Mar 172011
 

Mevlana - Dede Efendi - Kâr-ı Nâtık ve Anlattıkları - Konser Notları

“gözümde dâim hayâl-i câna Gözümde hep sevgilimin hayali
Gönünde her dem cemâl-i cânâ Gönülde her zaman yârin güzelliği
Ey peri-rü dilber-i ra^na civân zanenin Ey peri yüzlü gönüller güzeli nazlı sevgili
Gam benim şâdi senin hicrân benim Dert benim sevinç senin ayrılık acısı benim
Devr’an senin yâr benim Zamane ve dünya senin bir tek yar benim
Ey şâh-ı cihân ey dilde nihân Ey dünyanın şahı ey gönüldeki sır
Senin gibi güzel efendim var benim Senin gibi güzel efendim var benim
Gül yüzlü mâhım rahmeyle şâhım Gül yüzlü sevgilim merhamet et şahım
Çeşm-i siyâhım âlemde birsin Kara gözlüm dünyada teksin

Düşdü o dem hâtıra bir beste Rehâvi Gönle o vakit bir Rehâvi beste düştü
Şû’le gerek nağme-i Nikriz’e giderken Nikriz’in nağmesine giderken alev gerekiyor.”

/ Hammâmîzade İsmâîl Dede Efendi – Rast Kâr-ı Nâtık” tan

CRR Türk Sanat Müziği Topluluğu tarafından, Mevlevi ayinlerinden, ilahi ve köçekçelere kadar bir çok formda bestesi bulunan Mevlevi dedesi Hammâmîzade İsmâîl Dede Efendi (1778-1846)’nin Türk musikisinin en zor ve en büyük beste formlarından olan ve Farsça’da “kendi kendini anlatan/konuşan eser” anlamına gelen ““Kâr-Nâtık” formunda bestelediği “Rast Kâr-ı Nâtık” üzerinden kendine has deneysel izdüşümüyle yorumu 15 Mart akşamı Cemal Reşit Rey Konser salonunda aralık vermeden konser izleyicilerine mana dolu anlar yaşattı.

Türk Musikisinde ustalık eşiği olarak görülen Kâr-ı Nâtıklar, güftelerin her mısrasında veya beytinde bir makamın adının geçmesi ve şiirin o kısmının da adı geçen makamdan bestelenmesi gerekmektedir. Besteyi zor kılan unsur ise kısa aralıklarla birbirini takiben gelen bu makamları birbirlerine en estetik, ustalıklı ve musiki kurallarına uygun şekilde bağlamakta gizlidir. Çünkü bu makamlar, her daim yakın veya komşu ses dizilerinden oluşmadığından, bestekârın, aralıkları itibariyle farklı seslere sahip olan bu makamları birbirine bağlamasıyla ustalığını göstermesi gerekmektedir.

Şu ana kadar 15’den 119’a kadar değişen sayılarda makam(bazen hem makam hem usul) tarifine yer veren ve başladıkları makamlarla isimlendirilme özelliğine sahip kâr-ı nâtıklar bestelenmiştir. Bir tasavvuf yolcusu olan, Mevlana’nın Mesnevi’si gibi bir eserin tercümesini ve şerhini yapan, diğer yandan yine Mevlana’nın eseri olan Fi-Ma-Fih’nin çevirisi gibi çalışmalara imza atan Ahmet Avni Konuk’un günümüzde kullanılmayan makamları da içeren ve sırasıyla Devr-i Revân, Düyek, Müsemmen, Ağır Aksak, Yürük Semâî, Ağır Evfer, Aksak Semâî ve Yürük Semâî usûlleri ile bestelenen , 119 makam ve 120 makam geçkisinden oluşan ve tek kâr-ı nâtık’ı olan Rast Kâr-ı Nâtık’ı zenginliği açısından çarpıcı bir örnektir. Bunun dışında hakkında çok fazla bilgi olmayan ve 1680-1700 yılları arasında öldüğü tahmin edilen Hatipzâde Osman Efendi’nin 15 makam ve 16 usûlden oluşan eseri ise , mevcut kâr-ı nâtık formunu farklı ve yeni bir şekli olma özelliğini taşıyor. Zira farklı adledilmesinin sebebi, eserin güftesinde makam adlarının yanı sıra usûl adlarının geçmesi olarak gösterilmesinden mütevellit, şiirin her bir kısmı, adı geçen makamdan bestelenirken, zikredilen usûl de devreye girerek, usûller de değişmektedir. Bu açıdan, musiki otoritelerinin gözünde sadece makamı öğretmekle kalmayan, aynı zamanda usûl de öğreten bu özelliğiyle diğer kâr-ı nâtıklardan ayrılmıştır.

CRR Türk Sanat Müziği Topluluğu’nun  konser sırasında omurga kabul ettiği eser ise Hammâmîzade İsmâîl Dede Efendi’nin içinde 24 makam ve 25 makam geçkisini barındıran tasavvufu, aşkı, vecdi, tarikatı(yolu) mana olarak ifade eden Rast Kâr-ı Nâtık eseridir. Topluluk mevcut eseri birebir icra etmek yerine, izlerinden yeni bir mana arayışına yine Dede Efendi’nin kainatından eserler seçerek yelken açıyor. Konseri şöyle tarifliyor topluluk:

“Konserimiz fikri altyapısı ile alışagelmiş konserlerden önemli bir farklılık gösteriyor. Çünkü Dede’nin kâr-ı nâtıkını olduğu gibi icra etmiyoruz. Bugüne kadar denenmemiş bir konser şeklinin icrasına girişiyor ve Dede Efendi’nin bu önemli eserindeki ayak izlerini takip ederek, kendimizi onun rehberliğine bırakıyoruz. Konserimizin omurgasını Rast Kâr-ı Natık teşkil ediyor. ancak farklı olan şu ki, eserin kendi bütünlüğü içinde akması yerine, büyük bestekârımızın güftede adı geçen makamlardan vücuda getirdiği başka eserlerine doğru açılıyoruz. Ardından tekrar ana omurgaya avdet ederek başka bir makamın adına rastladığımız yerde yine Dede’nin başka ufuklarına doğru yelken açıyor ve ana limana geri dönüyoruz.”

Türk musikisine baktığımızda, saz musikisinden çok söz musikisine dayanan altyapısı, yani şiire ve manaya verdiği ehemmiyetle gelen musikide usul , hangi notanın hangi sözle birbirlerine meşk katacağını bulmak açısından oldukça zorlu ve konsantre gerektiren bir süreçtir. Bu söz ile nota üzerinde konsantreye sahip ve estetik bilinci varlığıyla temaşa haline getirebilecek kadar bütünleştirebilen disipline baktığımızda ise Mevlevi bestekarların ön plana çıktığını görürüz. Dede Efendi de bu anlamda klasik müzikte Mozart veya Beethoven neyse ve nasıl deha olarak anılıyorsa, Türk musikisi içerisinde ve getirdiği yerdeki kattığı boyut ve anlam bir o kadar anlam yüklüdür.

En aşağıda sözlerine yer verilen Rast Kâr-ı Nâtık’ı anlamak için , hem Dede Efendi’yi hem de çilekeşlikten Dede’liğe giden süreci ve bu sözlerin nasıl bir kaynaktan beslendiğini anlamak yön gösterecektir. Keza Dede olmak için gereken Mevlevi çilesi, devamlı inziva, halvet, uzlet ve oruç gibi insan sınırlarını zorlayan veya karanlık bir odaya kapanmak gibi bir süreç ihtiva etmemektedir. Çile daha çok ölçülü bir inziva, uzlet ve özetle kendini tanıma sürecidir. 1001 gün, yani yaklaşık 2 yıl 9 ay süren çile süresince “ayakçılık” denen getir götür hizmetiyle başlayan, etrafına yardım etme, kandil yakma, şerbet hazırlama çamaşır ve bulaşık yıkama gibi dergah işleriyle nefsi sınatan devre sonrası “çileye soyunmak” denen 18 maddelik bir hizmet dizini yerine getirmiş olurdu. Bu devrede manevi ve fikri eğitimi dışında, hat, musiki,oymacılık, marangozluk , ahçılık gibi eğitimler dışında yabancı dil eğitimi de söz konusudur.

Prof. Dr. Fuat Yöndemli’nin “Mevlevilikte Semâ ve Musiki” adlı kitabında, Fransız şarkiyatçı Clement Huart’ın, 1891’de Bursa, Eskişehir ve Afyon üzerinden Konya’ya yaptığı seyahat sırasında aldığı çile sürecine dair notlar şöyledir:

“ Her isteyen Mevlevi olamaz. Tarikata girmek isteyen, gelecekteki kardeşleri için binbir gün hizmette bulunmalıdır. Bu süre yaklaşık olarak iki yıl dokuz aydır. Şöyle sıralanır:
40 gün hayvanları tımar etmek
40 gün ortalığı süpürmek
40 gün su çekmek
40 gün yatakları sermek
40 gün odun kesmek
40 gün mutfakta çalışmak
40 gün pazara çıkmak
40 gün meydan odasında hizmet etmek,
40 gün teftiş.

Günlerin bitişine kadar bu hizmetler tekrar edilirdi. Aday, görevlerini yerine getirmekten bir gün bile geri kalsa, bütün hizmetlere yeni baştan başlamak gerekmekteydi. Hizmet gereği gibi tamamlanınca aday, bütün günahlardan arınmış sayılıyordu, derviş elbisesi kendisine giydiriliyor, ikameti ve ibadeti için ona bir hücre ayrılıyordu.

Çilenin bittiğini, matbah canı ve çilekeş denen salike Meydancı Dede haber verirdi.

… Son sınama olan hücre çilesi, onsekiz gündü. Derviş, bu müddet zarfında tekkeden dışarı çıkamaz, fakat tekke içinde dolaşabilirdi. Konya’daysa onsekiz gün sonra Şems zaviyesine gider, ziyarette bulunurdu. Geri dönüşte meydancı, dervişi alıp Çelebi’ye götürürdü. Derviş, Çelebi’nin dizine başını koyar, meydancı da diz üzerindeki başı arkadan tutardı.

…Derviş bu süretle “Hücre-nişîn” ve “Hücre – güzîn” adına hak kazanır, yani hücre sahibi olur ve artık kendisine “Dede” denirdi. Dilerse o tekkede oturur, dilerse başka bir tekkeye giderdi. Tekkeden çıkıp bir hizmetle meşgul olanlar ve evlenenenler de bulunurdu. Tekkede oturuyorsa kudret ve bilgisine göre nev-niyazlarda sohbet eder, muhibleri terbiyeyle meşgul olur, Mesnevi okutur, müzik öğretir, ayin meşkederdi.

Böyle bir disiplinden gelen, musikiye olan yatkınlığıyla dikkat çeken Dede Efendi , çileye 3 Haziran 1798’de başlamış, 29 Temmuz 1798’de semâ meşkini bitirmiş ve 27 Mart 1799 tarihinde de çilesini doldurarak “Dede” ünvanını almıştır. Dede olduktan sonra Nazlıfer Hanım’la evlenmiş, bu zamandan sonra, üstadı Ali Nutki Dede’yi, III. Selim’i, annesini ve küçük yaşlardayken iki oğlunu kaybetmiştir. Bu kayıplarla birlikte Dede Efendi kendini inzivaya ve musikiye vermiş ve kâr, murabba, nakış, semâi, şarkı formlarında üst düzey eserler bestelemiştir.

İskender Pala şöyle bahsediyor kendisinin çile sürecinden:

Çileye soyunup kendini iç dünyasına hapseden genç derviş, bu hapislikte özgürlüğün gerçek manasını bulmakta gecikmedi ve kafesteki kuş iken denizdeki balık oluverdi. İçerilere doğru yaptığı fetihler dimağında âhenk kesilip de âyin’lerin, kâr’ların, bestelerin evc-i âsumânında hüzzamlar, sabâlar, sûzidiller, hicazlar ve ferahfezâlar; na’atlar ve mirâciyelerin âhenkli kanat sesleri gelmeye başlayınca bütün sanat muhitleri gibi baştan başa İstanbul ufkunu kaplayarak hünkârın da dikkatini çeken bu bûselik nağme-ler bütün bir çağı doldurur ve genç derviş sûzidil bir şöhret olup bütün gönülleri kavurur.

“Sabâ”, “mâye”, “hicaz”, “gülizâr”, “bûselik”, “rehâvi” gibi 67 farklı makam, “semâi”, “yürük semâi”, “Ağır aksak”, “devr-i kebir” gibi 39 farklı usûl, “türkü”, ”kâr”, “kâr-ı nâtık”, “tevşih”, “şarkı”, “beste”, “durak”, “ilâhi”, “kârçe” gibi 17 form kullanarak 300 kadar eseri bulunan Dede Efendi’nin kendi güfteleri dışında, Mevlana, Fuzuli, Mahfi, Leyla Hanım, Şemsi, Nedim, Nev’i gibi toplam 46 şairin şiirini bestelemiştir.


Çağımızda genelde “yine bir gülnihal”, “mah yüzüne aşıkım”, “baharın zamanı geldi” eserleriyle bilinen Dede Efendi’nin “Ferahfeza ayini” için Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle bahsediyor:

“...ferahfeza ayini sade ismail dede’nin eserinin değil, bütün musikimizin bir ucu imkânsızda kıvranan yıldız topluluğudur. ferahfeza, dede’nin sanatının teknik meselelerinin olduğu kadar, iç meselelerinin de hal edildiği noktadır. … acaba dede, bu eserinin, bir medeniyetin, bir kültürün son defa ve en gür sesiyle bütün kudretleri, bütün mazisi beraberinde olarak konuşmasını mı istemişti? çünkü bu eserin yalvarışında fert olarak sahip olabileceğimizden çok fazla bir şey vardı. orada sade Allah’ı bulmayız, Allah’ın karşısına bütün zenginliklerimizle ve cemaat olarak çıkarız

Vefat ettiği Hac vazifesinden önce söylediği meşhur “Artık bu oyunun tadı kalmadı” sözü üzerine de yine Tanpınar, “Dede Efendi” başlıklı makalesinde şunları yazmaktadır:

Bu söz, sadece efendisini kendisine layık görmeyen sarayadamının sözüdeğildir. Daha ziyade bir alemin tükendiğinin, bir zevkin, bir anlayışın, bir yaşama tarzının sona erdiğinin ilanıdır.

Hac’taki tavaf sırasında ise konser sırasında da dinlediğimiz, Yunus Emre’nin ilahisi olan “ Yürük değirmenler gibi / dönerler / Elele vermişler hakka giderler / Gönül Kâbesini tavaf ederler / Muhammed’in kûsu çalınır burada / Ol Sultanın demi sürülür burada” ilahisini “Şehnaz” makamında bestelemekten geri kalmayarak son nefes öncesi kainatındaki oyunun tadına hala katkıda bulunmaya devam etmiştir ki Yahya Kemal’in burada Dede Efendi hakkındaki “İsmail Dede’nin Kainatı” adı şiiri bu açıdan manidardır:

“Mesnevî şevkını eflâke çıkarmış nâyız
Haşredek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâ’yız

Sîne sûrâh-be-sûrâh kanat vecdinden
Teşne-i zevk-i ezel leb-be-leb-i sahbâyız

Şeb-i lâhûtda manzûme-i ecrâm gibi
Lafz-ı bişnev’le doğan debdebe-i mânâyız

Meyi peymâne-be-peymâne döken sâkîden
Yine peymâne diler neşve-i ser-tâ-pâyız

Şems-i Tebrîz hevâsıyle semâ’ üzre Kemâl
Dâhil-i dâire-i bâl ü per-i Monlâyız”

20. y.y. içinde Dede’yi en iyi anlatan ve anlayan insanlarda biri olduğu söylenen Tanpınar’a yine başvurursak; Dede’nin “varmaya” ulaştığı sırada asıl aracın insan sesi olduğunu şu ifadelerle dile getirir:

Bu demektir ki mi zin dehasıyla doğmuştu. Alaturka insan sesinde bu nağmededir. Onun kudret ve imkanlarını anladığı nisbette vardır.Dede, ameliyelerini kendi sesi üzerinde yaptığı heyecanlarımızın ta kendisi üzerinde çalıştı. Onun peşini kovalayarak, onun içinde durarak, onu değiştirerek, onu, ifade imkanlarını düşünerek insanı ve kainatı buldu. Çığlığın, her türlü konuşmanın, iç insanın asıl varlığın tek ifadesi oldugunu, onun başladığı yerde her şeyin sustuğunu biliyordu. İnsan sesi onun elinde çok yumuşak, her kalıbı alabilecek bir maddedir. Dede, insan sesine adeta istiklalini vermiştir. Ayinlerinde bile musikiyi, herhangi bir metni makamla okumaktan çıkarmıştır.

“...Dede’de teganni esastır. Ve çok defa çığlıkla başlar, daha ilk cümlede boşluk bu çığlıkla dolmuş gibidir. Onun için başlangıçları daima şaşırtıcıdır. Diyebiliriz ki daha ilk notalarda bizi kendi zamanımızdan çıkarır. Onun bize hazırladığı bir zamana gireriz. Sonlar ise hemen daima bir yıldız akımı gibi biter. Dede okumaz, çağırır ve bu çağırma o kadar derindir ki çağırdığı her şey bir daha ayrılmayacağınız şekilde yanı başınızda, hatta bizdedir. Çünkü bu çağırdığı ve bulduğu şey kendi yalnızlığımızdır.

Dede hakkında söylenenler bunlarken , onun Mesnevi’nin “bişnev”(Dinle) ile başladığından hareketle Beyatlı’nın manayı sözle ve usülle birleştirebildiği piri Mevlana’yı dinlediği bir şerbetten kana kana içtiği gözükmektedir. Zira Mevlana’nın ölümsüz eserlerinden biri olan Divan-ı Kebir’inde geçen musikiye, makam geçişlerine dair Mevlana’nın aşağıdaki sözlerine bakarsak,  Dede Efendi’nin onu gönülden “dinlediği” ve “Rast Kâr-ı Nâtık” eseri için ilham aldığı , sanki birbirleriyle konuştukları nasıl da bellidir:

Üç telli sazı cal, ben birliğe ulaştım, ikilikte bulunma, ya rehâvi perdesinden çal, ya kurtuluş perdesinden ezgiler söyle.

Senin zîr, bam perdelerin olmazsa, o perdelere vurmazsan gamlara dalıyoruz; neyde nevâ makamını bul da, şu sesi üfür; Feryat! Sessizlikten, nağmesizlikten…

Irak makamındaki ezgi, bu ayrılığın dermenğdğr; sen söz söylemeden gönlü alır, götürürsün, nereye kadar iletirsin? Ey padişahların bildiği, tanıdığ güzel, canımızı ISfahan perdesinden okşa, aşinalık yoluyla sor halimizi, hatırımızı.

Mest olmuş dostların meclisine zengüle makamından ezgiler düzerek git, işi sonuna getir, niceyedir bu vesvese, bu ağır davranış?

İkilikten baş aşağı düştü, gönlüme bir bağ vur; o er, zaten tek, fakat bize iki görünüyor.

Doğru sözlü, doğru işli dostsan rast makamından çal ki Hicaz’a gelesin.

Uşşakı, Hüseynî perdesinden topla, bûselik, mâye perdeleriyle gönülleri aç.

Senden dügâh istiyorlar, sen çârgâhtan zöyle; sen bu yerin, bu yurdun mumusun, ışığısın, a güzelim, ne de hoş çalmadasın, ne de hoş söylemede.

15 Mart 20110 gecesi Cemal Reşit Rey konser salonunda Veysel Dalsaldı yönetiminde, Gazelhan’ın Aziz Bahriyeli’nin olduğu “Kâr-ı Nâtık ve Anlattıkları” adlı konserde Dede Efendi’nin “Rast Kâr-ı Natık “eserini bu bilinçle dinleyip, bunun içinde ve dışında dolaşmak isteyen topluluğun yer verdiği makam,usûl ve formları aşağıda Mehmet Güntekin çevrisiyle bulabilirsiniz. Keza her bir makamın nasıl diğeriyle hangi makam vasıtasıyla bağ kurduğuna dikkat çekmek için koyu olarak işaretlendiği gibi, yukarıda bahsigeçen Mevlana’nın Divan-ı Kebir’indeki sözlerini “dinleyen” Dede Efendi’nin ona nasıl cevap verdiğini de anlayabilirsiniz:

RAST / YÖRÜK SEMÂİ / KÂR-I NATIK

Rast getirip fend ile seyretti hümâyı Ustalıkla Rast getirip devlet kuşunu seyretti.

RAST /AĞIT DÜYEK / KÂR(KÂR-I NEV)

gözümde dâim hayâl-i câna Gözümde hep sevgilimin hayali
Gönünde her dem cemâl-i cânâ Gönülde her zaman yârin güzelliği
Ey peri-rü dilber-i ra^na civân zanenin Ey peri yüzlü gönüller güzeli nazlı sevgili
Gam benim şâdi senin hicrân benim Dert benim sevinç senin ayrılık acısı benim
Devr’an senin yâr benim Zamane ve dünya senin bir tek yar benim
Ey şâh-ı cihân ey dilde nihân Ey dünyanın şahı ey gönüldeki sır
Senin gibi güzel efendim var benim Senin gibi güzel efendim var benim
Gül yüzlü mâhım rahmeyle şâhım Gül yüzlü sevgilim merhamet et şahım
Çeşm-i siyâhım âlemde birsin Kara gözlüm dünyada teksin

Düşdü o dem hâtıra bir beste Rehâvi Gönle o vakit bir Rehâvi beste düştü
Şû’le gerek nağme-i Nikriz’e giderken Nikriz’in nağmesine giderken alev gerekiyor.

NİKRİZ / DÜYEK / İLAHİ

Ey hakikat erenleri
Dost elinin rehberleri
Tâliblerin serverleri
Dosttan haber verin bana
Güfte: Hz. Üftâde

Vardı gönül Pencügâh’a etti karârı Gönül varıp Pençgâh’da karar kıldı.
Anda durup eyledi Mâhur’u temâşâ Orada durup Mâhur’ seyretti

MÂHUR / YÜRÜK SEMÂİ / YÜRÜK SEMAİ

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü Gönül kayığım yine kırılıp kıyıya düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü Camdan yapılan dayanır mı taşlı yola düştü
Reh-i mevlevîde Galib bu sıfatla kaldı hayrân Galib Mevlevilik yolunda bu sıfatla şaştı kaldı
Kimi terk-i nâm ü şâne kimi i’tibâre düştü Kimi adı ve şöhreti terk etti kimi şan peşine düştü.
Güfte: Şeyh Galib Dede

Düm e re lel lâ ile gösterdi Nevâ’yı “Düm de re lel lâ” diye Nevâ’yı gösterdi

NEVÂ / YÜRÜK SEMÂİ / YÜRÜK SEMÂİ

Ey gonca-dehen âh-ı seherden hazer eyle Ey gonca ağızlı sabahın âhından sakın
âyine-i mihr-i ruhunu bi-keder eyle Güneşi yansıtan ayna gibi ışıltı saçan yanaklarını kederden uzak tut
Ey bülbül-i hoş-lehce gezüb nağme-serâyâ Ey tatlı dilli bülbül baştan ayağa nağmelerle gezip
Her kûşede sad cilve-nümâ işveler eyle Her köşede yüzlerce cilveli edalar göster

Şevk ile Uşşâk’a varıp bu dil-i mecnûn Çılgın gönül büyük bir sevinçle Uşşâk’a varıp
Eyledi tanbur ile bir nağme Bayati Tanburla bir Bayati nağmesine girdi

BAYATİ / AĞIR AKSAK / ŞARKI

Nice bir aşkınla feryâd edeyim Ne zaman kadar aşkınla feryat edeyim
Söylemezdim derdim ammâ n’eyleyim Derdimi söylemezdim amma ne yapayım
Bir onulmaz dağ-ı derdim var benim Bir devasız dert yaram var benim

Sonra Nişâbur’a kadem bastı o perde Sonra Nişâbur’a ayak bastı o perde
Semt-i Nihâvend’den alıp ol meh-i tâbi O ay gibi güzel sevgiliyi Nihâvend’den alıp
Bu gece âh ü figanım çıktı Nühüft’den Bu gece incelemelerim ve feryatlarım Nühüft’ten çıktı

NÜHÜFT / YÜRÜK SEMÂİ / ŞARKI

Kasdı o ş’uhun yine âzâre mi O güzel yine eziyete mi yelteniyor
İncitir oldu dil-i âvaremi Perişan kalbimi incitir oldu
Cem’edemem hâtır-ı sad-pâremi Yüz parçaya dağılmış gönlümü tamir edemem
Şerhedemem sinemdeki yâremi Kalbimdeki yarayı açıklayamam
Gayrı Felâtun bulamaz çâremi Eflatun bile gelse çaremi bulamaz

Vakt-i Saba’ya varıcak sardı meyânı Sabâ’ya varınca meyânı sardı

SABÂ / AĞIR DÜYEK /İLÂHÎ

Olmayıcak senden atâ Sen affetmeyince
Kul n’eylesin yâ Rabbenâ Kul neylesin ey Rabbim
Dâim işi sehv ü hatâ İşi hep yalnız veya hata olan
Kul n’eylesin yâ Rabbenâ Kul neylesin ey Rabbim
Güfte: Hz. Aziz Mahmud Hüdâi

Etti gönül çâre eknun Çargâh okundu Gönül çareyi buldu Çargâh okundu
Adlı ele nâyı hemen tuttu Dügâh’ı Hemen ele ney’i alarak Dügâh’ı tuttu
Saydı Hüseyni’de tamam nağmeyi bir bir Hüseyn’i’de nağmeyi bir bir saydı

AZİZ BAHRİYELİ / MÂHUR / GAZEL

Dil uyur mest olarak yâr-ı dilâra söyler Gönül sarhoşçasına uyur gönül okşayan sevgili söyler
Gül susar şerm ederek bülbük-i şeydâ söyler Gül kızararak susar çılgıncasına âşık bülbül söyler
Şeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-i aşk En uzun gecede aşk hikayeleri sabaha kadar sürer
Tâ ki MEcnun bitirir nutkunu Leylâ söyler O kadar ki Mecnun sözünü bitirir Leylâ söyler
Güfte: Yahya Kemal Beyatlı

Eyleyicek sâzı icrâ devr-i Hisâr Saz, Hisâr’ı devretmeye başlayınca

HİSÂR / YÜRÜK SEMÂİ / YÜRÜK SEMAİ
Hevâ güzel yine gülşende gösteriş günüdür Hava güzel yine gül bahçesinde gösteriş günüdür
Çemen çemen salın ey serv-i kadd reviş günüdür Ey selvi boylu bağ bahçe gez yürüyüş günüdür
Kenâra doğru salındır o serv-i sebzedârı O güzel saçları kenara doğru salandır
Gel ey nesim-i sabâ hizmetin var iş günüdür Gel ey sabah rüzgârı hizmetin var iş günüdür

Oldu Muhayyer o güzel başladı cevre Muhayyer oldu o güzel siteme ve eziyete başladı

MUHAYYER / YÜRÜK SEMÂİ / ŞARKI

Sevdiceğim âşıkını ağlatır
Gözyaşını sular gibi çağlatır
Felek ban kareleri bağlatır
Aman felek yâreliyim yâreli
Yalvarırım seyle benim çâremi
Güfte: Bestekâra aittir.

Bûselik için eyleyicek gizli niyâzı B’uselik için gizliden yalvarmaya başlayınca

B’USELİK / AKSAK SEMÂİ / ŞARKI

Zülfündedir benim baht-ı siyâhım Saçlarındadır kara bahtım
Sende kaldı gece gündüz nigâhım Sende kaldı gece gündüz bakışım
İncitirmiş meğer ki seni âhım Ettiğim ah meğer ki seni incitirmiş
Seni sevdim odur benim günâhım Seni sevmiş olmaktır benim günahım

Kûy-i Hicâz’a varıcak pâyine düştüm Hicaz semtine varınca ayağına düştüm

HİCÂZ / AĞIR DÜYEK / NAKIŞ BESTE

Ey çeşm-i âhû hicr ile tenhâlara saldın beni Ey ceylan gözlü ayrılığınla yalnızlığa terkettin
Çün nâfe bağrım hûn edip sahrâlara saldın beni Misk çıkarılan ceylan gibi kalbimi yarıp çöllere saldın
Ey kamet-i serv-ü semen salınmada ellerle sen Ey selvi ve yasemin boylu ellerle gezersin
Haşrolamam dedikçe ben ferdâlara saldın beni Kavuşamam dedikçe beni yarınlara erteledin

Güfte: Kadı Mehmed Riyazi Efendi

Etti o Şehnâz ile bir gizli nigâhı O Şehnâz ile gizliden bir bakış attı

ŞEHNÂZ / EVSAT / İLÂHÎ

yörük değirmenler gibi dönerler
Elele vermişler Hakk’a giderler
Gönül Kâbe’sini tavâf ederler
Elele vermişler Hakk’a giderler
Güfte: Yunus Emre
(Dede’nin vefat ettiği Kâbe^de tavafı sırasında bestelediği son eseridir.)

Rahâtülervâh’la kıldı bana mânend – i izzet Rahâtülervâh’la eşssiz bir ikramda bulundu
bir ere koyvermedi ol Bestenigâr’ı O Bestenigâr’ı bir kez olsun ihmal etmedi

BESTENİGÂR / CURCUNA / ŞARKI

Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
Aklımı yağmaya verip fikrimi şaştım
Mecnun’a şimdi eş olup dağlara düştüm
Sor güle bülbül ne çeker hârın elinden
Bir dah’i gül koklamayım yârin elinden
Güfte: Bestekâra aittir.

Şevk-i Irak’la vericek nağmeye revnâk Nağmeyi Irak’ın büyük sevinciyle parlatınca

IRAK / YÜRÜK SEMÂÎ / YÜRÜK SEMÂÎ

Hasretle temâm nâle döndüm sensiz Hasretle kuru bir kamışa döndüm sensiz
Yok n’ale değil hayâle döndüm sensiz Yok , kuru bir kamığa değil hayâle döndüm sensiz
Göster rûyini amân şeb-i firkatte Ne olur göster yüzünü ayrılık gecesinde
Hurşid-veşim hilâle döndüm sensiz Güneş gibiyken hilâle döndüm sensiz

Evc ile etdi gönül tamâm makamı Gönül Evc ile bütün makamları tamamladı

EVC / YÜRÜK SEMÂÎ / İLÂHÎ

Ey maksad-ı âşıkin olan Mevlânâ Ey âşıkların maksadı olan Mevlâna
V’ey neş’e-i mü’minin olan Mevlânâ Ve ey inananların sevinci olan Mevlânâ
Bîçâreleriz halimize rahmeyle Çaresizleriz halimize merhamet et
Bîçârelere mûin olan Mevlânâ Çaresizlerin yardımcısı olan Mevlânâ

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

  7 Responses to “Dede Efendi’nin gönlüne meşk eden musiki matematiği : Kâr-ı Nâtık’ın Anlattıkları – CRR TMT Konser Notları”

  1. Bu enfes yorumlar ve bilgilendirme için teşekkür ederiz efendim.

  2. Gönlünüze sağlık, belli çok emek verilmiş sayfaya, tebrikederim. Ben de tam biraz önce kâr-ı nâtık üzerine çalışma yapmıştım sayfamızda ki sonra internette dolaşırken sizin sayfanızı buldum ve hoşuma gitti. Yalnız Kâr-ı Nâtık’ın açıklamasında bir iki yerde düzeltilmesi gerekir. Mesela, “Bu gece incelemelerim ve feryatlarım Nühüft’ten çıktı“ yerine “Bu gece inlemelerim ve feryatlarım…..“ olması gerekirdi. Tabi bu kadar kusur kadı kızında da olurmuş, tekrar tebrikler ve iyi çalışmalar. Saygılarımla…

  3. Dede Efendi’nin fotoğrafı!

  4. Merhaba,

    Yukarida Dede Efendi’ye ait diye konulan Fotograf aslinda Suleyman Hayati (Loras) Dede’ye ait, olumu 19 Ocak 1989.

    • uyarınız için teşekkürler, resmi kaynağından emin olduğum fotoğrafı kullanarak değiştirdim.

Leave a Reply to Reha BAŞOĞUL Cancel reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat