Ara 242012
 

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar - M. Ali Diyarbakırlıoğlu

yok yok
bir başkaydı onun sanatı
bi başka çekerdi sırmasını
bi başka sürerdi civasını

dükkanı da bi başkaydı onun
girişte yığın yığın hasırdan oturaklar
en arkalara kaçmış bizim tombaklar
yani öyle her müşteri
giremezdi içeri kolay kolay
haliyle pek bilinmezdi ince işleri
kıyamazdı da tabi
yani anlayacağınız
sadece gözüne girmeyenlere
vermemezlik ederdi Tombak Dede
kısacası siz deyin ona
evlere şenlik
biz diyelim
idare ettik gittik
amma
ne tepsileri
ne ibrikleri saklardı orada bi bilseniz
inanın
görür görmez
bir yerleriniz şişerdi hemen
Tombak Dede’nin de nazı
oraya kadardı zaten
fena da olmazdı hani
çarşı pazar
dolaşmazdınız fellik fellik
alıp koydunuz mu evinize
olurdu size işte bi güzel evladiyelik
sahi
ne güzel atardı kahkahalarını
ne güzel süslerdi onlarla tombaklarını
yanakları da bi değişikti sanki
al al
tombik tombik…

sizin de içinizden
geçer mi bazen
yani nasıl desem
hani birisine giderken
düşünür müsünüz
onu orada göremeden
ya geri dönersem?
neden sordum
çünkü
insanın içine doğuyormuş hakkaten
geçen hafta kaldırmışlar naaşını
yetmişe de dayanmıştı gerçi yaşı
kimine göre bu tombaklarla
fazla bile yaşamıştı
ne olursa olsun
Tombak Dedemdi o benim
çok çayını içtim
çok tembihini de küpe bildim

hani kalkmadan önce
biraz daha gül diye
dalga geçerdim ya:
‘sende yok tabi yenge
bırakmıyorsun bir türlü be Tombak Dede
acelem var
bekler bizimkisi
hadi
artık bana müsaade ‘
derdim demesine ama
ama senin şu acelen de
yine bir başka oldu be Tombak Dede
alacağın olsun
nur içinde yat emi…”

/ Reha Başoğul -“Tombak Dede şiiri

Charles Darwin, insanoğlunun alet kullanımında ve alet yapma becerisinde, kesici dişlerinin küçülmesine sebebiyet verdiğini öne sürmüştü. Daha sonraları da tartışılan bu iddiaya karşılık, bazı hayvanların alet kullanımında böyle bir yönelimin görülmediği gözlemlendi ancak alet yapımının insan zekasıyla ilişkilendirilebileceğine dair bir çok makale de yazıldı. İnsanın tarih öncesi çağlardan beri kendi ivedi ihtiyaçları haricinde örneğin inanç ve keyif ayinlerinde müzik aletlerini de yaptığını bilmekteyiz.

Halihazırda olan teknolojiler, el becerilerimizin gitgide yok olduğuna yönelik önermeler içermekte ve insanın alet kullanımında ve de üretiminde makineleşmenin ve modern toplumun üretimden çok tüketimi benimsemesi sebebiyle, el sanatlarına ilişkin becerilerinin azaldığı yönünde savlar ortaya atılmaktadır. Bu, bir başka açıdan insan zekasının da farklı yönde geliştiğinin mi yoksa zekanın işlevini yitirdiği bir dönemin mi habercisi olduğu gelecekbilimcilerce de tartışılan bir soru.

Küçükken kendime ait fırıldak, topaç ve kızak yapan biri olarak, bilgisayar teknolojilerinin ve dijital kültürün getirileriyle beraber el becerilerim ve ilgim dahilinde ciddi bir oranda bu üretim becerimi kaybettiğimi görmekteyim. İlgi duyulursa tekrar kazanabilecek bu becerilerin yerine örneğin mekanik saat, çamaşır makinesi, pantolon veya ceket yaması, araba motoru,elektronik devre ve aksamı tamiri veya üretimi, bir yandan mucitliğe açık bir yandan da bir yandan ilgi alanlarınız yönünde geliştirebileceğiniz yeni alanlar…

Bu anlamda bazı alanlar var ki kimileri çok eski tarihlerden bu yana olmak üzere, mesleğe dönüşmüş ve insanın ilgi alanlarına ve ihtiyaçlarına yönelik süreklilik arz eden üretim ve tamir ihtiyaçlarına karşılık vermiş, kentlerin karakteristiğinde rol oynamış, dinsel tarihin içindeki ruhani mesajların günlük hayat ile dengesini vurgulamış, geçim kaynağı olarak sosyolojik ilişkilerde kuramsal öneme sahip olmuştur.

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu

1946 doğumlu yazar M. Ali Diyarbakırlıoğlu da İstanbul Ticaret Odası’ndan çıkan 296 sayfalık kitabında, Türkiye’deki kaybolan mesleklere ve onun son ustalarına fotoğrafçı, ressam ve yazar kimliğiyle  gözünü çeviren ve bu temayla oluşturacağı kitabını 1990’lardan beri türlü engellere ve ekonomik zorluklara rağmen tasarlayan, düşünen, tutkuyla sahiplenen ve neticesinde başaran biri.  Aynı zamanda ödüllü spor fotoğrafları olan ve biçimci ressam olarak değerlendirilen ve yaptığı ve ışığın tek kaynaktan yayıldığı resimlerde Rembrandt ve Velasquez’in etkisi olduğunu söyleyen Diyarbakırlıoğlu’nun kaybolan mesleklere olan ilgisi, küçüklüğüne kadar gidiyor. Ders saatleri dışında çalışma zorunluluğu, onu bakır işlemeciliği, dokumacık, masuracılık, dökümcülük ve baba mesleği olan semercilik yaptığı bir geçmişe sahip olmasını ve bu mesleki becerileri kazanmasını sağlamış. Bu nedenle de ‘bazı kitaplar kaderi, kader de bazı kitapları doğurur’ sözü Diyarbakırlıoğlu için geçerli diyebiliriz.

Diyarbakırlıoğlu, eski mesleklere olan ilgisini kitabın sunuş bölümünde şöyle anlatıyor.

“ Çocuklara hep sorarız, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye. Bana sormadılar. Ne başkaları ne de rahmetli babam. Anne, baba ve sekiz çocuk. Aynı odayı paylaşırdık. Ellili yıllar. Ülkenin yokluk yılları. Sanırım bu şartlar altında hiç kimse sormayı akıl edemezdi. Yoksulduk ama özgür, özgüvenli, biraz da haylaz yetiştirildik. Babam, Çanakkale Savaşı’nda babasını kaybetmiş, dört yaşında yetim kalmış. Sanırım yetim büyüdüğü için, bizi hiç azarlamazdı. Fotoğraf karelerinde de, babamın boynu hep bükük çıkardı.

Eğitimimizle annem ilgilenirdi. Okula başlamadan önce, ben de her çocuk gibi çizilecek her şeye resim çizerdim. Annem beni amcamın dökümcü dükkanına çırak verdi. Dükkanındaki körüğü oyuncak zannedip çevirip dururdum. Sabahları da dükkanını süpürürdüm. Amcam da bana bunun karşılığında haftada gümüş elli kuruş verirdi. Saçaklı Mahallesi imara yeni açılan bir semtti. Evlerde yıkanan çamaşır suları sokaklara akardı. Çocuklarla bu sularda oynarken haftalığımı çamurda kaybetmiştim. Elli kuruş için annemden dayak yemiştim. Çocukluğu yaşamıştım, bütün suçum buydu galiba. Yaşıtlarıma göre erken büyüdüm. Arkadaşlarım yaşça hep benden büyüklerdi.

Bizler tatillerde de çalışırdık Anadolu’da gelenektir. Erkek çocuklarını boş bırakmazlar. Okuyamazsa meslek sahibi olsun diye. Annem de bu düşünceyle beni dokumacı yanında işe koydu. O zaman İlkokul üçüncü sınıftayım. Dokuma atölyelerindeki tezgahlara masura sarardım. Anahtarlardan 12-13, İngiliz Anahtarı, pense, tornavida, kerpeten ya da kurbağacık anahtarını ve diğerlerini o yıllarda ustamdan yediğim bir tokat öğretmişti. Annem işe koyarken “eti senin kemiği benim” demişti ustama.”

37 mesleği ele aldığı ve kaybolmaya tutmuş  her bir mesleğin ilgili ustalarını bularak resimlerini yaparak kitaba farklı ve görsel bir zenginlik kazandıran Diyarbakırlıoğlu, örneklerini yurtdışında da nadiren görülebilecek nadide ve dijital kuşağın çoğunun bilmediği, dokunmadığı, nasıl yapıldığını hayal edemediği ve bazıları için de hayal edemeyeceği bir hazineyi geleceğe kazandırmış. Her bir mesleğin atmosferini ve aletlerini resimlerle tanıtırken, bir yandan örneğin  Ömer Asım Aksoy’un eserlerine de başvurarak, mesleklerin kelime ve tarihi kökenlerini de kitabına dahil ediyor ve bununla da kalmayarak, yaşayan son ustalarını bulup, onlarla röportaj yaparak, mesleğin inceliklerini, zorluklarını ve neden kaybolmaya yüz tuttuklarını birinci ağızdan yazılı hale getirip, meslek arkeolojisine çok önemli katkılarda bulunuyor.

Kitabın neden bu nedenle önemli olduğunu ise Diyarbakırlıoğlu şöyle anlatıyor:

“Bedri Rahmi Eyüboğlu hocamız bir sergisinde “Arkadaşlar eğer bir hamalın resmini yapacaksanız, onun taşıdığı yükün altına gireceksiniz yoksa resimlerinizi ayakları yere basmaz, havada kalır” demişti. Rehber olmuş.

“Bu ustaların geçmişte bıraktıkları izler, yaşadığımız dünyada da asla silinmeyecektir ve asla başka kültürlerin ve yozlaşmanın içinde kaybolmayacaktır. Yaptıkları işlerdeki ve yaşantılarındaki sadeliğin getirdiği güzellikler bizlere ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Alın terleri, becerileri ve özverileri ile yapmaya çalıştıkları meslekleri, başta benim resimlerime, yazılarıma ve bu kitaba ilham kaynağı oldu. Bin bir emek ile kazanılmış becerileriyle, araç ve gereçleriyle ürettikleri, yüzyıllardan insanlığın hizmetine sundukları ile hayatımız güzelleşip kolaylaşmıştır. Onların birikimleri, bilgi ve becerileri günümüz uygarlığının basamaklarını oluşturmuştur. Geçmişteki ilkel toplum yaşantımızdan günümüzün uygar dünyasına bizleri onlar taşımışlardır. Aslında onların geçmişteki varlığı bizim bugünlerimizin de başlangıcı olmuştur. Yapacaklarımız, onların bize bıraktıkları miras üzerine olacaktır.”

Çocukluk ve ergenlik dönemimde bizzat yorgancılık, semercilik, lostracılık, bakkallık, hasırcılık, sepetçilik, saat tamirciliği,şerbetçilik terzilik, kalaycılık, nalbantlık, çömlekçilik, bakırcılık, demircilik, şerbetçilik gibi meslekleri yakinen tanık olan biri olarak, kitapta, tornacı Mehmet Usta, bakkal Şükrü, çerçi Sadık, Tireli ve keçeci Hulki Usta,  kilimci Hatice, tenekeci Zeynel Abidin Usta, nalbant Abdullah Usta gibi bir çok meslek erbabının, bazen yürek burkan hikayelerini dinlediğinizde, işin aslında tutku ve aşk ile yapıldığında sanata dönüştüğü bir çok detayı yakalayacak ve günümüzdeki becerilerinizle bu tutkuyu kıyaslama imkanı bulacaksınız.

Kuşkusuz bazıları ihtiyaçlarını endüstrileşmiş uygarlığa teslim etmesi abest olmasa da bir yandan, bazılarının, siyasilerin kendi telaşlarından, yıllar boyu bu gibi mesleklerin istatistiklerini tutmayarak, onların sadece turistik amaçlı olduğu alanlarla kısıtlı bu alanları genişletecek nice örnek varken, çırak yetiştirmelerine olanak vermeyen “kontrolsüz büyüme” nin kurbanı olduklarını da satırları dikkatli okurken görecek ve Büyük İskender, Truva, Harry Potter gibi filmler için bu ustaların nasıl arandığını da ilk defa öğreneceksiniz. Diğer yandan Mimar Sinan gibi ustaların veya peygamberlerin mesleki duyarlılıklarını ve inceliklerini de bu anlamda etüd etmiş olacaksınız. Diğer yandan da bireysel olarak hangi ağaç hangi eşya ile uyumlu olduğunda daha uygun, her bir aletin çalışma ve tamir prensiplerine dair ince detaylardan çok önemli bilgiler edinebilirsiniz.

Kütüphanenizde -hele ki 70-80 kuşağı gibi ara bir kuşaktaysanız- evladiyelik olma özelliğini taşıyan bu nadide kitap, mucit ve meraklı çocuklarınıza anlatımı dışında, dijital çağda körelme riski altındaki el becerileri için de ilham verme özelliği olmakla beraber, fotoğraf ve kültürel gezileriniz için de rehber olma özelliğine sahip. Bu nedenle  aldığım notlardan çok daha fazlasını ve resimlerini “Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar” kitabında görebileceğinizi hatırlatarak, altını çizdiğim bu 37 mesleğe ilişkin notlarımı aşağıda bulabilirsiniz.

– Haratlık – Ağaç Tornacılığı

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Ağaç Tornacısı 2006

– En eski mesleklerden, Arapça’da geçen ‘harat’ sözcüğü “ağaç tornacısı” olarak tanımlanıyor. Halk arasında haratlık olarak biliniyor. Okun ahşap kısmı, masa, sandalye, kürsülerin yaakları, kirişleri, müzik aletlerinin bazı ahşap parçaları, çeşitli çocuk oyuncakları, kesici, delici, kazıcı, kırıcı aletlerin sapları bu beceriyle yapılıyor.
– Tezgahları pratiktir. birilerine vida ya da cıvata ile bağlanmaz.
– Ahşap işlenmeden önce ilk aşamada ahşabın “çapak” dedikleri fazlalıkların temizlenmesi gerekir. Bunun için uç tarafı yarım ay şeklindeki “gürez” denilen bıçağı kullanırlar. Kabası alınan ağaca daha sonra “arde” denilen bıçaklarla istenilen form verilir.Son olarak sıfır zımpara ile perdahlanıp bitirilir. Hangi bıçak nerede olmalı çıraklar çok iyi bilmelidir. Ağaç torna tezgahlarının 40’lı yıllardan beri kullanılmaktadır.
– Zerdali ağacından zurna ve makara yapılır. Çünkü zerdal, damarsız olup işlemesi de çok kolay bir ağaçtır. Meşe ağacından topaç, korkuluk ayakları havan yavan tokmağı, sandalye parçaları gibi daha ziyade dayanıklı ve sağlmak olması istenilen eşyalar üretilir. En sevdiği ağaç çınar ağağacıdır. en çok uğraştıran meşe ağacı. Günümüzde 4-5 tane kaldığı söyleniyor

– Lostracılık – Ayakkabı Boyacılığı

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar : Ayakkabı Boyacısı- 2002-
– Yarım yüzyıl kadar önce bu dükkanlar ansızın yok oldu.
– Etiyopyalı şarkıcı Mahmoud Ahmet, Peru Devlet Başkanı Alejandro Toldo,Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva  gibi kimseler bir zamanlar ayakkabı boyacılığı yaptılar.
– En şanlı günlerini 1900’lü yıllarda İngiltere’de yaşadı.
– I. dünya savaşında askerler ayakkabılarını boyanmış, parlatılmış dikkat ederdi. Savaş kızıştıkça önemsizleşti.
– II. dünya savaşı’ndan sonra her ülkede artış gösterdi.
– Müşteri çekmek için lüks ayakkabı sandıkları kullanmaya başladılar. Masif cezi ağacı üzerine sedef kakma yönetimi ile orijinal sedef işleme yapılan ayakkabı sandıkları vardır. Bazı sandıklar prinç tel işleme ile de süslenirdi. Ayak basılan yer “bacak” pirinçten döküm yapılarak imal edilmiştir.
– Mesleğin son temsilcileri için Eminönü Yeni Camii civarına uğramalısınız.
– Badem yağı ile deriyi beslerler. Kar suyu çekerler.

– Bakkallık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Mahalle bakkalı- 2004-

– Bakkallar için “çeşitlerine bak da dona kal” demişler. İşte bu cümlenin “bak ve “kal “ hecelerinin birleşimidir bakkal.
– Yok olma sebeplerinden biri de seyyar satıcılardı.  Traktör ve arabalarla. 1985 yılında Nesli Çölgeçen’in yönettiği baş rolünü Şener Şen’in oynadığı “Züğürt ağa” filmine de ilham kaynağı olmuştu.
– Müşteriler sadece veresiye alacağı şeyler için bakkala geliyorlardı.

– Çerçilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Cerçilik 1994-
– TDK’ya göre, köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyası satan gezginci esnaf.
– Mallarını yere yayarak sattıklarından yaymacı ya da dökmeci de denir.
– Evliya Çelebi çerçilerin piri olarak Abuzettin Gafari’yi gösterir.
– Evliya Çelebi’ye göre çerçi sayısının 300 kadar olduğunu, her türlü ufak tefek eyşa sattıklarını, müşterilerin satın aldıkları mallardaki hileyi anlamamaları için kendi aralarında özel bir dil geliştirdiklerini söyler
– Çağatay sözlüğü ise çerçiyi “pilever, yaymacı, sergisi” diye tanımlıyor.
– Ortaya çıkış sebeplerinden en önemlisi ulaşımın zor olduğu, alışveriş yapmanın kolay olmadığı yerlerde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılanmasıdır.
– Eşkiyaların, vahşi hayvanların kol gezdiği dağları aşarak ulaşılması zor köylere giden çerçiler, kendilerini nelerin beklediğinden habersiz yollara düşerlerdi. İğneden ipliğe, çaydanlıktan leğene ,  toprak kaplara kadar yüklü hayvanı ile “çerçi geldi” diye bağırırdı.
– Amerikan western filmlerinde üstü kapalı arabalarla her türlü tuhafiye ve zücaciye araç ve gereçlerini satan çerçileri sıkça görmek mümkündür.
– Çerçinin bir alışveriş defteri vardı. Bu defterde her evin bir sayfası bulunurdu. Kim ne almış, kimin ne kadar borcu var deftere yazılırdı.
– Biz çocuklar ise bu alışverşilerden habersiz, çerçinin atının kuyruğundan bir kıl çekmenin derdinde olurduk. Bu kılla çok güzel vızvız oyuncağı yapılırdı.

– Demircilik

Demirci ve Oğulları
– Bir inanışa göre demirciliği insanlığa Hz. Davut öğretmiştir. Bundan dolayı Haz.Davut demircilerin koruyucusu olarak bilinir.
– Demir kılıçların savaşlarda ne denli önemli olduğuna iyi bir örnek Hitit Kralı III. Hattuşili ile Mısır Firavunu II. Ramses arasında geçtiği bilinen Kadeş Savaşı’dır. O dönemde Mısır askerlerinin kılıçları ve mızrak uçları dövme bakırdandı. Bu sebepten ötürü ;Mısırlıların demirden kılıç ve mızraklarla donatılmış Hitit askerleri karşısında yenildikleri anlatılır.
– Bir doğu sanatıdır.
– Arkeolojik kazılarda demir bulguların nadiren görülmesinin en önemli nedeni oksitlenmedir. Oksitlenme demiri yakıp yok eder. Bu nedenle 21. yüzyıl öncesine giden kazılarda demirden yapılan işlere pek rastlamayız.
– İçine nikel katılırsa paslanmaz çelik elde edilir . Haddeden geçirilerek elde edilen sac levhaların paslanmasını önlemek için üst kısımları madeni yağla yağlanırlar.
– Demir en iyi emaye ile uyum sağlar.
– Demircilikte fabrikasyon imalata başlanmadan önce üretilen kesici ve delici malzemelerin dayanıklılığı sağlanarak, kolaylca kırılıp körlenmesini engellemek gerekir. Demire “su verme” ihtiyacı buradan gelir.
– Demirin 3 çeşit sertleştirme işlemi vardır. Suda sertleştirme, madeni yağda sertleştirme, hava ile sertleştirme
– Demir ocakta ısıtıldığında ulaştığı sıcaklığı aldığı renge göre ustalar anlar. Örneğin sigara ateşi rengi demir tavının 600 C’de, portakal rengi 900 derecede olduğunu gösterir. Sarımtırak renk beyaza dönüşünce demirin tav derecesi en yükseğe gelmiş demektir.
– Elindeki kıskaçla kor halindeki ham demiri tutan demirci ustası diğer eliyle de çekicini kullanır. Ustanın çekiç vuruşunun açısına ve vuruş şiddetine göre demirci kalfaları da balyozlarıyla demiri döverler. Balyozun aynı yere vurması gerekiyorsa usta çekicini örse yavaş yavaş vurur. Usta çekicini örse yan tuttuğu zaman balyozla vurma işlemi de durmalıdır.
– Türkler tairh boyunca demircilikte ileriydiler. En iyi kılıçları yapıp sertleştirme işleminde de at idrarı kullanmak suretiyle daha iyi sonuçlar almayı bilmişlerdir.

– Hamamcılık
– “Hamamda deli var” hamam deliye kaldı” “hamamı görmeden curuna aşık olmak “ hamama giren terler” hamamcının parası zibile bağlı gerek” hamam kaçkını “hamam nalını sıratlı” hamamın suyuyla misafir ağırlamak” gibi pek çok deyime konu olmuştur.
– Sözlükte hamam, özel bir düzenle ısıtılan, halkın yıkanma gereksinimini karşılayan yer olarak tanımlanıyor. Arapça’da ise hamama “hammam” deniyor.
– Eski Yunan ve İtalya hamamlarında günümüz saunalarındaki gibi özel terleme mekanları vardı. Buralarda beden eğitimi ve su sporları da yapılmaktaydı.
– Yürk hamamları, Roma ve Bizans hamamlarından etkilenerek inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde gerçek önemini bulan bu yapılar ya bağımsızdırlar ya da bir külliye içinde yer alırlar.
– Mardin’deki “Maristan” hamamının en eski Türk hamamı olduğu sanılmaktadır. Mimari planı, haç biçimi dört eyvanlı olup, dört köşe hüreli sıcaklık bölümünden oluşmaktadır. Diyarbakır “Artuklu Sarayı” hamamı da altın yaldızlı mozaik süslemeleriyle dikkat çeken ilk örnek hamamlardandır.
– İstanbul’ın fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Irgatlar Hamamı İstanbul’da yapılan ilk Türk hamamıdır. bunu Azaplar ve Mahmut Paşa Hamamları izler.
– Mimar Sinan, Üsküdar’da 7, İstanbul merkezde de 16 adet olmak üzere 23 adet hamam yapmıştır.
– Hamamlar soyunma, yıkanma ve ısıtma(külhan) olmak üzere üç bölümden oluşurlar. Külhan hamamın altında bulunur.
– Kadınlar hamamındaki tellağa natıra denmektedir.
– Kurnalarda herkes yıkanabilirken hamamın halvet bölümü kapalı olup buradakiler tek başına yıkanır.
– Çarşı hamamları geceleri erkeklere gündüzler kadınlara çalışır.
– Güneydoğu Anadolu hamam geleneğinde bebeğin tuzlanması diye bir şey vardır. Toplu halde loğusa hamamına gidilir ve bebek hamamda baştan ayağa tuzlanırdı. Eğer o bebe tuzlanmazsa büyüdüğünde terinin çok kokacağına, bacak araları, koltuk altları ve parmak aralarının pişikten mantar olacağına inanılırdı.
– Güneydoğu hamamlarında kadınların saçlarını kil ile yıkama geleneği vardı.
– Kadınların hamam kavgasında en çok işe yarayan silah bakır taslardı. Tasın yetmediği yerde ıslak peştamallar devreye sokulurdu. O da zayıf kalırsa takunyalar devreye girerdi.
– Keselenme, sabunlanma, yiyip içme eğlene derken artık hamam sefasının sonuna yaklaşılmış demektir. Sıra kırklanmaya gelmiştir. Yıkanıp çıkmak isteyen kişi, musluğun altına tuttuğu hamam tasına diğer eliyle kırk defa vurur ve sonra da tastaki suyu başından aşağı döker. Buna halk arasında kırklanma denir.
– Azınlıklar için hamamlarda özel küçük havuzlar vardı. Bu havuzlara “gulleytin” denirdi.

– Hasırcılık – Zembilcilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Zembilci ve Çırağı- 2006
– Hasırcıların, hasırın yanı sıra ürettikleri ürünlerden biri de zembildir. Zembilin ana maddesi de hasırda olduğu gibi sazdır. Saz, bilindiği gibi bir bataklık bitkisidir. Bataklıklardan oluşan sazlıklardan elde edilir. 
– Zembil, eskiden sıkça kullanılan ve günümüzde yerini plastik ya da naylon ambalaj maddelerine, karton kutulara bırakan bir taşıma kabının adıdır. Zembil, hasırotundan, kamıştan, sazdan örgü tekniği ile yapılır.
– Zembil geniş ağızlıdır. İki yanında kulpları vardır. Saklama ve toplama işlerinin de olmazsa olmazıdır. Hasırotu aynı zamanda semerci ustalarının yaptıkları ve semerin, kürtünün, boyunduruğun içine koydukları yöresel adı “berdi” olan ottur.
– Zembil; zeytin fırstık, üzüm çay toplanmasında kullanıldığı gibi narenciye ve sebze bahçelerinde ürünün hasadında ve güvre taşınmasında çiftçinin en önemli taşıma aracıdır. İnşaatlarda kum, çakıl ve harç taşınmasında işçilerin çok önemli gereçleri arasındadır.
– Hasırlar, zembillerin yapıldığı malzemelerden yine örgü yöntemiyle yapılır. Hasırlar yapıldığı malzemenin cinsi ve kalınlığına göre de isimler alırlar. Mısır hasırı, Trablus hasırı, kaba hasır gibi.
– Hasır, eski Türk evlerinde hava geçirgenliğinden, camilerde, çadırlarda, kilimin ve halının altına rutubetten ve soğuktan korunmak için yaygı olarak açılırdı.
– Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun toprak damlı evlerinin tavan örtüsü olarak da çok kullanılmıştır.
– Hasırcılık mesleğini daha çok görme engellilerin yaptığı söylenirdi.
– Hasırcıların elleri ve parmakları kamış hasırı örerken maalesef kesik kesik olurdu. Zira kamışın dilimlenen parçalarının kenarları bıçak ağzı gibi keskin olur.
– Saz, kamış ve otlardan yapılan yüksek, geniş tabanlı , örgü şeklinde yapılan zembiller çabuk yıpranıp parçalanıyordu. Hem zahmetli hem de dayanıksız oluyorlardı. Tamir de çok zordu.İşçiliğin pahalı olması nedeniyle kullanıcıya da uygun gelmiyordu. Kahramanmaraşlı yemenici ustaları kamyon lastiğinin kauçuk ve ketenden oluşan bölümlerini keskin bıçaklarla soyarak birbirinden ayırdılar. Lastiğin keten bölümünün eninin ve çapının zembil yapımı için uygun bir malzeme olduğunu gördüler. Belli ölçülerde kesilen bu parçaları içeriden dışa doğru bükerek, birleşen kenarlarını mumlu pamuk ipliği ile dikip birleştirdiler. Saplarını da kamyon lastiğinin iç tarafındaki janta değen bölümünden yaptılar. Lastik zembilin doğumu da böylece gerçekleşmiş oldu. Daha sonraları yaygın hale gelen bu iş “zembilcilik” adıyla yaygınlaştı. Aranılan bir araç haline geldi. Kamyon sahipleri eskiyen lastiklerini yenileriyle değiştirirken eski lastikleri yenileriyle değiştirirken eski lastikleri onlar için gerçekten büyük sorundu. Geri dönüşümü olmayan bu eskiler, lastikçiler tarafından alınmıyordu. Alsa bile nereye koyacaklardı. Bazı kamyoncular ve tır sahipleri zorunlu olarak yanlarına aldıkları eski lastiklerini uzun yollarda boş arazilere bırakıp büyük bir çevre kirliliği yaratıyorlardı. İşte tam bu arada kamyon lastiğinden zembil yapma düşüncesi hem hasırcıların hem de çevrecilerin imdadına yetişti. Bu durum hasırcıları da kurtardı çünkü hasra, kamış ve benzeri malzemeden yapılan zembillere yukarıda da belirttiğimiz gibi dayanıksızlığından ve yaşama koşullarının değişmesinden talep azalmış işsiz kalmışlardı.
– İyi bir zembil ustası bir lastikten 50-60 metre kadar lastik şeritler çıkarabilir. Bu şeritler kuyu ipi olarak kuyulardan kovaya bağlanarak su çekmede kullanılır. Kuyulardan su çekmekte kullanılan kendir halatlar zaman içerisinde su ve kuyunun rutubetinden dolayı çürüyüp kopabiliyordu. Bu şekilde kendir halatların yerine ömürlük dedikleri lastik şeritler kullanılmaya başlandı. Kuyulardaki su kovaları çinko levhalardan yapılırdı. Bu kovalar su çekerken kuyunun içine atıldığında kuyunun kenarlarına çarparak eğilip deliniyor  kullanılmaz hal alıyordu. Zembilci ustaları bu kovaların aynısını lastikten yaparak bu sorunu da çözmüş oldular.
– Zembil dikme işleminde naylon ip kullanılmaz
– Zembil ustaları ürün çeşidi olarak hububat saklamak ve plajlarda çocukların kum ile oynamaları için küçük çaplarda kovalar yapmaktadırlar. Çocuklarımıza belki de bu oyuncaklar kalacaklardır.
– Ülkemiz genelinde Kilis’te tek bir dükkanda iki usta tarafından yapılan zembilcilik büyük oranda yok olmuş bir meslektir.
– Kilis’teki adı “Körler Çarşısı”ydı. Bir çok görmeyen adam önlerindeki sazlardan sepetler zembiller hasırlar örüyordu.
– Lastik zembilciliğin sonunu getiren nedenlerden birisi de lastiklerde daha sağlam olsun diye keten yerine elik tel kullanılmaya başlanmasıdır.
– Kullanılan aletler: Biz, çuvaldız, hasır otu bıçağı.

– Keçecilik

– Keçe koyun, tavşan, deve, lama gibi hayvanların yünleri ile tiftik keçisinin kullandığı su, sabun ve ısı yarmıyla oluşturulan alkali bir ortamda liflerinin birbiri arasına girmesi ile elde edilen atgısız-çözgüsüz sıkıştırılmış tekstil örneğidir.
TDK  sözlüğünde keçeyle ilgili şu tanımlar yapılıyor:

1. Yapağı veya keçi kılının dokunmadan yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş.

2. Bu kumaştan yapılmış olan: Keçe külah, keçe çadır

3. Yere serilen halı, kilim gibi yünlü döşemelik.
4. Hayvansal tekstil elyafı olan yün elyafının bükme ve dokuma işlemleri yapılamdan birbirine bağlanarak sağlam, bükülgen bir kumaş meydana getirme işlemi

– Keçecilik özellikle  soğuk iklimlerde yaşayan ve geçimini hayvancılıkla sağlayan toplumların buluşudur. Sıcak tutması ve ısıyı geçirmemesi, yaygı ve giysi olarak tercih edilmesine sebep olmuştur.
– Keçe, Orta Asya Türklerinin günlük yaşamlarında çok önemli bir yere sahiptir. Başlarına giydikleri ve adına “börk” dedikleri giysi keçeden yapmadır. Kaşgarlı Mahmud Divan-I Lugat-it Türk isimli eserinde bu baş giysisine oldukça geniş yer vermiştir. Börk için kullanılan kalıpların kağıt veya çamurdan yapıldığını, imece usulü yapılan börk dikişinin uzmanlık isteyen bir iş olduğunu yine Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lugat-it Türk adlı eserinde anlatmaktadır.
– M.Ö. 5. yüzyılda Hun Türkleri çadırlarının dışını ve içini yaptıkları keçelerle kaplamışlardır. Yurt dedikleri çadırlarının içerisine yaydıkları ve misafirlerinin altlarına açtıkları keçeler renkleri ve motifleri ile dikkat çekerdi. Motiflerde mitolojik hayvanlar, kurt, geyik kuş, kuğu ve aslan kullanılmıştır. Keçe örtüler ve giysiler olağanüstü sanatsal ve kültürel düzeydedir. Yün saklanması ve korunması çok zor bir malzemedir. Bulunan bu eşsiz güzellikteki eserleri Saint Petersburg Hermitaj müzesinde görmek mümkündür.
–  Selçuklu Türkleri de, çobanların giydiği, tepme keçeden yapılmış kepenkleri kullanmışlardır. Çobanları yağmurdan ve kardan korumak üzere yapılan ve külahı da olan tamamı keçeden yapılan bir giysidir.
– Çobanların simgesi haline gelen kepenek, Selçuklu dönemine ait tepme keçeden tek parça olarak yapılan bir giysidir. Konya ilimiz, Selçuklular döneminde keçe imalatında önemli yer tutar. O dönemde Mevlana’nın Mevlevi teşkilatı üyeleri de başlarına “sikke” adı verilen keçeden yapılmış külahlar giymişlerdir. Tek parça keçeden yapılır.
– Keçecilik çok az da olsa günümüzde Güneydoğu illerimizden Şanlıurfa’da yapılmaktadır.
– Urfa yöresinde yaygın kanı ise kurak bölgede yetişen kuzuların yünlerinin keçe yapımı için diğer yünlerden daha elverişli olduğudur. Sulak yerlerdeki kuzuların yünlerinin iyi keçeleşmediği, 6 aylık kuzuların yünlerinin keçe yapımı için ideal olduğu söylenir.
– Keçecilik çok yaman emek isteyen bir iştir. O  nedenle kahır türkülerine de konu olmuştur.
– Keçeciler keçe yapımına en uygun yünleri alırlar. Bu yünler koyun ve kuzuların üzerinden olduğu gibi kırpıldığından çok kirlidir ve yapağısı vardır. Bu yünler yıkanır ve kurutulur. Daha sonra hallaç aleti ile elyaf haline getirilir. Yünün içerisinde topaklanmış halde yün parçası kalmamalıdır. bu işlem sırasında yünden çıkan tozlar zaman içerisinde keçeci ustalarının ciğerlerini doldurmakta ve nefes darlığına sebep olmaktadır. Yünün elyaf haline getirilmesi kapalı alanlarda değil açık havada yapılmalıdır.
– Keçenin makbülü kış keçesidir.Kış keçesi beyaz yünden olup kenarları çirtikli pek makbul bir keçedir. Yapıldıktan sonra yün boyası ile boyanır. Alakeçe(Yaygı keçesi) evlerde , çadırlarda serilen desenli veya desensiz değişik boyutlarda keçelerdir. At keçesi çıplak at üzerine konularak eyer vazifesi görür.
– Keçeden yapılan eşyalardaki motiflerde genelde Şahmaran gibi başı insan, gövdesi yılan olan efsanevi canavar motifinin yanı sıra tavus kuşu, aslan, kartal, kuzu,balık,güvercin gibi hayvanlar stilize edilerek kullanılmıştır. Acem nakışlarında hayvan figürlerinin yerine geçen küme küme renkli kabartılmış yünler kullanılmıştır.
– Nakış çeşitlerine örnek: Somun nakışı, somun yıldız nakış, kantarma nakış, göbek nakışı, dal nakışı, pul nakışı.
– Keçecilerin kullandığı aletler: Ham Keçe, Basta, Fitle, Sepki, Yay, Askı, Tokmak, Kiriş

– Kilimcilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Kilim Dokuyan Adam 1996
– Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur. Kilim sevdadır, özlemdir derttir, istektir.
– Kilim göçebe kavimlerin kullandığı dokumaların başlıcasıdır. Halıdan ayıran özelliği, deseninin ve yüzeyini halıdaki gibi çözgülerin üstüne tek tek atılan ilmiklerden ibaret olmayışıdır. Kilim, çözgü aralarında sürekli gidip gelen renkli atkı yumaklarıyla ya da mekiklerle dokunur. Kilimin yüzeyi bu sayede ince düz görünümünü kazanır.
– Cicim, sumak ve zilinin her iki yüzünün aynı olmaması kilimden ayıran özelliğidir.
– Kilim desenleri geometriktir.
– Kilimin ana maddesi yün, pamuk, keçi kılı veya ipektir.
– Aletleri: kilim dokuma kılıcı, kirkit, mekik, kirman
– Kilim tezgahları halı dokuma tezgahlarına benzer.
– Kilimlerde kullanılan motifler kilimin ait olduğu ve dokunduğu yörenin geleneklerini, tarihini, kültürünü yansıtır. Anadolu kilimlerinde yeşil, turuncu, mavi, lacivert ve kırmızı en çok gözlemlediğimiz renklerdir.
– Kilim dokumacılığının Anadolu Selçuklu döneminde de geliştiğini görüyoruz.
-16. yüzyıl kilim örneklerinde desen ve renkler çini, dokuma ve halılardaki renk ve motiflerle benzerlik göstermektedirler.
– Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur. / Kilimin dilinden ancak anlayan okur. Sırlarımı verdim san sevgimi verdim / Şu gönlümü kilim yaptım yoluna serdim. / Ayıptır günahtır diye kilit vurdular dilime / Aşkı dokudum kilime anlıyor musun?
– 3 metreye 1,5 metre ölçülerinde bir kilim 6 ayda dokunur.
– 20 yıl önce Toroslarda yörüklerin neredeyse tamamı kilim dokumayı bilirken, şimdi kimse bu işle uğraşmıyor.

– Köşkerlik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Köskerci Ustası

– Dilimize Farsça’dan girmiştir.  Aslı kevsger olan bu sözcük değişime uğrayarak önce “koşkar” sonra köşker’e dönüştür. Anlamı yemeni dikicisi, ayakkabı tamircisidir.
– İnsan giyim kuşam eşyalarından hayvan koşularına kadar çeşitli sahalarda yaygın bir kullanımı vardır. bunlar pabuçlar, çizmeler, postallar, çarıklar, terlikler, ayakkabı türündendir.
– Uzakdoğu mallarının girmesi köşkerlik mesleğinin bitmesi konusuna sn noktayı koyuyor.
– Köşkerlerin ürettiği ayak giyeceklerinden biri de çarıktır.
– Köşkerlerin çarık ürettiği yerlerin başında Kahramanmaraş ve Gaziantep ilimiz gelir. Adı geçen illerimizin köşkerleri Büyük İskender, Harry Potter ve Truva filmlerine yapılmıştır.
– Aletler Biz, Köşker Çekici, Deri Makası, Deri bıçağı Falçata, Köşker Çekici
– Köşkerlerin dizlerinin altına kadar uzanan önlükleri vardır. Önlüğünü giymeden işe başlamazlar. Yanlarında her zaman reyhan çiçeği bulundururlar.

– Kutnu – ve Alaca Dokumacılığı

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Kutnu Dokumacısı- 2004

– Çözgüleri genellikle ipek, atkıları ise pamuk ipliğinden olan saten örgü ile dokunmuş ve çözgü yönünde renkli desenleri olan bir tür yarı ipekli kumaşa “kutnu” denir. Dokuyan ustalara da basitçe “kutnu dokumacısı” ya da “kutnu ustası” denir. Diğer adı “saray kumaşıdır”
– Arapça’da pamuk anlamına gelir.
– 1900’lü yılların başlarında Gaziantep’te 5000’ye yakın tezgah olduğu ve bu dokumacıların anında tarakçılar, boyacılar, masuracılar, çözgücüler, apreciler, megeneciler gibi yan işlerle beraber 20 bin kişinin çalıştığı söylenir.
– 60 çeşit kutnu dokuması olduğu söylenmektedir. Bazılarının isimleri, Sultan Kutnu, Bağlamalılar, Çiçekliler, Düz Çizgililer, Düz Mecidiye, Hindiye, Kutnu, Kemha Kutnu, Sedefli Kutnu, Sarı Tas Kutnu, Zincirli Kutnu, Vişneli Kutnu, Çiçekli Furç Kutnu.
– Kutnuya adını veren renklerdir. Kutnu boyama işlemi çok zahmetlidir. Hakim renk sarı olduğundan bu renk kumaşa göz alıcı bir parlaklık verir. Ardından kırmızı gelir, sarıya tahakküm kurarcasına. Daha sonra mor, yeşile inat mavi, siyah ,bordo ve pembeler. Büyük kazanlarda bu renklerle ipek çileler boya kazanlarına defalarca bıkmadan batırılıp çıkarılarak değişik renkler elde edilir.
– Boyanan çileler “mezekçiler” e gider. Bu ustaların görevi ise çözgü ipliklerinin dokuma sırasında kopmasını sağlamaktır. Bunun için de kayısı reçinesi ve gaz yağı ile “haşıllama” işlemini yapar. İpekler burada kavuk yapılarak tarakçılara gönderilir. Kutnu dokunduktan sonra pişirilip yumuşatılması gerekmektedir. Bu işlem tahta tokaçlarla dövülerek yapılır.

– Sandalyecilik – Kürsücülük

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Sandalyeciler 2006

– Büyük Larousse sandalyeyi sandal ağacından yapılmış iskemle olarak tarif etmektedir. (Sandalye yapımında sandal ağacının yapılmasının kullanılmasının nedeni hoş kokulu ve kerestesinin renkli oluşundandır. Bu ağaç Hindistan ve Malakka’nın dağlık bölgelerinde yetişir.
– En eski sandalyelerin Mısır’ya yapıldığı bilinmektedir. Arkalıklı ve dirsekliği olmayan ilk sandalyeler ise XVII. yüzyılın başında İtalya’da ortaya çıkmıştır. bu sandalyelerde sağlam ve dayanıklılığından dolayı ceviz ağacı çok kullanılmıştır.
– Türkiye’de sandalye kullanımı XIX. yüzyıldaki batılaşma hareketi ile başlar. Geleneksel Türk ev döşemesinde ahşap malzemeden yapılan sedir, çoğu yerde ise yer minderi kullanılırdı.
– Kürsü, sandalyelerin arkalığı olmayanıdır. ağaç tornacılarının bir buluşudur. Üzeri tahta kaplama olduğu gibi hasır veya be zş erit örgülü olanları da vardır.
– Oturmalığı hasır örgü olan kürsüler daha çok Antakya ilimizde yapılmaktadır. Hasır  otunun yetiştiği yer olmasından olsa gerek.
– 8 yaşında kalfa olan Sandalyeci ustası 75 yaşındaki Nuri Direzinci : Yaşama bir şey katmayana insan mı denir?
– Ağaç testeresi, Keser, Tokmak, Törpü

– Sedefkârlık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Sedef Işleyen Adam 1997

– Deniz Kabuklarını Mücevhere Dönüştüren Meslek
– Birçok yumuşakçanın kavkısında bulunan ve sedef işçiliğinde kullanılan gökkuşağı renklerinde pırıltılı sert maddeye sedef deniz. Yumuşakçalarda ve kolsu ayaklılarda dış derinin özeöl bir bölgesinin salgıladığı kireçten dış iskelete “kavkı” denir. Sedef genellikle inci istiridyelerinden elde edilir.
– Türkler Anadolu’ya göç ettiklerinde sedefkarlığı da getirmişlerdir.
– Osmanlı’da ilk sedef süsleme işini II. Beyazıt Camii kapı kanatlarında görmekteyiz.
– Ortaçağlarda sedef lüks eşya yapımında kullanılan bir malzemeydi. Sedef kutular, heykelcikler, tütün tabakaları, ayna kenarları ve buna benzer sedef işlemeli eşyaların kullanımı moda haline gelmişti.
– Kullanılan aletler; Karga Burnu, Kerpeten, Teneke Makası, Tokmak, Törpü
Anadolu Selçukluları daha çok ince işlemeli ahşap oymacılığı yeğlemişlerdir. buna karşılık Osmanlılarda XV. yüzyılda başlayarak abanoz, sedir, gül, meşe, ceviz, maun, şimşir, sandal ağacı üzerine sedefin kakmaya da kaplama yoluyla kullanıldığı görülmektedir.
– Anadolu Selçukluları ve Osmanlı sanat’nda mimar olarak yetişecek gençlerin üç boyutlu düşünmelerini sağlamak için önce neccarlık(marangozluk) mesleğini öğrenmeleri gerekmektedir. bundan dolayıdır ki ahşabın tasarımında taşa kadar bir çok dallarda yetişen yetenekli insanların eserlerini Anadolu’nun birçok il ve ilçelerinde görmekteyiz.
– Mimar Sinan ve Sedefkar Ahmet Ağa’nın mimarlıktan önceki meslekleri neccarlık idi.
– Mimaride kapı pencere kanatları, dolap kapakları, kuran ve cüz mahfazaları, rahle, iskemle, beşik, sandık, masa, sehpa, bıçak sapları, tüfek kabzalarının eşsiz örnekleri İstanbul’da türk İslam Eserleri Müzesi ve Anadolu da çeşitli müzelerinde sergilenmektedir.
– XV. yüzyılın ikinci yarısında yapıların ahşap bölümlerine sedefin yanında fildişi ve bağa gibi kemik malzemeler kakılarak zengin kompozisyonlar yapılmıştır. Bağa; büyük kaplumbağaların sırtından çıkarılan tırnaksı maddedir. Isıyla yumuşatılarak istenilen form verilir.
– Amasya Beyazıt Külliyesi Camii’nde ve Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde sedefkar ustalar tarafından yapılan eşsiz güzellikte eserler bulunmaktadır. Ayrıca Topkapı Sarayı kapı ve dolap  kapakları, III. Murat Köşkü, Süleymaniye Camii kapı ve pencere kanatları, Sultan Selim Türbesi’nin kapısı, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin kapı ve pencere kanatları, Topkapı Sarayı’nda I. Ahmet’in tahtındaki kıvrık dallar ve çiçeklerden oluşan zengin süslemeleri , sedef kakma ve kaplamacılığın eşsiz örnekleri arasındadır.
– Fatih Sultan Mehmet’in tabutunun som sedeften yapıldığını, Hoca Saadettin efendinin anlatılarından öğrenmekteyiz(burada som sözüyle sedef kakmalı tabuttan bahsedilmektedir.)
– Çok iyi bir marangoz olan II. Abdülhamit, Yıldız Saray’ında sedefhane kurdurmuştur. Kendisi de bu sedefhane de eşsiz güzellikte eserler vermiştir.
– Sedef, maun ,pelesenk, ceviz ,abanoz ve şimşir gibi sert ve damarsız ahşap üzerine kakma tekniği ile yapılır. Yapılacak işe göre ani eşyanın kullanılacağı yere göre ahşap işçiliğidir.
– Kapı, pencere kanatları, mimber ve mihrapta çokça uygulanan “kündekari” tekniğidir, diğer ismi de Şam sedefkarlığıdır.Ahşap bu teknikte baklava dilimi ya da yıldız şeklindeki geçmeler biçiminde tutkal ve çivi kullanmadan bir çerçeve ile çevrilerek yapılır. Ağaç iyice kurutulup içindeki hayatiyeti öldürmemek gerekir. Konya Alaaddin Camii, Beyşehir Eşrefoğlu Camii ve Bursa Ulu Camii’nin mimberlerinde bu tekniğin büyük bir ustalıkla kullanıldığını görmekteyiz.
– Sedef işçiliği gömme(kakma), kaplama tekniklerinin yanı sıra kullanım alanları ve tarzları bakımından da gruplara ayrılır. İstanbul işi, Şam işi, Viyana ve Kudüs işi olmak üzere 4 grupta toplanırlar.  İlk ikisi Osmanlı sedefkarlığının tipik karakterini taşır. Gömme ve kaplama tekniğinde yapılan eserler de fildişi, bağa ve kemik malzemeler olarak sedefin yanında kullanılmışlardır.
– Kudüs işi sedefkarlıkta ise sedef kabuklar üzerine yapılan cami ve benzeri maketler bitki ve hayvan motifleri olarak kendini gösterir.
– Sedef zaman zaman saltanat kayıklarının süslemelerinde de kullanılmıştır. Örneklerini İstanbul Deniz Müzesi’nde görebiliriz. Kıvrık dallar yanında çeşitli geometrik desenlerde kullanılmış.
– Sedef, değerli taşlarla zümrüt, yakut, altın ve gümüşle de yan yana kullanılmıştır.
– Önemli sedefkarlar, Sultan Ahmet camii mimarı Sedefkar Ahmet Ağa, Dalgıç Ahet ağa, ve Mimar Mehmet Ağa’yı sayabiliriz.
– Türkiye’de sedef kakma ürünü satan dükkanın %80’i Gaziantep’te.
– Gaziantep’li Mehmet Usta’ya 2-3 günde sedef kakmalı bir tavlayı bitiriyorlar özenlisi 1 hafta sürüyor
– Tatlısu midyesi en ideal malzemedir. En çok Halep sedefçileri sahte sedef yaparmış.

– Sepetcilik ve Küfecilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Sepetci 1993

– Sepet genellikle sepetçi söğüdü de denilen sorgun ağacı, saz, kamış, kestane ağacı, ince ve esnek Hint hurması bitkilerin dallarının yarılarak elde edilen şeritlerle örülür. Sepetler yiyecek ve eşya taşımak için üretilen kulplu ya da kulsuz taşıma veya saklama kaplarıdır.
– Ülkemizde sepetçilik daha çok Kastamonu, Konya, Trabzon , Rize ve Edirne illerimizde görülür.
– Doğu Karadeniz bölgesinde üretilen ve çay ya da fındık taşınmasında kullanılan sepetlere “toka” adı verilir. Bu sepetler bele asılarak kullanılır. Aynı yörede “garral” adı verilen sepetin ortası yürürken kolaylık sağlaması amacıyla boğumlu olarak yapılır. Konya yöresinde üretilen, kuru erzak ve üzüm taşınmasında kullanılan sepete ise “kölemen sepeti” adı verilir.
– Sepetin daha ağır yükler taşımaya yaratan , kaba örgülü, sağlam ve hacimli olanına ise küfe denir. Küfe de sepet gibi, kullanıldığı işe göre ” oduncu küfesi” pazarcı küfesi” kömür küfesi” vb. şeklide adlandırılır. Bahçıvan küfesine ise ayrı bir isim verilerek “çatma” denir.
– Küfeciler geceleri meydan önlerinde beklerler, evlerine gidemeyecek kadar sarhoş olanları küfelerine koyup sırtlarında evlerine götürürlerdi. Küfelik olmak deyimi buradan gelir.
– Yarma demiri, yontma demiri, yontma tahtası, testere, bıçak ve tokmak sepetçilerin ve küfecilerin kullandıkları diğer aletlerdir.
– Halk edebiyatımızda “Sepetçioğlu Zeybeği” ni kısaca hatırlayalım. Kastamonu’nun Araç ilçesinde yaşayan sepetçi Yörük Osman’ın yaşadıklarından alınmıştır. Sepetçioğlu ezgisi, Yörük Osman’ın ardından yakılan ağıttır.

– Şerbetçilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Sebil yapan serbetci 1999-

– Yaz günlerinde sıcaktan bunalanlara “Otuziki dişe trampet çaldırıyor” ya da “buz gibi şerbeet” naralarıyla yetişir şerbetçiler. Elinde çın çın taslarını birbirine vurarak çıardıkları ahenkli sesler eşik eder bu serinlik çağrısına. Meyve suyu veya meyan kökünden elde edilen içeceğe genel adıyla” şerbet”, bunu üretip özel tuluklarda satan kimselere de “şerbetçi” diyoruz.
– Haziran ve Temmuz aylarında açmaya başlayan meyan bitkisinin çiçekleri salkım biçiminde olup renkleri bölgenin özelliğine göre beyaz, leylak ve mavi renkte olurlar.
– Kişniş otu parçalı yapraklı beyaz yada pembe çiçekli tüysüz parlak saplı olup yıllık otsu bir bitkidir. Kişniş bitkisi ayrıca parfüm sanayinde de kullanılır.
– Meyan kökünün içerisine değişik tatlar versin diye gül suyu ve tarçın ilave edilir. Buzla soğuttukça tatlanır.
– Şerbetçilerin varlık durumuna göre tuluklarının görünümden anlamak mümkündür. Sarı bakırdan yapılan tuluğun maliyeti de yüksektir. Bunları bakırcı ustaları yapar. ve bu tuluklar güneş altında parıldarlar. Sarı tulukların kapağının üstünde şerbetçi yürüdükçe sallana ve şıkır şıkır ses çıkaran zincir ve pullar tuluğa ayrı bir güzellik katar.Mali durumu daha az olan şerbetçiler ise tuluğunu galvaniz sacdan tenekecilere yaptırırlar.
– Bazı kişiler 30-40 litre şerbetin bedelini bir yakını vefat ettiğinde şerbetçiye öder. Şerbetçi o zaman bir türkü söyler: Sebillullah, hasbetenullah / Hasan-Hüseyin edendimizn ruhu şadola / Sebil ettirenin yedi ceddine rahmet ola” Sebil yaptıranın sevap kazanacağı gibi sebilden içenin de sevaplanacağına inanılır. Bu nedenle “sebil” çağrısını duyar duymaz çocukların eline kaplar tutuştururlur sebil şerbeti almak üzere şerbetçiye koşulur.

– Nalıncılık – Takunyacılık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Takunyacı- Memik usta 1997

– İzmir Tire nalıncılığının farklı yanlarından biri, yontulması kolay olan ve ıslandığı zaman zarar görmeyen kavak ağacının tercih edilmesidir. Tire nalınları son usta Cemil Amca’nın ellerinde yaşatılmaktadır.
-Ünlü dil bilimcisi Ömer Asım Aksoy’a göre takunya(nalın), altı tahta olan ayakkabıdır. Aksoy’un Gaziantep Deyimleri kitabında “Yemeniyle yürüdüm de haphapla kaçmam mı kaldı” deyimi vardır. Haphap takunyanın Gaziantep ağzındaki adıdır.
– Nalın “Arapça” da ayakkabı anlamına gelen “nal ve bir çift ayakkabı anlamına gelen “naleyn” kelimelerinden türemedir.
– Takunyanın asıl malzemesi ceviz, gürgen,  çınar, şimşir ve dut ağacıdır. Şimşir ağacından yapılan takunyaların işçiliği de zordur. Suya ve aşınmalara çok dayanıklıdır. Çınar ağacından yapılan nalınlar ucuz olduğundan fakir halk tarafından tercih edilirdi.
– Nalın yapılacak ağaçlar hızarlarda biçilir. Kırmızı en çok kullanılan boya rengidir. Verniklenerek parlatılan nalınlar satılmak üzere raflardaki yerini alırlar. Nalıncı, tasmaları, müşterisinin ayak ölçüsüne göre hemen oracıkta özel takunya çivisi ile (siyah ve geniş başlı bir çividir) çakarak verir.
– Nalınların tasmalarının inci süslemeli olanı olduğu gibi kamyon lastiğinin keten bölümünün ince dilimler halinde kesilerek yapılanı da , kösele olanı da vardır.
– Nalınları süsleme işinde de çeşitli teknikler kullanılır. Yakarak desenler yapıldığı gibi, oyma tekniği ile de süslemeler yapılır, sedef kakma, kıymetli taşlar ve incilerle de takunyalar süslenirdi.
– Nalıncılıkta kullanılan aletler, çekiç, ince testere, falçata, keser, kerpeten, törpü, makas
– Osmanlı hamamlarında müşteri nalınlarıyla hamam tellaklarının nalınları ayrı yapıda idi.
– Özel taşlar, sedefler, gümüşlerle süslü Osmanlı dönemi takunyalarını günümüzde ancak Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Türk İslam Eserleri Müzesi’nde ve Ankara Entoğrafya Müzesinde görmek mümkündür.

– Tenekecilik

– Günümüzde bir çok nesnenin, konserve kutularının yapımında teneke kullanılmaktadır. Ölçü birimi olarak da halk arasında çok kullanılmıştır.
– Teneke, daldırma usulüyle ya da elektroliz yoluyla kalay kaplanır. Kalay gıda asitlerine karşı dirençlidir. bu nedenle yiyecek ile temas edebilecek tüm malzemeler kalay ile kaplanır.
– Karga Burnu, Havye, Tenekeci Makası, Tenekeci Örsü, Tokmak kullanılan aletlerdendir.
– Lehimin tarihi İ. Ö. 3200 yılına kadar dayanır. O yıllarda lehim kullanılarak yapılan vazolar, kadehler ve mücevherler bulunmuştur.
– Tenekeci kurşun ve kalay oranını kendi bilgi birikimine göre hazırlar. Doğrusu, lehim %20 kurşun, %80 kalay karışımından elde edilir.
– Tenekeci ustanın bir mangalı bir de 40 cm yüksekliğinde bir tezgahı vardır. Tezgah yekpare bir kütüktür. Ahşap kütük çatlamasın, dağılmasın diye çevresine ince bir tekene şerit çakılır. Ustaların çeşitli şekillerde de örsleri bulunur. En çok dayarım ay şeklindeki örslerini kullanırlar.

– Yorgancılık – Hallaçlık

– Yorgancılar müşteriye genelde yorganı astarlayıp verirler. Ancak bazı müşteriler buna “yüz” de geçirtirirler. Hali vakti yerinde olmayanların, gücünün yettiğinden fazlasını istemelerini eleştiren bir de deyimimiz vardır. Bu gibi durumlarda “Astarını buldun da yüzü mü kaldı” derler.
– Yorgancının ustalığını kanıtlayan yüzün zenginliğidir. Dükkanlarda dikilen yorganların bir tarafı Amerika bezi, diğer tarafı parlak saten kumaştan dikilir. Daha sonra şablonu çıkarılmış motifler çizilerek iğne ile süslemeleri yapılır.
– Eski yorganlar günümüzdeki gibi makinelere atılıp yıkanan türlerden değildi. Önce yorganın daha sonra astarı ve yüzü sökülür, yıkanır ve çamaşır ipine asılır.
– Kilis yorgancılığın Güneydoğu Anadolu’da önemli bir yeri vardır. Kilis’in sokaklarından birinin adı “Yorgancılar Çarşısı’ydı” Şimdi bir kaç yorgancı bulunmaktadır.
– Tandır masasının üzerine normal yorganlardan daha ince olan tandır yorganı örtülür. Altında ise içinde kömür ateşi olan bir mangal vardır. Tandır yorganının astarı pamuk ve yün yerine eski giysilerden oluşan şilteler girerdi.
–  Hallaç, yatak, yorgan ve yastıklarda kullanılan pamuk ve yünü bir yay veya tokmak yardımıyla kabartan kimsedir.  Hallaç, evden dışarı çıkamayan halka hizmet veren kimsedir. Hallaçlar yatak, yorgan ya da yastığın pamuğunu çıkartır, elyaf haline getirir, sonra da aynı yerde tekrar dikerlerdi. “Düm-teke-düm-tek” düzenindeki tokmak vuruşları Türk Halk Müziği’ndeki “hallaç usulü”  olarak yerini almıştır.

– Antep İşi El İşlemesi

– Antep işi’nin diğer nakış türlerinden ayıran özellikleri “ajur” ve “susma” adları verilen iki farklı teknikle işlenmesidir. Beyaz işi nakışlar grubunda sayılan Antep işi, Anadolu’nun pek çok yöresindeki genç kızların çeyiz sandığındaki en nadide parçalardan biridir. Susma işlemeyi, ajur ise iplikleri keserek çekmeyi ifade eder.
– Günümüz kız meslek liselerinde Antep işi bölümleri mevcuttur.
– Antep işi yapılırken birman, telgar, tafta, demor ve ipekli kumaşlar kullanılır.
– Renk tercihinde krem rengi baskındır. Başlıca Antep işi desen çeşitleri şunlardır: 1- Kartallı dal, 2- Karanfilli dalı, 3- Yastı göbek, 4- Yıldızlı, 5- Bebekli, 6- Aşıklı köşe, 7-Kokan gül, 8 – Filiksiye, 9- Motif, 10- Marullu dal.
– Antep işi nakışlarının başlıca türleri şunlardır: 1- Kartopu, 2- Fil işi, 3-Cemeliyan, 4-Badem, 5-İpek işi, 6-Tek dikiş, 7-Ciğer deldi, 8- Ajur
– Antep işi nakışların “gergef” veya “kasnak” adı verilen iki farklı yardımcı alt üzerinde işlendiğini söyleyebiliriz.
– Ortalama Antep işi bir yatak odası takımı 1 yıl sürmektedir.

– Bakırcılık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Bakıra Nakışı İşleyen Adam 1996-

– Türklerde bakır, atların alınlıklarında, üzengilerinde, ok uçlarında, yay ve ok kuburlarında, kalkan ve kılıç kınlarında süsleme malzemesi olarak kullanıldı. Yapılan arkeolojik çalışmalarda da bunu yeterince görmek mümkündür.
– Kalay, bakır gibi yumuşak ve kolay şekil verilebilir bir madendir. Hava ile teması sonrasında kolay oksitlenmez. Bu özellik, korozyondan korunması gereken eşyalarda kalaya çokça başvurulmasında en önemli etkendir.
– Bakırın baş tacı edilmesi kalay madeni ile yaptığı birliktelikten dolayıdır.
– Bakır, sadece mutfak araç gereci olarak değil, aynı zamanda savaş aletleri yapımında da kullanıldı. Bakır kılıçlar ve mızraklar kolay eğildiğinden tam verimli değildi.
– Her usta yaptığı bakır eşyanın bir yerine isnini kazıyarak yazardı. 18.ve 19. yüzyıllar bakırcılığımız açısından karanlık bir dönemdir, çünkü bu döneme ait pek çok eski bakır eşyada ne yazık ki nakışı işleyen ustaların imzaları görülememiştir.
– Osmanlı’da, İttihat ve Terakki yönetimine kadar asker altına alınmamaları nedeniyle bakırcılık, kunduracılık, boyacılık, kuyumculuk, madeni sanatlar, mobilyacılık, fotoğrafçılık ve terzilik gibi zanaat kollarına başta Ermeniler olmak üzere azınlıklar hakim oldular.
– Bakıra şekil verenler “çekiççi ustaları”dır.  Bakır fabrikalarından levha halinde alınan bakırlar, yapılacak olan eşyanın biçimine göre kesilir. Yalnızca çekiç ve lehim kullanarak şekillendirilirler. “Demir tavında dövülür” sözü bakır için de geçerlidir.
– Maharet bu bakır eşyaların yekpare yapılmasında ve santimetrekareye vurulan çekiş darbelerinin sayısındadır. Santimetrekareye 3000 çekiş vurulduğu söylenir.
– Halıcılıkta santimetre kareye atılan ilmik sayısı nasıl halının değerinin belirlerse, bakır eşyanın değeri de o eşyanın yapımında vurulan çekiş sayısı ile ölçülür.
– Ankara Etnoğrafya Müzesi, İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi ve Topkapı Müzesi’nde yukarıda saydığımız bezeme teknikleriyle yapılan bu şaheser parçaları görebiliriz.
– Aletler, çekiç, çızağı, havye, karga burnu, makas, nakış işleme kalemi, örs, pense, tokmak

– Bileyicilik

– Bir adı da zağcılık olan bileyicilik, kesici aletlerin kesici ağızların alet kullanarak keskin duruma getirme, keskinleştirme işi olup insanoğlunun parçalayıcı aletleri kullanmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir meslektir.
– Bileyi tezgahları sırtta taşınan ilkel makinelerdir. Tezgahın yüksekliği 120 cm ve eni de 70 cm kadardır. Dört ayağı oluşturan ahşap çıtalar tezgahın aynı zamanda iskeleti konumundadır. Büyük çarka ayak pedalıyla hareket verildiğinde çarkın kayışı da küçük kasnağı döndürür. Taş dönmeye başladığında aşındırma işlemi başlamış demektir.
– Taşlama sırasında çelik veya demirin zımpara taşına sürtünmesinden çıkan kıvılcımlar göze çok hoş ışık şeraresi oluşturur. Zımparalanan aletler daha sonra bileği taşında ya da diğer adıyla yağ taşında keskinleştirilir.
– Bir çok esnaf eskiden bıçaklarını, makaslarını ve parçalayıcı aletlerini bu seyyar bileyicilere verirlerdi. Motor gücü ile dönen zımpara taşının devri çok yüksek olur. Devir yüksekliğinden dolayı da aletleri aşındırırken aşırı ısınmadan dolayı malzemenin keskin tarafının suyu gider ve ağız tarafı çelik özelliğini kaybeder.
– Bir de elle döndürülen zımpara taşları vardır.  Aşındırma taşlarının zamanla balansı bozulur. Balansı bozuk taşlar ise yüksek devirde parçalanabilir. Taş parçalandığında ise etrafına kurşun gibi hızla dağılır. Böyle taş parçalanmasından hayatını kaybedenler olmuştur.
– Kullanılan aletler; Karga burnu, pense, kerpeten

– Çömlekçilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Çömlekçilik

– Çark adı verilen  ve ayakta döndürülen tezgah üzerindeki çamurun maharetle şekillendirmesiyle istenilen çömlek yapılmış olur.
– İşlik denilen atölyelerde üretilen çömlekler önce güneşte, daha sonra da gölgede kurutulduktan sonra, saman ve talaşla yakılan fırınlarda 800 dereceden başlayıp 1200 derece sıcaklık arasında özenle pişirilir.
– Evlerde bulunan çömlek küpler arasında su küpü, şarap küpü, yağ küpü, salça küpü, peynir küpü sayılabilir.
– Çömlek çamuru, ait olduğu yatağa göre silisli, killi, yumuşak, yağlı, sert veya gevşek olabilir. Çamur cinsi yapılan kabın türünü de belirler. Çamur teknelerinde içine bazı organik maddeler ilave edilmiş hamur kıvamını bulması için belli bir süre bekletildikten sonra ustalar çıkrık adı verilen tezgahlarda hamuru şekillendirirler.
– Arkeolojik çalışmalar, çömlekçiliğin geçmişinin Anadolu’da M.Ö. 7000 yıllarına kadar uzandığını göstermektedir. Hititler’den beir çarkla çanak-çömlek yapıldığı biliniyor. Örneğin Çatalhöyük kazılarının alt katmanlarında dahi çeşitli çanak ve çömleğe rastlanmaktadır.
– Termosların ve buzdolabının yaygınlaşması testilerin ve küplerin de pabucunu dama attı.

– Gramofon Tamirciliği

– Gramofon, eski Yunanca’da ses anlamına gelen “fone” ve  yazmak anlamına gelen “grame” kelimelerinden türetilmiştir. “Sesi yazmak”
– Gramofon iki bölümden oluşur: Hareketi sağlayan makine bölümü ve sesin oluştuğu bölüm. Makine bölümünün en önemli parçası zembereğidir.
– Zembereğin ömrü, çeliğinin kalitesine göre değişir. Ayrıca, zembereği oluşturan çelik yayın uzunluğu da dönüş zamanını belirler. Zemberek gramafon kutusuna dışarıdan takılan kurma koluyla, saat yönünde çevrilerek kurulur.
– Gramofonun ses bölümü ayna, sesi ileten boru ve çelik iğnenin takıldığı maniple olmak üzere 3 bölümdür.
– Gomalak, ebonit ve mumlu maddelerle yapılan ve her iki yüzüne ses kaydedilen diske “plak” denir.
– Plağın iki yüzünde dıştan içe doğru helezon şeklinde çizgiler vardır. bu çizgiler iğne yardımıyla ses titreşimlerinin yaptığı oyuklardır.
– İstanbul’da bir gramofon tamircisi kaldı: Mehmet Öztekin Usta
– İstanbul’daki 1940’lardan sonra yaşanan elektrik sıkıntısı, Amerika’da elektrikli pikap dönemine geçilmesine rağmen gramofonun halen kullanılmasına sebep olmuştur.
– 45’lik plakların ham maddesi Türkiye’ye gelmeyince, 78’lik plaklar eritilip kullanılmaya başlanmış.
–  Taş plak tabiri ağır olmasından kaynaklanmaktadır.
– En fazla gramofon arızası zemberek kırılmasıdır.
– Hamutçuluk – Kedenecilik
– Dil bilimci Ömer Asım Aksoy, “Gaziantep ağzı” adlı üç ciltlik eserinde kedeneyi şöyle tanıtıyor: ” Çift süren hayvanların boynuna takılan ve çok vakit içi keçe dolu, dıı deri ile kaplı olan oval ve kalın boyunluk”
– Eni 45-50 cm, uzunluğu ise 1,5 metre ölçülerinde bir telis düzgün bir yere serilir. Bunun içerisine de dilimleme bıçağından geçirilen “berdi” ler demetler halinde yeterince sıralanır. Daha sonra telisin kenarları birleştirilir.
– Sahtiyan derisi teke derisinin tabaklanmasından elde edilir.
– Hamutçu sözcüğü, Sevan Nişanyan’ın “Sözlerin Soyağacı” eserinde, Sırpça “homut”, Bulgarca “hamut” olan sözcüğün kökeni bilinmemektedir.  Hamut, atların zorlu çekim işlerinde boyunlarına takılan boyunduruktur. Hamutçu ise bu boyunduruğu yapan ustadır.
– Kullanılan aletler: Biz, Berdi Dilimleme Bıçağı, Çuvaldız, Boynuz Yağdanlık, Üdürgü Kemanesi, Keser, Makas, Ot Tepme Demiri, Semerci Yüksüğü
– Hamut, tamire en çok keçesinin aşınıp parçalanmasından dolayı getirilir.

– Kalaycılık
– Dünyada Çin, Malezya, Tayland gibi 35 ülkede  kalaycılık yapıldığı bilinmektedir. Kalay rezervlerinin yarısı Güney Asya’da bulunmaktadır.
–  Kullanılan aletler; çekiç, havye, karga burnu, kerpeten, kıskaç, örs, kıskaç, pense, teneke makası, tokmak
– Kalaycılığın M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanan bir geçmişi vardır.
– Kalay, hava ile temasından dolayı oksitlenmediğinden eşyalarda kullanılma tercihidir.
– Kurşun ile birlikte oluşturduğu alaşımdan ise elektronik sanayinin en çok kullandığı “teneke kaynağı” dediğimiz lehim doğmuştur.
– Kalaycılıkta kullanılan körükler tek veya iki kollu olup, gövdesi deriden yapılanların yanı sıra, kol gücüyle döndürülen demir pervaneli bir hava üfleyici vantilatör örneği olan körükler de mevcuttur.
– Halen göçebe bir hayat süren Yörüklerce seyyar kalaycılık icra edilmektedir.
– Veli Usta,
– Turistik restoranların bakır kalaylatmaları dışında sektör ölme noktasındadır.

– Kendircilik – Urgancılık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Kendirciler 2005-
– Kendir, diğer adıyla kenevir, sulu yerlerde yetişen, kullanışlı bir sanayi bitkisidir. Uyuşturucu madde olarak esrar yapımında kullanıldığından kendir ekimi, günümüzde gözetim altında üretilmektedir.
–  Gaziantep’te çok sayıdaki mağarada kendircilik yaygın biçimde yapılırdı. Mağaraların nemli ortamı bu mesleğin devamı için çok elverişliydi.
– Kendir yumaklarından çekilen liflerin  hep aynı kalınlıkta bükülmesini sağlamak ustalık isteyen bir iştir.
-Fabrikalarda yapılan naylon halat ve ipler, kendir elyafından yapılanların yerlerini asla tutmamışlardır.
– Kendircilik ipliğin kurumaması ve iyi kavranması için sabah serinliğinde yapılırdı.

– Körükçülük
– Ateşe dayanıklı olan ve sonradan deforma olmayan damarsız ağaçlar körük yapımı için  uygundur.
– Kullanılan aletler: Falçata, Üdürgü Kemanesi, Kerpeten, Üdürgü, İnce Testere,Ağaç Testeresi, Törpü, Keser
– Körüğün uç bölümü ateşe en yakın olan kısmıdır. Bu bölümün yanmasını önlemek için tenekeden bir kılıf yapılarak nalıncı çivisi ile kaplanır.
– Körüğün üst tahtası çekildiğinde körüğün içine deliklerden hava girer. Kapat bastırıldığında diyafram görevini yapan deri parçası deliklerin üzerini kapatıp havanın çıkmasına engel olur. Sıkışan hava da körüğün ucundaki pirinç parçasının içinden çıkarak ateşe doğru yönlendirilir.
– Körüğü oluşturan teke derisi, kırmızı ve siyah renkte olup yöresel adı sahtiyandır.
– Boylarına ve yapılışına göre körüğün bir kaç çeşidi vardır: En küçük körüğün adına “şeytan körük” tür ve 2 boy büyüğü ile beraber mutfak körükleridirler.
– Müzik aletlerinin körüklü olanlarına akordeon ve orgu örnek verilebilir. Bunun dışında körüklü otobüsler ve körüklü vagonlar  körüğün kullanım alanlarındandır.
– Körüklü çizmeler de yakın zamana kadar giyilmekteydi. Körüklü fotoğraf makineleri ve agrandizörler de körük kullananlardandır.
– Usta Ahmet Özkörükçü’ye göre, gaz ocakları körükçülüğü öldüren sebep olarak gösterilmektedir.
” Aynalı körük”, zamanın en konforlu  kent içi ulaşım aracı olan körüklü faytondur.

– Külekçilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Kulekci Ustası 2006-
– Dilbilimci Ömer Asım Aksoy’a göre, külek “tahta kova”dır.
– Dede Korkut, “lin yüzün yumadan, dokuz bazlamaç ilen bir külek yoğurt gözler doyunca tıka basa yer” diyerek küleği hikayelerinde kullanmıştır.
– Son külekçi ustası Kahramanmaraşlı Mehmet Usta,
– Külek yapımında, beyaz dut, siyah dut, sultani söğüt ve ceviz ağacından elde edilen kereste kullanılır.
– Eskiden, yoğurdun, semerin iki yanına kendirlerle bağlanarak getirilmesinden ötürü sallanması ve sulanması doğaldı. Bakkallar satın aldıkları yoğurtların satılana kadar ekşimemesi içinse satışa sunmadan önce yoğurt küleklerini baş aşağı çevirirlerdi. Bu sayede yoğurdun kısa zamanda ekşimesi önlenmiş olurdu, üstelik yeniden koyulaşması sağlanırdı. Calbe denilen bu bitki süzgeç görevini üstlenirdi.
– Dut ağacından yapılan külekler, yoğurdu daha uzun süre taze kalmasını sağlar.
– Evde hazırlanan yufkalar ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra katlanarak ekmek küleklerine konurdu ve burada uzun zaman küflenmeden taze kalırdı. Tuz ve ekmek külefleri tercihen ceviz ağacından yapılırdı. Pekmez külekleri ise sultani söğüt ağacından yapılırdı.
– Kullanılan aletler: ince Testere, Keser, Kerpeten, Törpü, Testere, Üdürgü, Üdürgü Kemanesi, KEmane Üdürgü, Külekçi Örsü
– Külekçi ustalarının kullandığı üdürgü kol gücü ile sağa sola dönen, döndükçe de ucundaki sivri demir vasıtası ile delik açan ilkel bir matkaptır aslında. Bu işlem çivinin ince ve zarif olan kasnağı yarmaması amacıyla yapılır.

– Nalbantlık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Nalbant Celal 1996-
– Atların evcilleştirilmesiyle doğan nalbantlık , hayvanların tırnaklarının aşınmasını ve kırılmasını önlemek için çivi ile hayvanların toynağına takılan oluklu “U” veya yaprak formundaki demir olan nal yapımı ve bakımı üzerinedir.
– Eskiden her hanın yanında bir nalbant olurdu.
– Kullanılan aletler; Çekiç, kerpeten, nalbant bıçağı, tokmak
– Dört çeşit nal vardır: 1) Düz Nal: Tamamı saçtan yapılır. 2)Askeriye nalı. Daha az hacim kapladığından yarış atlarında tercih edilir. 3) Lastikli Nal: Genellikle at arabalarının çekiminde kullanılır. Eskiden kaplamalıkları nalbantlar otomobil dış lastiğinden kullanırlarmış. 4) Demirsiz, sadece lastikten nal: Hafif işlerde kullanılan binek ve yük hayvanlarının ayağına çakılırmış.
– Eğer nalbantta gerektiği zamanda istenilen boyutta nal mevcut değilse, çelik kadar sert olan bu nallar, uygun ölçüye getirilmek üzere nalbant tarafından özel sac makası ile kesilip örs üzerinde de düzeltilir.
– Tutarsız olmak anlamında kullanılan  “Hem nalına hem mıhına vurmak ” deyimi buradan gelmektedir ve nalın toynaktan kaymasını önlemek için nalbantın hem çiviye hem nala vurması gerekmektedir.
– Nal ayaklara çakılırken hayvanın canı yazmazmış. Huzursuzluk çıkaran atların burnuna mandal takılırmış. İlk mandal Hz. Ali’nin iki parmağından oluşmuş. Bu nedenle icat edilen maşaların ismine “Hazreti Ali Parmağı” adı verilmiş.
–   Yeni nallara , yerel dilde “acer nal” denmektedir.

– Saat Tamirciliği

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Saat Tamircisi 1998-
– Bir anahtarcı ustası olan Peter Henlien, ilk kurmalı saati yaptı ve bu saatte ilk defa dişlililerin hareketini yay kullanarak sağlamıştı. Saatlerdeki bu yenilik, taşınabilir saatlerin yapılmalarının önünü açtı.
– 1850’de saatler ABD’de ilk defa seri olarak üretilmeye başladı.
– Osmanlılarda saat yapımı 16. yüzyılda başladı ve Mehmet Şükrü, Ahmet Eflaki Dede, Hüseyin Hakkı, Mustafa Refik, Süleyman Leziz o dönemin önde gelen mevlevi saat ustalarıdır.
– Saat ustası, bozuk saate öncelikle gözüne boru şeklindeki merceğini(lup) takarak bakar.
– Kullanılan aletler. Kapak Açma Aleti, Lup, Karga burnu, tornavida, saat direği sökme aleti
– Tamircinin kucağında, parçalar olası bir anda düştüğünde bulması kolay olması amacıyla önlük vardır.
– Kol saatiyle duvar saatinin arızası birbirine benzemez. En yaygın saat arızası zemberek boşalmasıdır.
– Tamircinin para kazanabileceği saatler değerli hobi saatleridir.
– 1950’lerde ABD’de 44 bin saat ustası varken, 2008 yılında 4400’e düşmüştür.
– Türkiye’de gerçek saat ustasının sayısının 100’den aşağıda olduğu sanılmaktadır.

– Sapçılık

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Sap Ustası 1998-
– Sap bir aletin, bir kabın elle kullanmaya yarayan bölümüdür. Sapı yapanlara “sap ustaları” denir. Kazma, kürek, çapa, keser bunlardan bazılarıdır.
– Saplar eğer balta, kazma gibi fazla güç gerektiren işlerde kullanılacaksa bunlar için meşe, gürgen, kavlak(çınar), dut gibi sağlam keresteli ağaçlar tercih edilir.
– Içkı, kamyonların  çelik makaslarından demircilerin döverek şekillendirdiği ve tekrar su vererek sap ustaları için yaptıkları yontucu bir alettir.
– Yalnız kesere ve balyoz saplarının elle  tutulan bölümü ağaç tornasında, diğer kısımları ise ıçkılama ile yapılır. Içkılama sap yapma işleminin son aşamasıdır. Içkılamadan sonra saplar boylarına ve çeşitlerine göre demet haline getirilip bağlanırlar.
–  Kızılcık ağacından yapılan saplar ömür boyu çatlamadan kırılmadan kullanıldığı için pahalıdır.

– Semercilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Semerci Şükrü Usta 2004
– Semer, bir zamanlar çekim ve binek hayvanlarının vazgeçilmez donanımıydı. Eskiden göçebe toplumlar, eşya ve yüklerini semerli hayvanlarla kolaylıkla taşıyorlardı.
– Semer yapımında hasır otu-berdi, sicim(kınnap), sahtiyan, sırım, keçe,berdi bıçağı, bal mumu, üdürgü,çuvaldız, semerci makası, berdi dilimleme tarağı, keçi boynuzu, avuç demiri ve telis kullanılmaktadır.
– Semerin gövdesi telisten dikilir. Semerin şeklini oluşturan bölgelere berdi dilimlenmeden konur. Semerin ahşap bir iskeleti vardır. Bu iskelet, yan ağacı, parmak ağacı, ön ve arka kaş ağaçları gibi parçalardan oluşur.. Öncelikle parmak ağaçları ıslatılır ve mangal ateşinde ısıtılırlar.
– Semerin ahşap kullanmadan ve eşekler için yapılanına da kürtün(palan) denir. Kürtünün dilimizde “eşek kaçtı kürtün düştü” deyiminde yer ettiğini hatırlayalım. Kürtünde, deri(teke derisi) kullanılmaz.
– Semerin süslenmesi için, semerin ön dikişleri sırasında dikiş aralarına a mavi boncuklar sırıma geçirilmek suretiyle dikilir. Daha sonraları piyasaya çıkan parlak kabara çivileri de semer süsleme işleminde  kullanılmıştır.
– iyi bir ustanın elinden çıkan semer hayvana kesinlikle zarar vermez.

– Sepicilik – Debbağlık – Tabaklık
– Ham deriyi kullanabilir hale getirmek için uygulanan işlemlerin tümünü tabaklama(sepileme), bu işi yapana da tabak ustası(sepici) denmektedir. Tabaklık derinin kurumadan ve bozulmadan deriyi işleme terbiye etme zanaatının, sepiciliğin bir diğer adıdır.
– Altay dağlarındaki Pazırık Kurganları’nda(mezarlar) yapılan arkeolojik kazılarda M. Ö. 5000 yıllarına uzandığı tespit edilen buluntular arasında deriden yapılmış at koşumları, savaş elbiseleri, deri hurçlar, eyer, çizme, kitap ciltleri bulunmuştur.  Bu buluntular Leningrat müzesinde sergilenmektedir.
–  Bitkisel tabaklama Anadolu’da doğmuştur.
– Hayvanın yüzünden derisi canlı organizmadır. Kısa zaman içerisinde işlenmezse bozulur, kokar, atılacak hale gelir. İnsanoğlu bunu önlemek için yüzyıllar boyunca çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Derinin bozulmasını önlemek için yapılan işlemlerin tümüne tabaklama denmektedir.
– Deriler ya kılları alındıktan sonra ya da kıllı olarak iki şekilde tabaklanır. Kıl dökme işlemi ise kimyasalların kullanılmadığı dönemlerde deri ısıtılıp , nemlendirilerek bakterilerin oluşması için asılıp bekletilirdi. Deri yüzeyinde çürümenin başlamasıyla kıl kökleri de gevşeyerek dökülürdü. Diğer bir yöntem ise deriyi idrar içinde bekletmektir. Bir değer yöntem ise küllü suda bekletmektir.
–  Özellikle Güneydoğu Anadolu tabakçılığında ise köpek dışkısı ile tabaklama yapılırdı. Tabaklar köpek dışkısı ile tabaklama yapılırdı. Tabaklar köpek dışkılarını fıçılarda su ile eritip derileri kirecin zararlı etkisini ortadan kaldırır ve aynı zamanda da deriye parlaklık kazandırırdı. Köpek dışkılarının özel toplayıcıları vardı. Bunlara sakatçı uşağı denirdi. Bu insanlar kollarına taktıkları sepetlerle yada sırtlarına küfe gibi bağladıkları gaz tenekeleriyle boş arazilerde köpek dışkısı ararlardı. “Tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsun” deyimi ortaya buradan çıkmıştır.
–  Kitap cildi yapımında kullanılan deriye ise sağrı denir.
– Seccade, post, kalpak, gocuk gibi giysiler için tabaklanan derilerin tüyleri alınmaz.
– Osmanlı döneminde dericilik Ahilik ile birlikte gelişmiştir. Keçi derisinin kına ile boyanması ve işlenmesiyle elde edilen ve adına sahtiyan denilen deri için batılıların nasıl yapıldığını merak edip casuslar gönderdikleri söylenir.
– Piri Reis’in haritası , Topkapı Sarayı harem dairesinin tabanı kubbesi, Mohaç zaferinde çalılan Kös(Davul) daha bir çok tarihi malzeme deri müzesi kurulması gereğini ortaya koyar.
– Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Yedikule’de kazlı çeşme denilen yerde 33 salhane, 360 tabakhane yaptırmış ve esnafın büyük bir kısmı buraya toplanmıştır.

– Şimşir Tarakçılık

Simşir Tarak ustası- 2006

– Tarak çeşitleri olarak, dokuma tezgahı, arıcı tarağı, taş yontu tarağı, kürkçü tarağı, iğneli tarak gibi taraklar sayılabilir.
– Şimşir, gürgen ve iyi cins ceviz ağacından yapılan tarakların içerisinde beyaz renk şimşir ağacından yapılan taraklar en iyisi olarak kabul edilir.
– Taraktaki diş sayısı ortalama olarak ince tarafı için 26, kalın tarafı için 18’dir. Osmanlı dönemi taraklarının bazısında bu diş sayısı tarağın ince tarafında 50’ye çıkabiliyordu.
– Makine tarağı ile el yapımı tarağını birbirinden ayırmak için diş diplerine bakılır. El emeğ tarağin diş dibi şaftlı, makine tarağının diş dipleri ise düz olurmuş.
– Eskiden şimşir tarakları hamamlarda kadınlar da yayın olarak kullanır, sudan dolayı tarak dişlerinin dağılmasını önlemek için tarağı kullanmadan önce 15 gün zeytinyağından bekletirlermiş.
– Kahramanmaraşlı Halim Usta, şimşir tarağın kepeklenmeyi ve dökülmeyi önlediğini, saçın sağlıklı uzamasına yardımcı olduğunu ve saçın taranırken elektriklenme yapmadığını söylüyor.
– Şimşir ağacı Kaçkar Dağları’da orman halinde bulunmaktadır ve tehlike altındadır.
–  Şimşir tarak dışında, zurnanın bir parçası olan “zurna dili” ve tulum çalgısına ses veren bölümü olan “nav” da da kullanılır.
– Kemik taraklar da şimşir taraklar gibi saçta kepeklenme ve elektriklenme yapmazlar.

– Sütçülük

– İnek sütüne su katılırsa kendini belli eder. Ocağın üzerine sütü kaynamaya koyduğunuzda süt kesilir. Koyun sütünde su belli olmaz.
– Anadolu’da “yeni sağdım” diye çocuklara çiğ süt verirlerdi.

– Taş Ustaları – Yaş Yontucuları
– Taş ocaklarından kaba olarak çıkarılan taşı çeşitli amaçlar için kullanılmak üzere işleyen,yontan, şekil veren, süsleyen ve gerektiğinde üzerlerine çeşitli yazılarak yazan ustalara yaş yontucuları veya taş ustaları denmektedir.
– Taşçılar ocaklarda, “külünk” denilen kesici ve yontucu aletleri ile zeminde yuva açarlar, daha sonra yuvalara ağız tarafı ince demir keskiler çakılarak taş blok bulunduğu yerden kırılarak çıkarılır.
– Hz. İbrahim, taş ustalığının piri olarak kabul edilir.  Kabe’nin inşaatından sonra Urfa’ya gelmiş ve Halil Rahman külliyesini yapmıştır. Yanında yetiştirdiği birçok taş ustası da daha sonradan Antep, Mardin, Diyarbakır yörelerine dağılarak mesleğin yayılmasını sağlamışlardır.
–  Türkler Anadolu’ya geldiklerinde yerleşik düzene geçerken, Bizans ve Romalıların taşı yapı malzemesi olarak kullandıklarını görmüşlerdir. Bu dönemden itibaren de özellikle Anadolu Selçukluluları başta olmak üzere taş işçiliği ve mimarisinde özellikle de dini mimaride eşsiz güzellikte eserler ortaya koymuşlardır.
–  Havara taşı tebeşir gibi yumuşak ve beyaz olup kolay kesilir ve işlenir. Havara taşı hava ile temas ettiğinde oksitlenir, sarımtırak bir renge dönüşür ve zamanla toz halinde dökülür. Bu nedenle ömrü diğer taşlara nazaran daha kısadır. İyi gelirli olanlar evlerini kıymış veya kara taştan yaptırırlardı.
– Mardin’de yöreye özgü kalker taşı kullanılmaktadır. Havayla temas ettikçe sarımtrak renge kavuşur.
– Kastamonu ve Batı Karadeniz bölgesinde şiddetli fırtınalara karşı ağırlığı nedeniyle “Kayrak” adı verilen taş cinsi kullanılır. Bu taşın diğer özelliği kiremit yerine çatı örtüsü olarak yapılarda kullanılır.
–  Güneydoğulu ustalar taşın üzerine oturarak yontarlarken, Orta Anadolu’lu ustalar eğilerek veya ayakta yontarlar.
– Anıtkabir 9 yılda tamamlanmıştır. Bilecik, Ankara, Eskipazar ve Adana Osmaniye’den taşlar getirttirilmiştir. Aslan heykelleri ise İtalya’dan gelmişti.  İyi işçilik olması istemiyle, Mimar Sinan’ın doğduğu yer olan Mimar Sinan kasabasından taş ustaları çağrılmıştı.

– Terzilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Terzi Hayri Usta 1995-
– Terzilerin piri olarak İdris Peygamber gösterilir. İslam inancına göre kalemi, yazıyı, sayıları bulan ve dikiş diken bir peygamberdir.
– Biçilen ve birleştirilen kumaş için terziniz sizi ilk provaya çağırır ve buna “çıplak prova” denir. İkinci provanın adı “telalı provadır”. Telalı prova için yapılan bu dikiş irice olup buna teğelleme dikişi denir.
– Ceket kolu takma işini genellikle ustalar yapar. Ismarlama elbise dikimine önem veren ve dikiş konusunda az çok tecrübe sahibi olan kişisel elbisenin yani ceketin koluna bakarak terzisinin ustalığını değerlendirirler.
– Dikiş yüksüğü, iğnelik, kömür ütüsü, mezura kullanılan aletlerdendir.
– Bir bayan elbisesi ortalama 2-9 metre kumaştan çıkar.
– Terziler kollarına “iğnelik” takar, prova esnasında kolayca toplu iğne almak için kullanılır.
– Overlok makinesi olmadığı zamanlarda  kumaş kenarlarına “kalevirik” denilen çapraz dikiş yapılırdı.

– Yemenicilik

Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar: Yemenici Dükkanı- 1993-
– Yemeni, Büyük Larousse ansiklopedisinde iki şekilde tanımlanıyor.Birinci tanıma göre “üzeri elle boyanarak veya kalıpla basılarak renk ve desen verilen ve kadınlar tarafından kullanılan bir başörtüsü”, diğeri ise “kısa konçlu, hafif ve kaba bir çeşit erkek ayakkabısı”
– Tabanı manda derisinden, yüzü ise sahtiyandan(tabaklanmış ve cilalanmış teke derisi) ibaret, tamamen el emeğine dayanan sağlıklı, giyimi kolay erkek ayakkabısıdır.
–  İlk yemenileri Suriye’de yaşayan Yemen kökenli “Yemen-i Ekber” adında bir usta dikmiştir.
– 1920’li yıllarda Gaziantep’te 400 kadar yemenici dükkanı vardır.
–  Yemeni için tabanı manda derisinden, yüzü keçi derisinden, iç astarı koyun derisinden, iç tabanı sığır veya keçi derisinden ve son olarak da kenarı oğlak derisinden olmak üzere beş çeşit deri kullanılır.
– Sığır derisi boyalı olmakla beraber, manda derisi kendi rengindedir ve boyasız olur. Sahtiyanın ise siyah, gül şeftali dediğiniz parlak kırmızı, yalnızca kısa konçlu olan ve “edik” adı verilen yemeni çeşidinde kullanılan sarı rengi bulunur.
– Yemeni ökçesiz olarak tersinden dikilir.
– Yemenilerin tabanı ile iç astarı yemeni ustaları kil koyarlar. Bunun nedeni ise giyen kişinin vücut elektriğini toprağa vererek tüm vücudun rahatlamasını sağlamaktır.
– Yemeniler nasır ve mantar gibi ayak rahatsızlıklarına neden olmaz.
– Yemeniler, “burnu sivri”, “merkup”, “kulağı uzun” ,”eğri isimli” ve “halebi” olmak üzere 5 çeşittir. merkup daha lükstür ve şehirlerde tercih edilir.
– 45 numaradan büyük olanlara Zelber, 45 numara olanlar için Ulu ayak, 7 yaş grubu için “Küçük Hasbe”i 34-35 numara olanlar için Bostane gibi isimleri mevcuttur.
–  Kullanılan aletler; biz, çekiç, kalıp çıkarma demiri, falçata, çuvaldız, makas, muşta

Ek Okumalar:


If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

  One Response to “Evladiyelik kitaplardan: Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar – M. Ali Diyarbakırlıoğlu”

  1. İnsanı geçmişe götüren, duygulandıran bir yazı olmuş. Giresun’da da Kazancılar Yokuşu olarak bilinen sokak gelir aklıma unutulan, kaybolan meslekler denilince aklıma. Bakırcılık şimdi burada tarihin tozlu rafları arasında kendine yer bulmak üzere. Tek tük kalanlar da yakında yok olup gider…

Leave a Reply to Serenti Cancel reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat