Mar 222009
 

 

Musa'nın Başağrısı

Türk Nöroşirürji Derneği bülteninde  op. dr. Ali İhsan Ökten’in yazdığı doyurucu makalenin konusu ve ismidir: araştırmasını özetlersek; 

– john keats’e göre; “zevk zaman zaman gelen bir ziyaretçidir; ama ağrı gaddarca bize sarılır kalır.” 

– Yazar Mehmet Eroğlu son romanı “belleğin kış uykusu” adlı romanında acı, mutluluk, bellek, belleksizlik gibi kavramları sorgular. Yazar romanında nasıl karanlık için ışık gerekiyorsa, hayat içinde acı gerektiğini belirtir. mutluluğun geçici bir şey olduğunu acının ise duygu, merhamet ve vicdan gibi erdemlerimizi geliştirdiğini satır aralarında açıklar. 

– Ağrıyı soyut bir ağrı, yani aşk ızdırabı olarak kullanmak isteyen yahya kemal “günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum. / yarab hele kalb ağrılarım geçti diyordum” derken “ağrı” kelimesinin başına kalb kelimesini getirmekle kelimeyi soyutlaştırabilmiştir. 

– Acı kelimesi azap, ıstırap kelimeleriyle eş anlamlı olup, manevi ağrıyı tarif eder. Bütün dillerde fiziksel acı ile soyut acılar için aynı kelimeler kullanılır. “Dolor” latince ızdırap demektir. fakat şiddetli keder karşılığı olarak da kullanılabilir. 

– Hz. İsa için kederlenen Meryem,”mater dolorosa= acılı anadır”. Ağrı, Hıristiyan öğretisine göre ruhu saflaştırma ve günahtan arınma yolu olarak algılanmış, isa’nın acı sonu ağrıya kutsal bir anlam yüklemiştir. 

– Şair Edip Cansever, “biliyorsunuz ya, bir ağrısı vardır gitmenin / nereye ama nereye olursa gitmenin /hüzünle karışık bir ağrısı” var derken ağrıyı ayrılığın acısı olarak değerlendirir. 

– Aynı şekilde Murathan Mungan’ın “olmasa mektubun / yazdıkların olmasa / kim inanırdı / senle ayrıldığımıza / sanma unutulur / kalp ağrısı zamanla / her şeyi unutarak / yaşanır sanma” dizelerinde de ağrıyı manevi anlamda kullanır. 

– Istırap, ağrının karamsar bir ruh haliyle arttırılmış şeklidir. Bunu edebiyatımızda en iyi yansıtan Peyami Safa’dır. Tüberküloz Osteomiyelit hastalığı nedeniyle çocukluğunu ve gençliğini hastane koridorlarında sıkıntı ve ıstırap içinde geçiren Peyami Safa, bu hastalığın fizyolojik ve ruhsal etkilerini “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanında bir hasta olarak bize çok güzel anlatır. Kendi yaşam öyküsünden de alıntılar yaptığı romanı, hasta bir insanın hasta-hastane-hekim psikolojisini objektif olarak yansıtması ve hasta kişinin psikolojik çözümlemeler yapması açısından türünün en güzel örneğini oluşturmaktadır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu romandaki roman kahramanının çektiği bedensel ve ruhsal, acı ve ıstırabı işgal altındaki istanbul’un çektiği acı ve ıstıraplara benzetir. 

– Sabahattin Ali, sızıyı ağrı ve sancılarına yeğler, ancak ansızın gelen ağrılarından yakınırdı: “beni en güzel günümde / sebepsiz bir keder alır / bütün ömrümün beynimde acı bir tortusu kalır / ne kışı ne yazı isterim / ne bir dost yüzü isterim / hafif bir sızı isterim / ağrılar, acılar gelir”. 

– Karen Blixen, “öykünün içine koyunca tüm acılar katlanabilir hale gelir.” derken yine aynı biçimde tutar acısını. 

– Alfred de Musset “İnsan çıraksa ağrı onun ustasıdır.” der. 

– Geleceğini şiirlerden görebilen hekim-şair Behçet Aysan, madımak’ta yakılmadan önce “kozalak yaktım ben de” adlı şiirinde şöyle der.”kozalak yaktım ben de / sessizlikte- / ömrümün kozalaklarını / küllere sıvanmış / baştan başa dolaşıp / ağrıyan ormanı, / yağmur dindi sevgilim bak dinle / her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.” 

– Bedri Rahmi Eyüpoğlu, uzaktaki hasta ve şair arkadaşı Nazım Hikmet’in sağlık durumunu “sılanın ufak tefek yolları / ağrıdan sızıdan tutmaz elleri” dizeleriyle bizlere aktarmak istiyordu. 

– Hababam Sınıfı’nın unutulmaz yazarı Rıfat Ilgaz’da ağrı ve sızıyı ardı ardına sıralayarak çektiği ağrının şiddetini mevcut sıkıntılarına ekleyerek dizelerinde kullanıyordu: “yaşlandıkça azıyor romatizmalarımız /bir günümüz bir günümüze uymuyor / artıyor ağrılarımız, sızılarımız / kapıyı kim vuracak belli olmaz / kulağımız kirişte olmalı”. 

– Friedrich Wilhelm Nietzsche, ağrısına isim verir, “köpek” der ona. ve onu her gün iç sokakları boyunca gezdirir. 

– William Shakespeare, “diş ağrısına katlanan, katlanabilen filozof gelmedi hiç” diyor. 

– Immanuel Kant , dindirmeye çalışırken ağrısını hep başka konulara yoğunlaşmaya çalışırmış. 

– Michel de Montaigne, bir yeri ağrırken ölümü ve hayatı yeniden düşündüğünü belirtir. 

– Aynı şekilde beyin kanserinden ölen şair Hasan Hüseyin, “neden böyle acılıyım / neden böyle ağrılı?” diye sorarken belki de hastalığına teşhis konmamıştı veya sezgisel olarak araştırıyordu. 

– Ünlü hiciv ustası Neyzen Tevfik ise çektiği ağrıları hekimlere bağlar ve onları şu veciz şiiriyle hicveder. “bir hazakat (doktor) zedeyim, midemi tıp tepti benim, / kırk katır tepseydi yıkılmazdı bu sağlam bedenim, /kapladı her yanımı sancı, elem, ağrı, bere, / bir mezar oldu cihan, sanki etıbba (doktorlar) haşere, / hastane sanarak çok yere girdim çıktım; / ibret aldım oralardan da canımdan bıktım.” 

– Pankreas kanserinden ölen Bilge Karasu, “acı çeken gövde” adlı yazısında “sağlam gövde kendisinin farkında değildir; acı çeken gövdeyse sürekli olarak kendinin farkındadır. bu da insana, önceleri, çok yadırgatıcı gelir. sonra alışılsa bile, acı çekmek gövdenin başkaldırdığı bir durumdur.” diyerek çektiği acıları vücudun bir kabul etme sorunu olarak anlatır. 

– Orhan Veli Kanık “kitabe i seng i mezar” adlı şiirinde “hiçbir şeyden çekmedi dünyada / nasırından çektiği kadar” derken ağrının yaşamımızı ne kadar etkilediğini anlatır. Aynı şair “baş ağrısı” adlı şiirinde” yollar ne kadar güzel olsa, / gece ne kadar serin olsa, / beden yorulur, / baş ağrısı yorulmaz” derken belki de farkında olmadan kafa içi basınç artışı veya migreni tanımlıyordu. 

– Halk şairi Aşık Veysel ise ağrılarını”hastahane” adlı şiirinde “ölmez hatıralar solmaz çiçekler / hekimler ehbablar başımda bekler / iğne ilaç muayene gerçekler / daha bu ağrıya çatma dediler.” diyerek ağrıya daha iyimser bir yaklaşım sergiler. 

– Kendi deyişiyle bademcik nahiyesine rastlayan Habis Urun’u yola getirilmesi için ışın tedavisi gören Can Yücel’in “doktor” başlıklı şiirinde “çektiği acılara rağmen çareyi yaşamayı ölecek kadar sevmekte görür. “çaresiz dertlere düştüm / yok mu bunun çaresi? / var: / yaşamayı ölecek kadar sevmek!” 

– Türk resim sanatının en büyük ustalarından biri olan Abidin Dino, geçirdiği rahatsızlıklar sırasındaki çektiği ağrı ve acılarını yansıttığı resimleri “acıyı çizmek” adlı kitabında toplamıştır. Abidin Dino, bu kitabını böbrek ağrıları çektiği sırada çizdiği 100’den fazla desen çalışması yaparak oluşturmuştur. Abidin Dino, yaptığı desen çalışmalarında kendi acılarını, aynı dönemde Vietnam Savaşı’nın acılarıyla birleştirmiştir. Bu kitap dünyada “ağrı”yı en iyi anlatan desenler olarak belirtilmektedir. Abidin Dino bu acıları çekerken aynı zamanda “mutluluğun resmini” yapmayı becerebiliyordu. Uzun bir süre bu çizimlerini sergilere koymayan ve kimselere göstermeyen Abidin Dino, bu durumu “sanatsal’dan çok yaşamsal oldukları için” diye açıklıyordu. Eşi Güzin dino’ya, acının en güzel nasıl sağaltılacağını şu sevda sözleri ile gösteriyordu. “ne iğne, ne hap, ilaçların ilacı sensin. / sanırım en önemlisi, / içime damla damla sinen gözlerin. / iyileşeceksem, beni onlar iyileştirecek”

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat