Kas 022009
 

irrasyonelYazar Stuart Sutherland, Aristo’nun “rasyonel hayvan” olarak tanımladığı insanın vermiş olduğu kararlarda, tarihten, reklamlardan ve psikolojik deneylerden yola çıkarak inceliyor, eleştiriyor ve yine insanın yüzüne çarparcasına ama kibar bir dille “İrrasyonel” kitabıyla vuruyor. Bu açıdan baktığımızda Rasyonel düşünceyi ise şöyle tanımlıyor Sutherland, ” Kişinin sahip olduğu bilgiler dahilinde, doğru olma ihtimali en güzel sonucu hedefler… Rasyonellik yalnızca kişinin ne bildiğine göre değerlendirilebilir. ”

Burada yazarın bir önemli ayrımını belirtmekte fayda var. Diyor ki Sutherland : ” Rasyonel düşüncenin ya da rasyonel karar almanın en iyi sonucu getireceğine dair kesin kanıt yoktur.” Bu da kitabın vermek istediğini daha iyi anlatıyor, yani bu kitapla algılatmak istediği gerçeklik ve rasyonellik size mutluluk sağlar, sağlamaz, sizi hayatta bırakır ya da bırakmaz, kariyerinizde yükseliş sağlar ya da sağlamaz, kitabın ilgi odağı bu vaadi vermek değil. Zaten irrasyonel dünyada ve irrasyonel karar veren insanların arasında “doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” atasözü manidarlığında başka bir toplumbilim sorununa temas etmek, şu kitap incelemesi dışında başka bir inceleme konusu olacaktır ancak yine de kitapta buna dair cevaplar da mevcut olduğunu hatırlatmakta fayda var. Örneğin insanoğlunun kendi mutluluk oyununu oynamak için gerçekleri saptırma/çarpıtma eğiliminde olduğu gibi.

Zaman zaman “İrrasyonel” kitabında insan psikolojisinin hangi kararlara nasıl ve niye verdiği örneklerle açıklansa da kitabın anlatım dilini ve kurgusunu çok tutarlı bulduğum için her bir bölümün incelemeye değer bulmamdan mütevellit, sizinle de bu kadar ayrıntılı paylaşayım istedim.

YANLIŞ İZLENİMLER

Bu bölümde çok basit bir örnek veriliyor ve matematik teoremlerinden de tanıyacağınız “bulunabilirlik hatası” kavramına dair basit,mütevazı ama çarpıcı örnekler veriliyor. Yapılan bir deneyde İngilizcede “ing” ile biten sözcüklerin mi yoksa “n” ile biten sözcüklerin mi daha yaygın olup olmadığına insanların cevap olarak, bu kolay hatırlanma rahatlığından dolayı “ing” ile biten sözcüklerin daha yaygın olduğunu söylemesidir.

İçinde oyun teorisi yaklaşımın meşhur problemi “Mahkumlar Çıkmazı”ndan, psikolojideki “ilk izlenim”in önemli ve kalıcı olduğuna dair deneylere kadar bu bölümde örnekler bulabileceğiniz rasyonel insan aklının fitne koyucu bir unsuru olan “Bulunabilirlik Hatası”nın kararlarımızda bizi ne kadar yanılttığı anlatılıyor.

“Bulunabilirlik hatası” nın bir başka uzantısı olan “Hale Etkisi” açıklanırken, iş yerlerinin mülakat tekniklerinin de irrasyonel kararlara sahne olduğu anlatılıyor. Kişilerin özgeçmişlerinde sadece “iyi” yönlerinden bahsedildiği için işveren tarafından etkilenildiği ve yargısını sadece bu kendisine sunulan “iyi” şeylere bakılarak yapıldığı ve hatalı kararların haliyle tek bir örnekten yola çıkılarak yüksek olasılıkla mümkün olabileceğidir. Kitapta “Hale Etkisi”nin yayınevi tarihinden önemli bir örnekle desteklediği , Jerzy Kosinski’nin “Adımlar” adlı ödül almış romanını, muzip bir kişi birebir kopyalayarak ve sahte isimle bir çok önemli yayınevine ve edebiyat ajanlarına başlıksız ve sahte isimle gönderdiği örnek vakadır. Tüm bu yayınevi ve ajansların hiçbirinin daha önce kitabın yayınlandığından haberinin olmadığı gibi, bir de yayınlamaya değer bulmazlar. Kısacası kitabın yayınlamaya değer bulunması için tek eksik “Jerzy Kosinski” isminin ünüydü, içerik daha az önemsiz kalmıştı ve reddedildi.

Bu bölümden çıkarılacak derslerin bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:

” Bir yargı ya da kararı, ne kadar çarpıcı olursa olsun tek örneğe dayandırmayın”

“İlişkili verilerle karşılaştığınızda, yargıyı sonuna dek askıda tutun; son veriye ilki kadar önem vermeye çalışın.”

İTAAT

“İtaat” bölümü bazılarımızın hemen aklına gelebileceği gibi ceza ve öğrenme ilişkisini deneklerden bazılarına öğretmen bazılarına öğrenci olması için verilen ücret dahilinde inceleyen ve yanlış cevap sonucu öğrenciye öldürücü dozda elektrik şoku veren öğretmenlerin görüldüğü “Stanley Milgram deneyi” ile başlıyor. Alınan ücret veya toplum içinde çoğunluğun benzer davranışlara sahne olması nedeniyle, yalnız kalmamak ve yanlış yapmamak adına oluşan “itaat” ortamında kişi insan hayatının otorite karşısında hiçe sayılabileceğini göstermesi açısından ilginç bir deneydir. Buna benzer doktor-hemşire, komutan-asker, profesör-öğrenci ilişkilerinde de görebileceğimiz “itaat duymak” uğruna rasyonel kararlardan vazgeçebileceğimiz gerçeği bu bölümde oldukça tatmin edici, net ve kaygı verici bir şekilde anlatılıyor.

UYUMLULUK

“İtaat” bölümüyle benzer insan duygularına hitap eden var olan ortamda gerek evrimsel psikolojimiz gerekse davranışsal psikolojimiz gereği adapte olmak için uyumlu olacağımız ama rasyonel olmadığına inandığımız gerçekler mevcuttur. Örneğin iş yaşamında bu “uyumluluk” eğilimimiz bilindiğinden kararlar yalnız başına değil topluluğun içinde açıklanır, hatta kurumsal bülten veya resmi tüzük gibi olguların da çıkış olgusu budur. Kitabın bu bölümünde de topluluk önünde verilen taahhütlerin daha etkili olduğu ve kimi sosyal sorumluluk projelerinde olduğu gibi reklam filmlerinde genel bir kitleyi ön plana çıkararak “onlar inandı, sizin de inanmanız gerekir ” mesajı elbette bizim de uyumlu olmamız beklentisidir. Felsefede ve siyasette “konformizm” olarak adlandırılan bu olgunun “sigarayı bırakmak” gibi olumlu etkileri veya motivasyon değeri yarattığını düşünsek de kararlarımızın rasyonel sağlıksal gerçekler yerine topluluk önünde küçük düşme, sözünden cayan insan olarak görünme gibi özsaygımız ya da psikolojik tabirle “egomuza toz kondurmamak” adına yaptığımızı gözlemlersek kararımızın rasyonel olmadığına belki ikna oluruz. Kitapta buna dair örnekler ” kilo bekçileri”, ” duman avcıları”, “adsız alkolikler” adıyla anıldığı gibi, toplumbilim açısından değerlendirirsek, “bekaret” , ” batıl inançlar”, ” taraftarlık fanlarının boykotlarıyla alınmayan ürünler” hep bu uyumluluk adı altında ürettiğimiz savunma mekanizmalarından kaynaklanmaktadır.

Kitapta bahsedilen ikinci önemli ayrıntı ise “Genovese Sendromu” olarak da bilinen “seyirci etkisi”dir. Haberlerde artık sık sık rastladığımız bazı darp veya gasp olaylarına dair trajikomik bir örnek veriliyor kitap: ” …saldırıya uğramış ve kanlar içinde bir hendekte bırakılmış bir adamın yanından geçip giden iki sosyolog şöyle der: “bunu yapanı bulmalıyız, yardıma ihtiyacı var.” Yine yardıma ihtiyaçtan veya birilerini övmekten bahsederken internetteki sosyal medyada da gördüğümüz beğenme ya da yerme davranışlarımızda kişinin seyirci önündeki etkisi, ırkı, cinsiyeti, ideolojisi veya kendi arkadaşlarınız içindeki bu yargılara dair düşünceleriniz gözetilerek, beğendiğiniz bir şey olsa da beğenmemezlikten gelmeniz veya tam tersi durumlara düşmek yine irrasyonel karar almalarınıza örnek olarak verilebilir.

Bu bölüm için yazarın ana ders olarak çıkarttığı öğütlerden bir kaçı şunlar:

” Konunun uzmanı değilse, hayranlık duyduğunuz birinin tavsiyelerinden etkilenmeyin – eğer uzmansa uzmanların sık sık yanıldığını unutmayın.”

” Bir topluluğun peşine takılıp daha sakin anlarda yapmayacağınız işlere girişmeyin.”

” Vazgeçmek istemediğiniz bir işe kalkıştığınızda, mümkün olduğunca çok kişiye bundan bahsedin.”

” Kendinize, sırf başkaları yapıyor diye mi yaptığınızı sorun ve eğer öyleyse amaçlarınıza uygun mu bir düşünün.”

İÇ GRUPLAR ve DIŞ GRUPLAR

Bu bölümde fanlık dürtüsünün, taraftarlığımızın, bir gruba üye olduğumuzdaki davranış değişikliklerimizin sorgulandığı ilginç deneyler anlatılıyor. Bir tanesi Bennigton Üniversite’sinde yapılan bir araştırmada, okulun egemen siyasi görüşünün liberallik olduğu bu ortamda kişilerin orada kaldıkları süre zarfında daha liberalleştikleri saptanmış. Bu oldukça normal geldiyse size “risk kayması “olgusundan bahsedilen bireylerin tek başına olduklarında aldıkları kararlardan çok grup üyesi olarak aldıkları kararlara daha çok hazır olmasıdır kısmını da normal bulacağınıza eminim. Oysa ki George Orwell’i izleyerek kuvvetli bağlara bağlı bir grubun tutumlarını aşırılaştırma eğilimine Irvin Janis’in isim babası olarak “grup düşüncesi” adını verdiği bu tutum, holiganlıktan , aile içi kararlara, dini şiddetten, cinsiyetçi ayrımlara , kariyerinizde gerçekleri savunmak uğruna yalnız kalma riskinize kadar aklımızı bir çok kere yakalar ve bu açıdan baktığımızda risk kayması ve ”grup düşüncesi”nin oldukça tehlikeli yan etkileri olduğunu normal bulsak bile bizi yanıltmaması için hep akılda tutmamız gerekir.

Her ne kadar teşkilatlanmada veya askeri organizasyonlarda olduğu gibi yönetici kurulların tek sesli olmasının zarar verici etkilerini çok geçmeden görebileceğimiz gibi, diğer yandan medya,şirket içi kültürde de çok sesliliğin ve farklı düşüncelerin olmasına izin vermenin ne kadar yararlı olduğunu da bilmekte fayda var.

İşin üzücü tarafı ise kitapta bahsedilen, grup üyesi kavramını araştırmak üzere oluşturulan bir deneyde dini ve sosyal statüsüne göre oluşturulan grup üyelerinin “iyi”,”kötü”, “arkadaş”, “düşman” gibi karar verici tutumlarını daha önce birbirlerini hiç tanımasalar dahi karşı grubu ne olursa olsun yaftalayacak hale getirecek davranışlar sergilemesidir. Ve pek tabii ki bunun fiziksel ve psikolojik linç haline dönüşmesi kaçınılmazdı ve öyle de oldu.

Benzer bir örnekte İskoçların cimri, kadınların araba kullanımı, PKK’lı Kürtler gibi bir çok yaftada insanı bulunmuş olduğu hatta kimi zaman kendi tercihiyle değil doğuştan üstüne dikilen kimlikler yüzünden yargılamamızdır.

Bu bölümde dikkat çeken ana öğütler şöyle:

“Bir kuruluşun başındaysanız dalkavukluktan etkilenmemeye çalışın.”

” Bir kurul oluşturuyorsanız, farklı bakış açılarının temsil edildiğine inanın.”

“Şablonlar oluşturmamaya dikkat edin, öyle yaparsanız da herkesin ona uyacağını unutmayın.”

KURULUŞLARIN SAÇMALIKLARI

Bu bölüm çarpıcı bir tarihsel örnekle başlıyor, İngiliz Kamu Hizmetleri’ne bağlı bir bölümde israfı azaltmak için gösterdiği çabaların öyküsü. Kitapta detaylarıyla yer verilen israf önlemlerinden sonra kamu yöneticilerinin oligarşik ve lüks ayrıcalıklara mahal veren egoları yüzünden reformist uygulamalarının hakkaniyetiyle değer bulmaması ve kurumda yanlışlaştırılmasından sonra da istifa etmesiyle son bulan bu öykü, günümüzde bazı CEO’ların kurum çıkarı gözetmeksiniz yaptığı kişisel hamlelerde ne kadar tutarsız ve etikten uzak olduğunu da hatırlatır cinsten.

Bir diğer çarpıcı örnek de David Dreman’ın “Aykırı Yatırım Stratejisi” adlı kitabında finansal danışmanların çoğu zaman borsanın gerisinde kaldıkları ve kazançlarını doğru dürüst değerlendirmedikleri araştırmasına yer verilmesidir. 200 kurumsal yatırımcının gözde hisse olarak bahsettiği özel bir kurumun hisselerinin 6 ay içinde 120 dolardan 13 dolara düşmesi gibi bir çok örnekte görüldüğü gibi hisse değerlerindeki değişikliklerin tamamen rastgele olduğu matematiksel analizle kesin olarak kanıtlanmıştır. kayıtlar esas alınarak öngörülmesi mümkün değildir.

YERSİZ TUTARSIZLIKLAR

Eğer bir seçeneğin seçiciliği sadece seçim yapıldıktan sonra arttığı yönünde bulgulara rastlansa da benzer irrasyonelliğin karar verme süreçlerinde rastlandığını söylüyor bu bölümde Sutherland. “Yanılmayı kimse sevmez” düşüncesi ile örneğin satın alma davranışlarımızda bu irrasyonelliğin etkisi görülür. Araba hak ettiğinden pahalı olsa bile tasarımı, egzoz sesi gibi bir çok nedenden dolayı tercih edilmesi veya eski sevgilinin ardından fotoğrafların yırtılması ve eski sevgilinin kötülenmeye başlanması irrasyonel tutarsızlıklarımızdır.

Bu bölümde “batık masraf hatası” olarak adlandırılan para yatırılmış yararsız bir projeden vazgeçmeyi reddetmeye dair verilen örnekler dışında, şişe maliyeti 6 pound olan bir kişinin beş yıl sonra şişesinin 60 pounda satılabileceğini söylerken, arkadaşlarına işe girişmesini kutlamak için açtığı bir kasanın ona dair maliyet hesabını şişe satış fiyatı üzerinden değil şişe maliyeti üzerinden hesaplaması gibi bir çok irrasyonel olan hataya da yer veriliyor.

Bu bölüm için verilen ana öğütler ise şöyle:

” Başta kabul etmediğiniz bir tutum ya da davranışa adım adım sürüklenmemeye çalışın.”

” Hoş olmayan bir şey yapmayı kabul ederseniz, kendinizi haklı göstermek için işin tatsızlığın azımsamamaya çalışın.”

BAŞARISIZ ÖDÜL ve CEZA YÖNTEMLERİ

Motivasyon teorileri ile ilgili bir çok kültürümüze işlemiş ödül ve ceza yöntemlerinin yanlışlığını anlatan bu bölümde genel olarak ödülün eyleme verilen değeri azalttığı yönündeki deneylerden oluşmaktadır. bu konuda ABD’de 60’ların başında ortaya çıkan “Y Kuramı”nın da işaret ettiği, mali teşvik sistemlerinin çalışanın gözünde işi ilginç olmaktan yönelik maaş artırımı, prim, komisyon gibi unsurların hedeflenen sonuca götürülmediği yönündedir. Ayrıca burada esas amaçlanan motivasyonun “Y Kuramı”nda olduğu gibi kişinin kendi motivasyonunu kendisinin sağlaması gerektiğine dair yaklaşımdır. Bunun benzerlerini Nobel Ödülü’nü alan ve yapacakları bir şeyi kalmadığını zaman içerisindeki çalışmalarını izleyerek araştırmaya dökülen sonuçlarda da baş göstermiştir.

Diğer yandan benzer şekilde ceza sistemini de sorgulayan yazar özgür irade ile dayatmadan ve cezadan ayrılan davranışlarımızı inceleyen örneklere yer vermiştir. Örneğin kürtaj olan kadınlar üzerine yapılan bir araştırma kürtaja mecbur kaldığını düşünen kadınların, bunu tercih ettiklerini düşünenlere kıyasla daha fazla psikiyatrik rahatsızlık yaşadıklarını görmüşlerdir. Veya seçtikleri şiiri okumaya izin verilen öğrencilerin yarısına o şiiri okumaya zorunlu olduklarına yarısına da sonradan başka bir şiir seçebilme imkanı söylendiğinde seçmelerine izin verilen öğrenciler derslere daha sık gelirken, dersten daha memnun kalmışlar ve okuma performansları daha iyi olmuştur. Buradaki sorun dayatılan şeyin kötü olduğu algısıdır ki başkalarına bir işi zorlayarak yaptırmak irrasyoneldir ve ters etki yaratır.

Bu bölümde yazarın önerdiği kıssadan hisselerden bir kaçı şöyle:

” Birinin bir işe değer vermesini ve iyi performans göstermesini istiyorsanız, maddi ödüller önermeyin.”

“Özellikle tıp ve eğitimle ilgili konularda insanlara mümkün olduğunca seçme özgürlüğü verin.”

” Nobel Ödülü’ne layık görülürseniz reddedin.”:)

DÜRTÜLER VE DUYGULAR

Güçlü duygularımız hepimizi irrasyonelliğe iten önemli etkenlerdir. Bu bölümde Davranışçı B.F. Skinner’ın ödülün performansı arttıracağına dair görüşlerinin aksine kişinin azminin ödülle azalacağına dair deneylere devam edilirken bu sefer dürtülerin ve ödül ile elde ettiğimiz duyguların motivasyonumuzu nasıl olumsuz yönde etkiyeceğine dair örnekler sıralanıyor. Bunun dışında yüksek heyecan, stres, aşk, düşünce esnekliğini azaltmakla birlikte karar verme süreçlerimizdeki rasyonel duruşumuzu da zedelediği sanırım hepimiz tarafından bilinmektedir. Örneğin doktora gitmek istememizin sebebinin kötü haber duymak istememizden tutun da , heyecandan kaynaklı dikkatsizce cinsel isteğe girmek, aşırı yemek yemek, alkolizm, sigara içenlerin içmeyenlere göre zararlarına daha az inanmasında olduğu gibi hep bizleri irrasyoneliteye iten duygu ve dürtülerimizi kontrol edemeyişimizden kaynaklanmaktadır.

Bunun dışında yazarın bir çok taşkınlık, baskın, holiganlık gibi duygularının bir sebebinin de “sıkıntı” olduğuna dair görüşleri dikkat çekicidir.

Kıssadan hisselerin bazıları ise şunlar:

” Bir dürtüye teslim olduğunuzda, bir dahaki sefere daha kolay teslim olacağınızı unutmayın.”

” Koşmanın ve az yağlı yoğurdun faydalarının çile çekmeye değip değmediğini en azından bir kez düşünün.”

“Öğretmenseniz çoktan seçmeli sorular sormayın, öğrencilerinizi temel ilkeleri bulmaya teşvik edin.”

KANITLARI GÖZARDI ETMEK

Yazarın bu bölümdeki ilk cümlesi tüm bölümü özetler cinstendir: ” İnsanlar bir kere karar aldılar mı, kararlarının yanlış olduğuna dair çok güçlü kanıtlarla karşılaşsalar bile kararlarını değiştirmeyi istemezler.” Buna en çarpıcı örnek olarak ise yazar tarihi ve trajik olay Pearl Harbor Baskı’nın hikayesinde rol alan komutanın hikayesini anlatıyor. Bunun dışında bazı kart oyunlarıyla yapılan deneylerde deneklerin daha dikkatli düşünselerdi, doğru sonuca ulaşma imkanları varken tercih etmemelerinin nedeninin mevcut önermelerin yanlış olduğunu oraya çıkarmak yerine doğrulamaya çalışmakla hem vakit kaybettikleri hem de açıkça meyilli olduklarını gösteriyor. Örneğin taraftarı olduğumuz siyasi partinin propagandalarını dinlerken, diğer siyasi partileri dinlememek ve kötülemek gibi veya pazar araştırmaları itibariyle, belirli bir model araba sahibi birinin o modele dair reklamları ya da ilgili ne görürse okuduğu ve diğer markalar hakkındaki şeyleri büyük ölçüde göz ardı ettiğinin bilinmesi gibi. Diğer ilginç bir örnek ise kanser olduğunu söylenen kişilerden %20’sinin inanmayı reddetmesidir.

Kıssadan Hisseler şunlar:

” Görüşlerinizle çelişen kanıtlar arayın.”

“Bazı insanlar her zaman yanlış olabilirler, ancak kimsenin her zaman doğru olamayacağını unutmayın.”

KANITLARI ÇARPITMAK

II.Dünya Savaşı’nda İngiliz birliklerinin başına gelen Arhem Savaşı’nda komutanın savaşı kazanmak yerine kişisel zaferi uğruna mevcut planının başarıya ulaşmayacağını gösteren kanıtları çarpıtarak hareket ettiği için hezimete nasıl uğradığının hikayesiyle başlıyor bölüm.

Sir Fransic Bacon’un kanıt çarpıtmaya yönelik şu yazısının altını çiziyor yazar:

” İnsan bir kere bir görüşü benimsedi mi her şeyi bu görüşle uyuşacak ve destekleyecek bir yöne çeker. Aksi yönde daha çok sayıda ve ağırlıkta örnek olsa bile, bunları ya önemsiz görür ve ihmal eder ya da başka bir sebeple bir kenara bırakır ve reddeder. Bu büyük ve zararlı önyargılar neticesinde görüşleri sarsılmamış olur.”

Akademik makalelerinin gerçek olduğu söylenen deneklerin intihar hakkında düşüncelerinin nasıl değiştirdiği ve mevcut makaleleri çarpıttığına dair örneklerle devam eden bölüm bu bilgilerin onlara yanlış olduğu söylense bile inanmaya devam etmeleri gerçekten aklımızın ve egomuzun bize oynadığı oyunlardır.

Bu kaygı verici örnekler sonrasında çıkarılan öğütlerden bir kaçı şöyledir:

” Yeni kanıtı çarpıtmayın; görüşlerinizi destekleyecek şekilde değil de hatalı çıkaracak şekilde yorumlanabilir mi diye dikkatle inceleyin.”

” Kendi görüşlerinizi desteklemek üzere uydurmuş olabileceğiniz açıklamalardan etkilenmemeye çalışın.”

” Yeni bir kanıt ışığında fikrinizi değiştirmenin zayıflık değil güçlülük işareti olduğunu unutmayın.”

YANLIŞ BAĞLANTILAR KURMAK

Yazar bu bölümde, daha çok tıbbi konulardaki iyileşme vakalarından yola çıkarak “plasebo etkisi”yle iyileşen bir çok hastanın hem kendileri için hem de örneğin diyet ve psikiyatri uzmanı sayesinde iyileştiklerini düşünmeleriyle sonuçlanan alternatif tıp ya da bilimsel temellere dayanmayan tıbbi içerikli şifai yöntemlerin aslında hastanın durumundaki iyileşme ile tedavi yöntemini yanlış bir şekilde ilişkilendirmekten kaynaklandığını belirtiyor.

Psikiyatrların heteroseksüellerle homoseksüellere benzer bir şekil gösterdiklerinde verdikleri yanıtlara göre bu sembolizmaların cins tercihini ayrıştırabilecek olmalarında manasız ilişkilendirme örneğinde olduğu gibi, grafoloji çalışmalarının kişiliğe dair çalışmaları yaptığına dair geçerliliğinin “neredeyse sıfır ” olduğunun sonucuna varıldığını da belirtiyor.

Yazarın bu bölüme dair kıssadan hisselerinden bazı ise şöyle:

“Rorschach testi yapmanızı isteyen psikolog veya psikiyatrlara şüphe ile yaklaşın.”

” Sadece beklentilerinizden ya da belki de sıra dışı olmalarından dolayı bir şeyleri birbirleriyle ilişkilendirmemeye özen gösterin.”

TIPTAKİ HATALI BAĞLANTILAR

En teknik dille yazılmış bölüm olan bu bölümde bilimsel deneylerde “bağımlı olasılık” kavramına göre istatistiklerin yanlış yorumlanması üzerine tıbben yapılan hatalı teşhis veya çıkarımlara dair örnekler bulunuyor.

Genel olarak teşhislerin kesin tanı olarak addedilmeden önce altında yatan ve size söylenen sebebin olasılık yüzdesine bakarak algılamamızda yarar olduğu uyarısını yapan yazar, doktorların istatistiğe olan alerjisi olduğu görüşüne dayanarak nesnel olan kanıtlardaki olasılık yüzdelerine göre doktorların bunu çoğu zaman hiçe saymalarının irrasyonel bir davranış olduğu belirtilmektedir.

Öğütler ise şöyle:

” Doktorsanız, temel olasılık kuramına dair bir şeyler öğrenin.”

” Tıp araştırmalarını daha da bulanıklaştırmamak adına, istatistiği olasılık kuramını ve araştırma tasarımını iyi bilmeyen kişiler, sonuç dergi sayısını ciddi anlamda azaltacak olsa da top dergilerinde editörlük yapmamalarıdırlar.”

NEDENLERDE YANILMAK

18. y.y.’da bazı doktorların zenceçal’ın sarı renkte olması nedeniyle sarılık hastalığını iyileştirdiği veya tilkinin ciğerlerini astıma çare olarak görülmesi bir çok batıl yaklaşım, aslında J.S.Mill “Bir olgunun koşullarının bir diğer olguya benzemesi gerektiği önyargısı” diye yazmasının, bu tür safsataları ortaya çıkmasındaki rolünden bahsediliyor.

Kitapta bahsedilen ve hala yaygın inanış olarak kabul gören bu tür vakalardan bahsetmek istiyorum:

Kandaki kolesterol düzeyleri yüksek olan kişilerin damar sertleşmesi sonucu kalp hastası olmaya yatkın olduğu bilinmektedir. Hal böyleyken bir araştırma da doymuş yağ oranının gerçekten de kalp krizi vakalarıyla korealasyon gösterdiği bulunmuş ancak daha sonra yapılan araştırmalarda daha düşük bir ilişkisi seviyesi tespit edilmiştir. Ancak ABD’de pek çok kişi ilk araştırma nedeniyle süt ve hayvansal yağ tüketimini azaltmıştır. Neticede kolesterol alımının kandaki seviyeleri etkilediğine dair somut bir kanıt bulunmamaktadır. Bunu bir örneği hatırlarsanız Türkiye’de Uğur Dündar’ın bir haberinden hatırlayacağımız gibi yumurta sarısının kolesterol seviyesini arttırdığına dair yıllarca süren kanının aslında yersiz olduğuna dair bilimsel bulguların bulunmasıyla son bulması da olabilir.

Bunun bir diğer örneği süt içine ülkelerdeki kansere yakalanan kişilerinin oranının düşük olduğuna dair bir neden bulmanın aslında kansere yakalanmanın gerçek nedeninin o bölgeye dair yaşlılık oranı ile alakalı olduğunun bulunmasıdır.

Bölümün diğer kısımlarında ise neden-sonuç ilişkilerine sonucu neden olarak görme eğilimlerimiz üzerine yanlı tutumlarımızın veya zarar görmemizden kaynaklı nedeni göremememiz gibi ayrıntılara yer veriliyor.

Oldukça uzun ve önemli vurgulayarak yer veren bu bölümün kıssadan hisselerinden bir kaçı şöyle:

” İstediğinizi yiyin.”

” Bir hareketten kimin sorumluğunu belirlemeye çalışırken, sonuçların tesiri altında kalmayın.”

” Aynı koşullar altında başkalarının neler yapacaklarını düşünmeden birini bir hareketten ötürü sorumlu tutmayın.”

” Açıklayıcı bir kuramla desteklenmeyen tüm nedensel ilişkilere şüpheyle yaklaşın.”

” Daha güvenilir kanıtlarla desteklenmediği sürece, tüm epidemiyolojik bulgulara şüpheyle yaklaşın.”

“Başkalarının size benzediğini varsaymayın.”

KANITLARI YANLIŞ YORUMLAMAK

“Temsil hatası” kavramını oldukça güzel bir şekilde bu bölümde açıklayan yazar , olasılık problemlerine dayandırarak mantıklı malzeme mantıksız yargıya inancı arttırabileceğini söylüyor. Özellikle avukatların ve yalancıların başvurduğu bu yöntemin reklam ajansları tarafından da sıkça kullanıldığını söylüyor.

Bayes kuramının doktor, yönetici ve avukatlar tarafından genellikle yanlış kullanıldığına dair vakaların olduğunu belirten yazar, tıptan, yalan makinesi kullanımından ve buna benzer bir çok hatalı akıl yürütmeye burada yer vererek mevcut kanıtları yanlış yorumlamanın ölümcül sonuçlarına dair bir çok örnekle doyurucu bir bölümü bizlere sunuyor.

Kıssadan hisseleri şöyle:

” Yalnızca görüşüne dayanarak hüküm vermeyin. Bir şey Y’den çok X’e benziyor olsa bile Y, X’ten çoksa Y olma olasılığı daha yüksektir.”

“İki ya da daha çok bilgi içeren bir ifadenin doğru olma ihtimalinin, yalnızca bir bilgi içerenden daha az olduğunu unutmayın.”

” Küçük örneklemlere güvenmeyin.”

” X olasılığını Y ile birlikte(örneğin bir tanık gerekiyor diye bir arabanın yeşi olasılığını) öğreniyorsanız X’in asıl olasılığına ulaşmak için temel oranı(yeşil taksilerin sıklığını)hesaba katmanız gerektiğini unutmayın.

” Bir kısmı doğru diye, bir ifadenin tümden doğru olduğuna inanmayın.”

TUTARSIZ KARARLAR ve KÖTÜ BAHİSLER

İnsanların olasılıklarla mümkün kazanç ve kayıpları birleştirmekle çok güçlük çekerler. Ve kusuru tespit etmek için gereken süreyi yeterince düşünmediklerinden kusuru bulmakla meşgul olurlar ve bulma olasılığıyla süreden daha fazla ilgilendiklerinden dolayı bu davranış kişiye zaman kaybettirir ve irrasyoneldir. Burada insanların bir kaybı eşdeğer bir kazançtan daha önemli saymalarından dolayı kazanç elde etmekten ziyade kayıpları önlemek için daha fazla risk almaya hazır olmalarıdır.

Burada bir diğer örnek pazarlama taktiklerinden biri olan bir indirimin bedeli örneğin 500 dolar ise 2000 dolarlık ürünün ürün fiyatını vitrinde “1500 dolar” olarak göstermekten çok “500 dolar indirim var” demenin insanları daha çok etkilediği yönündeki araştırmalardır.

Olasılık problemleriyle geçen ve deneklerin yanıtlarıyla vermiş olduğu tutarsız kararları anlatan bu bölümün kıssadan hisseleri ise şöyle:

” Bir bahse girmeden önce daima beklenen değerini hesaplayın.”

“Bir ev ya da radyo alırken 5 pound tasarruf ettiğinizde, iki durumda da aynı miktarda tasarruf ediyor olduğunuzu unutmayın.”

“Pek çok küçük bağımsız olasılığın, toplandığı takdirde hayli yüksek bir olasılık oluşturabileceğini unutmayın.

” Sayısal bir tahmin yapıyorsanız ve bir başlangıç değeriniz varsa, doğru tahminin başlangıç değerinden daha uzak bir değer çıkmasının muhtemel olduğunu unutmayın.”

AŞIRI GÜVEN

Yazar aşırı güvenin geri görüş önyargısı olduğunu söyleyerek başlıyor ki az ve öz bir ifade. İki şekli bulunmakta olduğunu söyleyerek devam ediyor: ” Biri, gerçekleşmiş bir olayın kaçınılmaz olduğuna ve baştan öngörüldüğüne inanmak; diğeri de şayet bir başkasının verdiği bir kararı kabul ettiyseniz, kendi başınıza daha iyi bir karar almış olacağınıza inanmak.”

Bu bölümde Baruch Fischhoff’un önemli deneyine yer veriliyor. Deneklerin İngilizler ile Gurkalar arasındaki tarihi olaylara dair ifadeler okutturulur. Bazı deneklere savaşın dört olası sonuç verilir. Sonrasında deneklerden kendilerine sunulan katnılar ışığında her bir sonucun olabilirliğini değerlendirmeleri istenmiştir. Diğer deneklere ise parçanın okunmasının ardından sadece belirli bir sonucun gerçekleştiği söylenmiştir, yani olası dört sonuçtan birinin farklı deneklere gerçek sonuç olarak verilmiştir. Bu denekler ellerindeki bilgileri esas alarak dört sonucu olabilirliklerine göre puanlamaları istenmiştir. Denekler, sonuçlara dair tahminlere, önceki denek grubuna kıyasla çok daha fazla güven duymuşlardır. Gurkaların kazandığını söyleyen denekler adamların cesur olduklarının altını çizerken, İngilizler’in kazandığını söyleyenler Gurkalar’ın sayıca az olduklarını vurgulamışlar ve kanıtları çarpıtmalarına örnek teşkil etmiştir.

Bu deneyler kendi muhakeme yeteneklerine duydukları yersiz güven sonucu, insanların hem geleceği aslında olduğundan çok daha iyi şekilde tahmin ettiklerine inandıkları hem de geçmiş olaylara ve önceki görüşlerine ilişkin hafızalarını çarpıttıklarını göstermektedir. Aşırı güven eğiliminin ağır bastığı ve insanların geriye dönük değerlendirmelerde yanıldıklarını tekrarlanarak kanıtlanmıştır.

Yine örneklerle desteklenen bu bölümün kıssadan hisseleri şöyle:

” Geçmişten hareketle bugünü öngörebilmiş olduğunu iddia eden kimseye güvenmeyin.”

” Para kaybeden bir kumarhane sahibiyseniz, krupiyeyi kovmayın , onun bir hatası yoktur.”

RİSKLER

Yazar bu bölümde, irrasyonel davranışlarımızın pek çoğumuzun gözünde küçümseneceğinin gayet iyi farkında olarak buna dair tarihteki risklere dair örnekler veriyor. Çernobil faciası, uçak kazaları, Brownes Ferry reaktörü yangını, Herald of Free Enterprise feribotunun batması gibi bir çok tarihi olayda yöneticilerin irrasyonel davranışları yüzünden alınan ulusal risklerin önemine dikkat çekiyor ve uyarıyor.

“Mühendisseniz operatörlerin sınırlarını ve halkın projenize verebileceği tepkileri hesaba katın.”

” Seçme şansınız varsa Kuzey Denizi’ndeki petrol kuyuları yerine nükleer bir reaktörde çalışın.”

HATALI ÇIKARIMLAR

Bu bölümde yazar belirsiz sonuçlarla uğraşırken, yalnızca bir ya da iki etkeni hesaba katmaları gerektiğinde bile insanların yanlış tahminlere ve kararlara sürüklendiklerini göstereceğini vaat ediyor. Kariyer seçimlerimizde belki de 20’den fazla parametreyi hesaba katmamız gerekirken, sadece şirketin araba verip vermemesine göre karar veriyorsak, burada Nobel ödüllü ekonomist Herbert Simon’un bu şekilde alınan kararların “yetinme” olarak kavramsallaştırıldığını anlatıyor ve irrasyonel bulunuyor.

Diğer bahsedilen kavram ise ” ortalamaya çekilme ilkesi” tahminde bulunmak yerine kullanılan kanıtın tahmin edilebilecek olaydan tamamen farklı olduğu durumlar için de aynı şekilde gereçli olduğu ve buna dair örneklerin anlatıldığı kısım ki öngörücü ne kadar kötüyse o kadar ortalamaya çekilmesi beklendiğidir gerçeği.

Buradaki kıssadan hisseler şöyle:

” İki kanıt her zaman uyuşuyorsa, tahmin yaparken yalnızca birini hesaba katmanız gerekir.”

” Kusurlu kanıt üzerinden tahminde bulunurken, tahmininizi öngörücünün değerinden çok tahmin ettiğiniz şeyin ortalama değerine yaklaştırın.

” İster iyi ister kötü aşırı bir şey olduğunda aynı şeyin bir dahaki sefere sırf istatistiki nedenlerden ötürü, çok daha az aşırı olacağını unutmayın: ortalamaya dönecektir..”

SEZGİLERE BAĞLI YANILGILAR

İnsanın içinden gelen içsesin doğruyu söylediğine dair bir çok inanış gerek filmlere gerekse bir çok pazarlama balonu için insanları kolaya kaçmalarını teşvik eden “bilimsel” adı altında batıl tekniklere alet edilmiştir. Bu bölümde yazar gerek yargı, gerek yazılımcı gerek haber muhabiri gerekse bir mühendisin sezgilerine bakarak verdiği kararların her zaman doğru olması gerektiğinin muhtemel olmadığı yönünde bölümün gidişatını kurguluyor.

Burada sayısal yöntemlerin hakemlerden her zaman daha iyi sonuç verdiğini ortaya koyan bir gerçek dile gelirken hakemin makine olmadığı ve önerme oluşturma becerileri mükemmel olsa da güvenirlikten yoksun olmasının duygusal bir canlı olması gerçeğinde yattığının belirtilmesi de önemlidir.

Buna dair bir diğer durumun da mülakat tekniklerinde personel seçerken kişisel değer yargılarımızın kısıtlılık arz etmesine rağmen, irrasyonel bir şekilde verileri görmezden gelip aday seçimi yapmamızdır.

Kıssadan hisseler ise şöyle:

“Sezgilerinin iyi olduğunu iddia eden herkese kuşkuyla yaklaşın.”

” İnsanlardan daha iyi hüküm verdiği kanıtlanmışsa meslek alanınızda matematiksel bir model kullanarak karar vermekten çekinmeyin.”

“Beyin avcısıysanız aptalca sözler sarf etmemeye çalışın.”

YARAR

Bu bölümde “yarar kuramı” nın şirket kültürlerinde ne kadar önemli olduğunun anlatıldığı bölümdür. Fayda maliyet analizi ile KAYY(Kalite Ayarlı Yaşam Yılı) tekniğinin anlatıldığı bu bölümde her ne kadar kusurları olsa da mevcut yanlış karar ihtimallerini açığa çıkarması açısından yazarın tavsiye ettiği iki tekniktir.

Kıssadan hisseler ise şöyle:

” Zaman harcamaya değecek kadar önemli bir karar söz konusuysa, yarar kuramına ya da başka bir çeşidine başvurun.”

“Muhasebeci değilseniz her şeyi parasal açıdan değerlendirmeyin.”

NORMAL ÖTESİ

Paranormal olayların kitabın mevcut irrasyonel davranışlara dair nedenler kullanılarak tarihteki ya da inançsal sistemler içinde insanoğlunu nasıl etkilediği, medyumların, telepatik iletişimlerin yanlış neden-sonuç ilişkileri veya kanıtları çarpıtmak veya tutarsız sonuçları bilmemize rağmen inanmayı tercih etmemizi anlatan bu bölümün asıl gayesi bilimin aydınlık yüzü varken bu tür spekülatif ve örneklem sayısı az olmasından dolayı bile şüpheyle bakılması gereken vakalara inanmamayı tercih etme bilincine sahip olmamızdır.

NEDENLER,ÇARELER ve BEDELLER

Son bölüm ise insanoğlunun evrim sürecinde eğer ayakta kalması ve türünü devam ettirme hedefi varsa, irrasyonel davranışlarının buna fayda sağlamadığı durumlar olsaydı ayakta kalmaması gerektiği savından hareketle irrasyonel davranışlar sergilememizin ana nedenlerini sorguluyor.

Burada bir gruba ait olma ihtiyacımız veya yemek, üreme, korunma gibi primitif ihtiyaçlarımızın hala türümüzü devam ettirmemiz için gerekli olmasından dolayı bu tarz güdülenmenin yarattığı biyolojik etkinin irrasyoneliteyi tetiklemesinin normal olacağıdır.

Diğer öne sürülen neden ise beynimizin başta rastgele birbirine bağlanmış hücreleri ağlarından oluşmasıdır. Bu tür ağ yapısının da dağınık olmaya meyilli olması daha az belirgin verilerin hesaba katılmasını önlerken çok belirgin olan şeylerin diğer bağları durdurmasından kaynaklanmaktadır ki makinelerin güvenirliğinin de bu açıdan insana göre fazla olması biyolojik bir sinirsel ağa sahip olmamasından ileri gelmektedir.

İrrasyonel davranmamıza dair üçüncü neden ise zihinsel tembelliği seçmemizdir.

Dördüncü neden temel olasılık kuramlarını, temel istatistiği ve bu alanlarda geliştirilmiş kavramları kullanamamamızdır. Eğitim sistemimize de olumsuz yönde atıfta bulunan yazar, bir toplumun gelişebilmesi için istatistik biliminin okuma ve yazma kadar çocuk yaşlardan öğretilmesi gerektiğini savunuyor.

Bu nedenler yazar tarafından sıralanırken, irrasyonelitenin azaltılması için hangi yöntemleri tavsiye ettiğine yer veriyor. Açık fikirli olmak, düşündüklerini yazıya dökebilmek, kibirden uzak durmak gibi, fevri davranmamak gibi temel davranışların önemini vurguluyor.

Elbette biliyoruz ki yazarın kitapta bahsettiği bir çok çıkarım hepimiz için yararlı ve gerçeği bulma arayışımızdaki aldığımız yolu hızlandıracaktır. Diğer yandan itirazlar da yükselecektir, sevgilimizi aniden öpmek rasyonel değildir ama haz verici olmasına dair robot mu olarak yetiştirileceğiz veya sanatın bu fevrilikten ve az düşünmekten olumlu etkilenmediği mi veya çılgın sinema yönetmenlerinin dahice eserleri varken veya sürrealizm, dadaizm veya durumculuk gibi akımların öncüleri rasyonel olsalardı toplumun bu değerlere ve sanatsal bakış açısına sahip olamayacağı veya sezgisel ve aniden verilen özellikle risk altında kararların rasyonel olmasa bile kararsızlıktan daha iyi sonuçlar verdiği söylenecek ve biz robot değiliz ki denilecektir.

Tüm bunlar felsefe içerisinde sıklıkla tartışılmıştır ve rasyonelizmin savunucularında Bertrand Russell veya Carl Sagan tarafından da aradaki farkın insanlık yararına rasyonel olmakla nasıl kullanacağına dair gerek edebi, gerek sistemli toplum tasarımı açısından cevaplanmış uzun metinler mevcuttur. Bilim, istatistik, rasyonelite bir çok insan için sıkıcı ve tahammül edilemez ölçüde uzak durulması gereken yaratıcılığı öldürücü olarak gelse de aslında kendi içinde inanılmaz hazlar barındırır ve bu yüzden yadsınmamalıdır. Kitapta bahsedildiği gibi bir çok pazarlama duayeninin, reklam filminin, kampanya fikrinin, tıbbi yöntemin, kitle yönetim tarzının veya politikanın ya da hukuksal altyapımızın hepsini tehlikeli bir şekilde yok edecek rasyonel düşünmenin acı ama gerçeğe ulaştıran sonuçları hoşumuza gitse de gitmese de açığa çıkacak ve bizleri hala muamma içerisinde tartışına “etiksel normlara” ulaştıracak en birincil düşünme yöntemidir ki hakkımızda iyi veya kötü nedir karar verelim. Bu açıdan baktığımda da “İrrasyonel” kitabını her türlü analitik tabanlı meslek eğitimleri programları dışında sosyal bilimlerde de ders kitabı olarak kullanılması, tartıştırılması gerektiğini düşünecek kadar farklı bir yere konumlandırıyorum ve mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum, belki estetik anlayışımızda da ciddi farklar ortaya koyar ve birbirimizi mesnetsiz bir şekilde yargılamamanın doğruluğuna ulaşmakta yol katederiz.

NOT: Her ne kadar bu kitabın yerini tutmayacaksa da hızlıca ne anlatılması gerektiğini öğrenmek gibi bir tercihiniz varsa, aşağıda Dan Ariely’in yaptığı bu sunum videosunu izlemek kitabı okuma gerekliliği konusunda size bir fikir verebilir.


If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

  One Response to “Pek çok davranışımızı tahrip etme gücü yüksek: İrrasyonel – Stuart Sutherland”

  1. Merhaba Reha Bey,.
    Dan Ariely sizi ücretsiz online eğitimlerine bekliyor. 11 Mart Salı günü 8 haftalık bir maraton başlıyor!
    “Yeni Başlayanlar için Akıldışı Davranışlar Rehberi / Beginner’s Guide to Irrational Behavior” isimli bu dersleri https://www.coursera.org/course/behavioralecon adresinden izleyebilirsiniz.
    Daha fazla detay için Dan Ariely’nin blogundaki ilgili yazıyı da okuyabilirsiniz: http://danariely.com/2014/02/27/a-beginners-guide-to-irrational-behavior-take-2/

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat