılarıyla bağlantı kuruyorsunuz. Bu diskin Sumerlilerle ilişkisi nedir?
İO: Girit’te bulunan MÖ 17. yüzyıla ait Phaistos Diski’nin ne ifade ettiğine dair genel kabul gören bir tez mevcut değil. Nurinah Fattah’ın çalışmasını inceleme fırsatım olmadı. Ancak şunları söyleyebilirim: Söz konusu diskin her iki yüzündeki bölümlendirmede 12, 9 ve 30 sayılarının bir önemi var gibi görünüyor. Bunun çiftçi takvimi olduğu öne sürülmüştür. Ancak şurası kesindir: Söz konusu disk, Sumerlilerin kutsal matematiğinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.
Luvice olduğu iddiasına gelince!
Luvilerle ilgili araştırmalar, İndo-Germencilerin, içine akıllara sığmaz derecede ideoloji bulaştırdığı bir konudur. Almanlar konuyu pervasızca sözde bilim haline getirmişlerdir. Almanya’nın Tubingen Üniversitesi’nde kümelenmiş olan bu çevreler, Alevilerin Türk olmadığını, Luvi dilinde “Aluwi” adını taşıdıklarını, kökenleri Luvilere dayanan İndo-Germen kavimleri olduğunu bile iddia edebilmişlerdir. Alevi Derneklerimiz bu iddialara gayet güzel cevaplar vermişlerdir. Ünlü Alman gazeteci Otto Köhler’in 1997’de söylediği bir sözü durumu özetlemeye yeter sanırım. Şöyle der Köhler: “Politik manipülasyon amacıyla sahtekârlık yapmanın Almanya’da geleneği vardır.”
On dokuzuncu yüzyılda yaşamış Fransız coğrafyacı Vivien de Saint Martin (1802-1897) de Avrupa’nın uygarlık tarihindeki konumunu şöyle ifade etmiştir: “Esasen Avrupa’nın kendisine ait hiçbir şeyi yoktur; neyi varsa esasen Asya’dan almıştır; …”
RB: Dinlerin kökeninin Sumer efsanelerine dayandığı görüşüne siz nasıl bakıyorsunuz?
İO: Sumer tabletlerinin şifreleri çözülüp okunması başarıldıkça içinden Tevrat’ta geçen bazı hikâyeler çıkmıştır. Tevrat ve uzantısı durumunda olan diğer kitaplar, yüzyıllar içerisinde çeşitli kimseler ya da heyetler tarafından kaleme alınmış metinlerdir. Bugün Tevrat olarak bilinen ve Tanrı Vahyi olarak nitelenen söz konusu kitapların içinde 600-700 kadar maddi hata vardır ki söz konusu iddianın kanıtı dışarıdan sağlanan somut bilgiler değil, yine Tevrat’ın çeşitli yerlerinde bulunan çelişik ifadelerdir. Diğer yandan, Tufan bir gerçektir. Kazılarda Mezopotamya ovasının ağır bir tufana sahne olduğu arkeoloji ve jeoloji sayesinde anlaşılmıştır. Şahsen Ur kenti ören yerinde içinde büyük çakıl taşlarının olduğu kalın bir kum-çakıl tabakasını gördüğümü hatırlıyorum. Bu olayın Sumer tabletlerine girmesi de kutsal kitaplarda yer alması da normaldir. Bu konuda bilgisini ilerletmek isteyenler Sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın eserlerine başvurabilirler.
Ben dinlerin kökenlerinin Sumer efsanelerine dayandığı görüşünde değilim. Bir yaratıcının varlığına olan inanç ilk insanla birlikte var olan bir inançtır. Ancak günümüzde mevcut çeşitli dinlerde kutsal olarak nitelenen metinlerde Sumer tabletlerinde karşılaşılan konularla yakın benzerlikler bulunmaktadır. Bilhassa Tevrat’ta.
RB: Sumerlilerin kullandığı 6,12, 17,19 gibi sayılara kitabınızda önemli bir yer ayırıyorsunuz. Bunları gizemli bir kültüre özgü olarak kabul edebilir miyiz? Yoksa gelişmiş bir astronomi ve matematik kullanımı için Sumerlilerin evrensel bir keşfi olarak mı nitelendirmeliyiz?
İO: Önce 17 sayısından başlayalım. Bu sayılar asal sayılardır. Bu gibi ardışık asal sayı çiftlerinin sonsuza kadar devam edip etmediği ünlü bir teoremin de konusudur.
Şimdi şöyle bir soru soralım:
Hangi dikdörtgenlerin alanı ile çevre uzunlukları toplamı birbirine eşittir. Yani, (2a +2b)= a.b olan tam sayıları arıyoruz. 16 ve 18 böyle iki sayıdır. Bu denklemden mükemmellik yorumlarına açık 16 ve 18 tam sayıları karşımıza çıkar. İkisinin arasında 17 sayısı yer alır. Bu sayı 1 ve kendisinden başka tam bölenleri olmayan bir sayıdır. Matematik dilinde bu gibi sayılara asal sayı denir. Ayrıca 18’in hemen arkasından gelen 19 sayısı da böyledir. Üstelik 19 sayısının Ay’la da bir ilgisi vardır. Bundan dolayı bu sayılar Sumerliler tarafından kutsallık parantezinin içine çekilmiştir. MÖ 2300’lerde Anadolu’da 17 kentin birleşmesinden meydana gelen bir kentler koalisyonu vardı. Söz konusu kentlerin listesi ç yerde yapılan kazılarda bulunmuştur. Bu tablet Türk tarihi için de önemlidir. Çünkü 13. Sırada yer verilen kentin kralının adı “İlşu Nail”dir. Aynı şekilde Sumer’de Lagaş, “Kutsal 17” çerçevesinde örgütlenmiş bir kentler birliğidir. Sumerlilerin de dâhil olduğu dil ailesine mensup olan Urartular, tanrılarına her seferinde 17 kurban sunarlardı.
19 asal sayısı, Ay’ın çevrimleriyle ilgilidir. Kısaca şöyle ifade edelim –ayrıntıları kitabımızda vardır-: Bu gece saatimize bakarak Ay’ın gökyüzündeki tam konumunu ve gözlem zamanını kaydedelim. Yarın Ay, aynı dakikada farklı bir konumda olacaktır. Ay’ın bulunduğumuz yerde kaydettiğimiz konumda aynen tekrar olması için tamı tamına 19 yıl geçmesi gerekir. Yani, bu günkü aynı görüntüyü tam 19 yıl sonra tekrar görürüz. Buna astronomide Meton Çevrimi denir.
12 sayısının durumu da çok ilginçtir. Gökyüzündeki en parlak gökcismi olan Jüpiter gezegeni güneş etrafında bir tam turunu 12 yılda tamamlar. (Bugünkü hassas rasat aletleriyle 11,9 yıl olarak ölçülmüştür.) Bunu Sumerliler, zigguratların tepesine kurdukları rasathanelerinde yaptıkları gözlemlerle bulmuşlardı.
12 sayısıyla ilgili olarak şunları da ekleyelim:
Ay dünya etrafında her gün 12 derecelik açı tarar;
Dünya 24 derece eğimli döner;
Kutsal 60 sayısının 12 tam böleni vardır.
Kutsal 60, 10 ve 12’nin en küçük ortak katıdır;
İnsanların kaburga kemikleri 12 sağda ve 12 solda olmak üzere 12 çifttir.
12 sayısıyla ilgili bunlardan başka çok ilginç başka özellikleri kitabımızda şekillerle anlatıyoruz. Bütün bunlardan dolayı 12 sayısı kutsanmış sayılardandır.
6 sayısını da kısaca açıklayalım:
Pergelimizi açıp bir çember çizdikten sonra pergelimizin ayarını değiştirmeden, çemberimizi pergelimiz yardımıyla bölmeye kalkarsak birbirine eşi 6 adet çember yayı elde ederiz. Sumerliler bu yay parçasını Gök Tanrı’ya (AN’a) adamışlardır. Bu işaretlerle çemberi bölecek olursak her biri 60 derecelik açıları olan birbirine eşit 6 adet eşüçgen elde ederiz. Bu yüzden 6 sayısı da kutsanmıştır. Aynı zamanda çemberimizin 360 derece olduğu Sumerlilerden beri kabul edilir.
Şimdi şöyle yazalım. 6 x 60 = 360, Sumer takviminin 1 yılı ifade eden gün sayısıdır. Peki, geride kalan 6 gün nereye gitti. Muharref Tevrat’ta Tanrı’nın dünyayı yarattıktan sonra 6 gün dinlendiği yazılıdır.
Konuyu kısa kısa cümlelerle ne kadar anlatabildim bilemiyorum. Ama kitabımızda hepsini şekilleriyle anlatıyoruz. Okuyucumuzu sıkmadığımı umuyorum.
RB: Sumerlilerin 12 sayısını kullanımı anlatırken, Göbekli Tepe gibi alanda da 12 sayısının önemi vurgulanıyor. Bir yandan da Türklerin, 12’li Hayvan Takvimi gibi kültüründe 12’nin önemini görüyoruz. Ancak bunun evrensel olarak sadece Türklerle ilişkilendirilmemesi gerektiğine dair görüşler de bulunuyor. Sizce her 12’yi barındıran antik kültürü Türklerle ilişkilendirmek ne kadar doğru?
İO: 12 sayısının kutsallığıyla ilgili bilgiler ve gökbilimsel gözlemler ilk kez Sumer’de ve pek çoğu da Sumer Rönesansı Çağı olarak anılan MÖ 2. Binyılın başlarında yapıldı. Bulgular bunu kanıtlıyor. 12 Sayısı her tarafta gözlemcinin karşısına çıkınca 6, 60, 17, 19 sayıları gibi kutsandı ve buradan daha sonra dünyaya yayıldı ve evrensel bir kültür öğesi halini aldı. Sorunuzda “her” denmesi dolayısıyla doğru bulmam. Ama bugün biliyoruz ki, 5000 yıl önceki Sumerce, tıpkı bugünkü Türkçemiz gibi bitişken bir dildi. Kök sabit olmak üzere arkaya ekler alırdı. Yaz.dım, yaz.dık, yaz.dılar, yaz.madım, yaz.dır.ma.dım vs gibi. Oysa Sami dilleri, hem ortasına hem önüne hem de arkasına ekler alır. Yani Sami dilleriyle Sumerce birbirinden zorluk çıkarmadan ayırt edilebilir. Dahası, Türkçede de Sumerce’de de erkeklik-dişilik yoktur. Sami dillerinde ise vardır. Sumer dili, Van dolayında Urartuca, Güney Doğu Anadolu’muzun da içinde yer aldığı Kuzey Mezopotamya’da konuşulan Hurrice, Elamca ve İndus vadisi dolaylarında konuşulan Dravitçe ile de aynı dil ailesine mensuptur. Demek ki, uygarlık tarihinin bütün ilklerinin ortaya çıktığıu coğrafyanın her tarafından aynı dilin lehçeleri konuşuluyormuş 4-5000 yıl önce. Bölgeye daha sonra gelen ve egemenlik kuran Samiler Sumer kültürüne vakıf olabilmek için Sumerce-Akadça sözlükler hazırlamışlar ve Sumerlilerden örnek aldıkları okullarda dilbilgisi ve edebiyat dersi olarak öğretmişlerdir. Kazılarda bu gibi sözlükler bulunmuş ve okunmuştur. Bunları da kitabımızda yayınladık.
RB: Kitabınızda, karşısında durduğunuz batıl inançlar olarak, hurufilik, şifrecilik, astroloji, ebced gibi hesaplamalar var. Bunlar Türk kültüründe var mı? Bu hesaplar nasıl günümüze kadar uzanacak şekilde popülerleşti?
İO: Harflerle sayılar arasında birebir eşleme yapılarak geleceği okuyan ve matematiği istismar eden örnekleri kitaplarımda inceledim. Burada son olarak şunları söylemeyi yeterli görüyorum: Buraya kadar anlattığımız bulgulara yükledikleri gizemli anlamlar dolayısıyla Sumerliler matematiği kutsal bilgi sayarlardı. Sayılar da kutsanmıştı. Bu anlayışın izlerini Pisagorculuk’ta görülmektedir ki Pisagor (MÖ 570- MÖ 495), gençliğinde matematik öğrenmek için Babil’e gitmiş ve yıllarca kalmıştır.
Bu gibi konuları MATEMATİK ve İLAHİYAT adlı kitabımızda geniş olarak inceledik. Büyük Türk matematik ve fizik bilginlerinde Hurufi eğilimler vardır. Bunu normal buluyorum; çünkü matematiğe yüklenen kutsallık, binlerce yıl derinden geliyor ve o çağların bilginlerinin okudukları her matematik içerikli kitapta Hurufiliğin havası sinmiş durumda idi. Benzer şekilde 17. yüzyılda Batıda bilimin gelişmesinde çok önemli rol oynayan Newton da bir Hurufi idi. Ömrünün büyük kısmını Tevrat’ta gizlendiğine inandığı sırları çözmeye çalışırdı. Londra Bilimler Akademisi’nde saklanan Newton’un arşivindeki belgelerin yüzde 90’ı Tevrat’ta gaipten haber aramasıyla ilgili olan müsveddelerdir. Hurufilik, son yıllarda Türkiye’de de popülerleştirildi. İlk önce “Tevrat’ın Şifresi” adlı bir tercüme kitap yayınlandı. Daha sonra Kur’an’da gizli bilgiler için benzer çalışmalar gündeme geldi. “Tevrat’ta varsa Kur’an’da da vardır” durumu.
Mantık açısından arıza şuradadır: İki “şey” arasında benzerlik bulunması o iki şey arasında bir ilişki bulunduğunu göstermeye yetmez. Böyle iddialar öne sürebilmek için en azından ikinci bir harici kanıt ortaya koymak gerekir. Eğer böyle yapılmazsa, azimli bir matematikçi Mevlana’nın eserlerinde de gaipten haberler bulabilir. Ya da bir başka eserde. Bizim geri kalmışlığımızla ilgili bildiklerimizi başka bir başlık altında ayrıca incelemek lazım. Şunu da eklemeliyim ki, Avrupalılar, matematiği Hurufilikten kurtardılar ve matematiğin önce bağımsızlaşması ve daha sonra da, önceleri ayrı bir dal olan mantıkla evlendirilmesi sayesinde bilim ve teknoloji bugünkü düzeyine geldi.
RB: Tarihin ilk sözlüğü, balık kılavuzu, astronomi ve trigonometri hesapları, çarpım cetveli, matbaa, mercek kullanımı, tavla gibi bir medeniyet karşımıza çıkıyor. Sizce bu medeniyet yoktan var olamayacağına göre Sumerliler bu gelişmişliği hangi kültürden veya kültürlerden almıştı?
İO: “Tarih Sumer’de Başlar”, sözü boşuna söylenmemiş tabii. Uygarlığın bütün ilkleri Sumer ören yerlerinde yapılan kazılarda gün yüzüne çıkarıldı. Sumerlilerin kâğıt olarak kil tablet kullanması sayesinde yazılı belgeler günümüze kadar çürümeden çıkabildi. En eski yazılı belgeler bu belgeler. Daha öncesi hakkında ne söylenebilir? Elbette her şeyde olduğu gibi Sumer kültürünün de bir geçmişi vardır. Tabletlerin okunmasından sonra ortaya çıkan en eski edebi metinlerden elde edilen mevcut bilgiler, Sumer uygarlığının kökenlerinin geleneksel Türk yurtlarına işaret etmektedir.
Sumer efsaneleri, Sumerlilerin atalarının kuzeyden, şimdi Türk yurdu olarak bilinen bölgelerden geldiklerine işaret ediyor. Oralarda konuşulan dilin grameri ile Sumercenin grameri arasında da yukarıda ifade ettiğimiz yakınlığı da hesaba katarsak, konumuz netlik kazanır. Aral Gölü havzasında 20. yüzyıl başında yapılan kazılarda Anav kenti harabeleri bulundu. Bu epey geniş bölgede kazılar çoğaldıkça yeni bilgilere de ulaşılabilir. Böylece Sumerlilerin köken sorunu da kesin bir sonuca bağlanabilir. Bunlar aynı zamanda arkeolojinin öncelikli araştırma yatırımı yapılması gereken alanıdır.
Son olarak şunu da söylemeden konuyu kapatmak istemiyorum:
İsrail Sumer kültürüne göz koymuş durumda. Azimle sahiplenmeye çalışıyor.
ABD, nükleer silah olduğu yalanını ortaya atarak Irak’ı işgal etti. Bu işgal sırasında ilk işlerden biri olarak Babil Müzesi’nde bulunan tarihi eserler çalındı. Şimdiye kadar bu eserlerin izi bile bulunmadı. İşin ilginci, nedense kimse kayıp hazineyi aramıyor. Bu konunun medyada unutturulmaya çalışılması dolayısıyla, söz konusu hırsızlığı yapanların resmen Amerikalı işgal kuvvetleri olması çok muhtemel. İsrailliler de olabilir. Çünkü İsrail, arkeolojiye büyük önem veriyor ve yavaş yavaş Tevrat’taki bazı ifadelerden yola çıkarak uygarlığı kuranların kendi ataları olduğunu iddia etmeye hazırlanıyor. Sumerlileri Sami yapamıyorlar. Çünkü dilbilimsel kanıtlar buna imkân vermiyor. Ama Sumerlilerin uzaydan geldikleri ve daha sonra iz bırakmadan uzaya döndükleri gibi zırvalarla Sumer gerçeğini buharlaştırdıktan sonra meydanı Samiler adına boşaltmaya çalışıyorlar.
Babil Müzesi’ndeki eserlerin dönüp dolaşıp onların eline geçmesini çok muhtemel görüyorum. Pekim Adamı’nın Japonlar tarafından çalınıp Japonya’da saklanması gibi bir durumla karşılaşabiliriz.
Neyse çok iddialı konuşmayayım, yanılıyor olabilirim. Ama onlar da iftiraya uğradıklarını düşünüyorlarsa şimdiye kadar çoktan resmen açıklama yapmalılardı. Değil mi ama? Neden yapmadılar? Oysa o müzede sadece Sumer eserleri yoktu, Sami kavimlerinin de kültür izleri vardı. Ama Sami kavimlerine kökenlenebilecek bir “ilk” yok.
RB: Diğer kitaplarınızdan hareketle sormak isterim. Sumer matematiği gelecek bin yılları finans, bilim alanında nasıl etkiledi?
İO: Eldeki buluntular, matematiğin ve geometrinin temellerinin Sumer coğrafyasında ve MÖ 3. Bin başlarından itibaren atıldığına işaret ediyor. Buna karşılık, aritmetiğin insanlık tarihi kadar eski olduğuna dair bulgular da var. Hatta hayvanların da sınırlı da olsa sayma becerileri olduğu araştırmacılar tarafından ortaya konmuştur. Dahası, örümceğin ağını örerken geometri bilgisini döktürdüğü deneylerle kanıtlanmıştır. Güney Afrika’da bir mağarada yapılan kazılarda 50 bin yıl öncesine tarihlenen bir kaval kemiği üzerinde sadece asal sayıların ifade edildiği çentikler bulundu.
Astronominin gelişmesi de Sumerlilere dayanır. Sumerli zigurat gözlemcilerinin gözlemleri tam anlamıyla bilimseldi. Beş duyuyla yapılan gözlemlere ve matematiğe dayanıyordu. Bugün de bilgimizin yeterli olmadığı yerlerde sınırlı bulgulardan yola çıkarak kuramlar (teoriler) ortaya atıyoruz. Sumer tabletlerinde karşımıza çıkan yorum ve değerlendirmeler de bugünkü kuramlar gibi, eldeki bugüne göre sınırlı olan bilgiler ışığında ortaya atılmış kuramlar olarak değerlendirilmelidir. Matematik Sumer’de gelişti; çünkü yerleşik hayatın ileri örgütlenmesi ilk kez Sumer’de ortaya çıktı. Tarım arazilerin sınırlarını ve alanını ölçme, gereken sınır noktalarına işaret taşı dikme gibi problemler geometri bilgisinin gelişmesini sağladı. Kısacası, insanlar geçen zamanda değişen hayat şartlarının önlerine koyduğu problemleri çöze çöze hayatta kalmayı ve bugünlere çıkmayı başardılar.
Son olarak şunu da eklemeliyim ki, Sumer kültürünün izlerinden söz ederken astroloji ve saat düzenimizle sınırlı kalmak, Sumer uygarlığına karşı büyük bir haksızlıktır. Hayatımızın her safhasında çözülmüş her problemde Sumer etkisi ve katkısı gizlidir. Bunu araştırmak ve ortaya çıkarmak Türk arkeologlarının ve Sumerologlarının önüne konmuş bir sorudur. Bir kez daha tekrarlayalım: Büyük Atatürk’ün dediği gibi, “ilim tercüme ile olmaz, tetkikle olur”.
RB: Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün de öncülüğünde Sumer araştırmalarına oldukça önem verildiğini, Sumerbank gibi isimlendirmeleri de görüyoruz. Şu an bu araştırmaların bu hızda ilerleyememesini neye bağlıyorsunuz? Eğitim müfredatında da bunları öğretmediklerine göre sizce kasıtlı bir uzaklaştırma politikası mı var yoksa cehalet mi hâkim?
İO: Konu Atatürk’ün vefatından sonra terk edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD dayatmaları doğrultusunda bir eğitim programına geçilmiştir. Durum çok kısa olarak böyle ifade edilebilir.
RB: İlgi duyan gençler mutlaka olacaktır. Sizin onlara tavsiyeleriniz, ikazlarınız var mı? Nereden başlamalı, nasıl ilerlemeliler?
İO: Sözlerimizi sadece Sumer ile sınırlandırmadan söyleyelim. Genel olarak şöyle ifade edeyim: Gençlere ve genç kalan akranlarıma, kendilerine araştırma konusu veya konuları seçip, kendilerinden öncekilerin eserlerini sabırla okuyarak eksik ya da hatalı veya yanlış gördükleri durumlar üzerinde araştırmalar yapmalarını tavsiye ederim. Hani ne deriz: Boynuz kulağı geçmeli. Tavsiyeden çok ötede böyle bir ödev ve toplumsal sorumluluğumuzun olduğunun da altını çizmek isterim. Bu dünyaya gelip bizden öncekilerin ağır bedeller ödeyerek ortaya koyduğu, hayatımızı kolaylaştıran büyük nimetlerden faydalanıp, sonra hiçbir katkı ortaya koymadan göçüp gitmek insanlık suçudur. Hepimiz az veya çok, karınca kaderince, beynimizin zekâtını vermeliyiz.
Sozcu.com.tr’de yer alan röportajımın orjinali için: https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/sumer-matematigi-kitabinin-yazari-okur-sumer-uygarliginin-kokenleri-geleneksel-turk-yurtlarina-isaret-ediyor/