Mar 152014
 

Panoptikon

“Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.

Bu uçuş, güvercindeki
Özgürlük sevinci mi ne!

Öpüşmek yasaktı bilir misiniz?
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!

Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde

Işık kör edicidir, diyorlar
Özgürlük patlayıcı
Lambamızı bozan da
Özgürlüğe kundak sokan da onlar
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktı mı tutuşalım
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su

Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.

Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar

Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmayagörsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.

Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarın o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.

Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.

Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!”

/ Oktay Rıfat – ‘Elleri var özgürlüğün’ şiiri

New York Times’ın en çok satanlar listesinde de yer almış, Google’ın Yönetim Kurulu Başkanı Eric Schmidth ve Google Ideas’ın yöneticisi Jared Cohen’in 2013 yılında kaleme aldığı “Yeni Dijital Çağ” kitabının “Devrimin Geleceği” bölümünde şöyle yazar:

Yeni bağlantılı toplumlarda devrimci hareketlerin hızla çoğalması bazı gözlemcilerin öngördüğü gibi er geç köklü devletler için tehdit edici olmayacaktır, çünkü iletişim teknolojileri devrimlerde, dengeyi halkın lehine değiştirecek şekilde pek çok dönüşüm sağlasa da, bu araçların etki edemeyeceği bir takım kritik değişim unsurları vardır. Bunların en başta geleni, muhalefeti zor zamanlarda ayakta tutabilecek, reforma yanaşması halinde hükümetle pazarlığa oturabilecek ya da diktatör kaçıp gittiğinde sorumluluğu üstlenerek halkın istediklerini verebilecek bireylerden oluşan birinci sınıf liderler yaratılmasıdır. Teknolojinin, bir kişinin devlet adamlığı rolünü doldurabilecek vasıflara sahip olmamasıyla bir ilgisi yoktur. Son yıllarda kalabalık gençlik kitlelerinin sadece cep telefonu ve benzer cihazlarla silahlanmış halde tarihte yıllarca sürmüş olan bir süreci hızlandırarak, onlarca yıllık otorite ve kontrole meydan okuyan devrimleri ateşleyebildiğine tanık olduk. Teknoloji platformlarının, verimli kullanıldıklarında, diktatörlerin devrilmesinde önemli bir yol oynayabileceği artık açık. Olası sonuçlarına bakılırsa – zorbalıkla ezilme, rejim değişikliği, iç savaş, demokrasiye geçiş – devrimleri yapan ya da yıkanın kullanılan araçlar değil insanlar olduğu da açıktır.

Günümüzde , devrimlerin bileşenlerine bakıldığında özellikle sosyal medya ile kıvılcımlanmaya ve hatta olgunlaşmaya başlayan, akabinde ana akım medyayı etkileyen, tetikleyen, tehdit eden ve hatta dönüştüren unsur, teknoloji guruları tarafından, alıntıda bahsedildiği gibi, teknolojiyle değil, onun önünde değerleriyle var olan insanla mümkün. Dijital dünyayı devrimlerin söylem alanı olarak kullanmasıyla insan kendi varoluşunu yüceltebilecek mi?’sorusuna yanıt ise bir çok felsefe oturumlarında tartışılmaya devam ediyor. Gençlerle birlikte etkisini gösteren mobil penetrasyonun artmasıyla birlikte bilgiyi ve gerçeği arayışımıza katkıda bulunduğuna inandığımız insan, bu şekilde “hızlanarak” ‘kendisine ne kadar değer verebiliyor, katabiliyor?’ bir çok insanın içinde de cevabını bulmak için yeşerttiği bir soru olarak karşımıza çıkıyor.

GÖZETLEMEK İSTEYEN İKTİDARI GÖZETLEYEN DİJİTAL HALK HAREKETİ

“Nasıl bilgisizlik ortaçağ boyunca hıncını aldıysa, bizim bilgimiz de bizden hıncını alacaktı…”

/Nietzsche

George Orwell’in “1984” kitabıyla da özdeşleştirilen dikta iktidarların temel özelliklerden olan, iktidarını korumak için halktan gerçekleri saklama ve onları gözetleyerek merkezden propagandalarla kontrol altına alma stratejisi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de uygulanan bir yöntem. Ancak günümüz teknolojisinin geldiği nokta itibariyle ise halkın özellikle internet vasıtasıyla hızlı yayılan bilgilerle iktidar politikalarını gözetleyebildiği gerçeği.

Google yöneticileri Erich Schmidt ve Jared Cohen, gözetlemek isteyen dikta hükümetlerin gözetlendiğini hissettiği an ne yapabileceğine dair kitaplarında hakkında 2011 Mısır’daki Mübarek hükümeti politikalarını ve GSM şirketinden ve halktan beyanlar vererek sürecin aktörlerini şöyle anlatıyor:

28 Ocak 2011’in ilk saatlerinde aynı gün yaygın hükümet aleyhtarı protestolar olacağını bekleyen rejim tüm interneti ve ülke içindeki mobil bağlantıları etkili bir şekilde kapattı. Olayla ilgili ilk blog postlarından biri “Mısır İnternetinden çıkıyor” diye başlık atmıştı. Birkaç gün önce sosyal ağ oluşturma sitelerine giriş ve BlackBerry internet bloge edilmiş ve bu adımla bağlantı koparma işlemi tamamlanmıştı. Bundan ülkedeki başlıca dört internet hizmet sağlayıcısı – Link,Egypt, Etisalat Mısır ve Vodafone/Raya etkilenmiş, ayrıca üç Telekom operatörü cep telefonu hizmetini askıya almıştı. En büyük Telekom şirketi Vodafone Mısır o sabah şöyle bir açıklama yayınladı:

 ‘Mısır’daki bütün cep telefonu operatörlerine seçili bölgelerde hizmetleri askıya almaları talimatı iletildi. Mısır yasaları uyarınca yetkililerin böyle bir emir verme hakkı var ve biz de uymak zorundayız.’

 Mısır hükümeti dış dünyayla az sayıdaki fiziksel bağlantıyı – Kahire’deki bir binada bulunan fiber optik kablolar gibi- zaten kontrolü altında tuttuğundan, bu kapatma kararının amacı bu portallara kilit vurarak, insanların taleplerini bildirmek için büyük taşıyıcılar ve üstlenicilerle temas kurmasını önlemekti. Sonradan öğrenildiğine göre, rejim, Vodafone gibi şirketlere, kapatma kararına uymamaları halinde Mısır hükümetinin devlet şirketi Telecom Egypt marifetiyle ülkedeki telekomünikasyon altyapısı hizmet vermelerini fiziksel düzlemde keseceğini bildirmişti.(Bu Vodafone’un operasyon yeteneğine zarar vereceği gibi, azımsanmayacak bir süre atıl kalmasını da getirecekti) İnternet hizmet sağlayıcıları ve telekomünikasyon şirketleri tamamen savunmasız durumdaydılar- hükümet uzunca bir süredir internet ve mobil hizmetlerin Mısır’ın her tarafına yayılmasını aktif biçimde destekliyordu- dolayısıyla hiçbirinin bir olağanüstü durum planı yoktu. Yakın tarihte eşi görülmedik bir olaydı bu; halkının internet hizmetine müdahale eden ve devletler olmuştu ama daha önce kimse böylesine eşgüdümlü ve tam bir bağ koparma girişiminde bulunmamıştı.

 Ancak bu eylem geri tepki. Bazı Mısırlılar ve dış gözlemcilerin sonradan söylediği gibi, çok daha sayıda öfkeli insanı sokağa dökerek protesto hareketini gerçek anlamda ateşleyen olay, ağın kapatılması olmuştu. Vodafone’un CEO’su Vittorio Colao da aynı görüşte. “Herkesin vazgeçilmez olduğunu düşündüğü bir konuda nüfüsun yüzde yüzüne birden vurmak, onu fiilen ellerinden çekip almak, hükümetin beklediğinden çok daha tahrik olmuş ve olumsuz bir tepkiyi tetikledi. Şöyle düşünen pek çok Mısır’lı var: ‘Mübarek’i sevmezdim ama benim savaşım değildi bu. Ama bir gün Mübarek internetimi elimden alınca savaş benim de savaşım oldu. Ben de kalktım Tahrir Meydanı’na koştum’.”

Halkın havadislerden haberdar olma ihtiyacı ve kendi etrafındaki iletişimi teknolojiyle sağlayarak güvende olduğu hissinin, internet ile tatmini kesilene kadar, tepki göstermeyen bazı kitleler için dikta rejimlere karşı tepki göstermesine de olanak tanımaktadır. Baudrillard‘ın dediği gibi “Kitleler bu akılcı iletişim zorlamasına insanı aptallaştıracak bir biçimde karşı koymaktadırlar. Onlar anlam yerine gösteri istemektedirler (…), içinde bir gösteri olması koşuluyla tüm içeriklere tapmaktadırlar.

Gözetim kavramını iki anlamıyla ele almak adına; ilki, bireysel hal ve davranışlarını yönetmek için kitlelerin hakkında toplanan, kullanabilen ve şifrelenmiş bilgi birikimi ifade ederken, diğer anlamıyla, bireylerin davranışlarının, onlar üzerinde iktidarını yerleştirmeye çalışan ve aralarındaki bazı bireyler tarafından doğrudan izlenmesini içermektedir.

Toplum mühendisliğini ve ahlak polisliğini sağlamak adına, bir yandan parayla tutulmuş muhbirlerle evlerin önü ve hatta içi ihbar edilerek, diğer yandan kitleleri din, futbol, eğlence gibi afyonlarla uyuştururak ve gerçeklere karşı tepkisizleştirerek veya fakirlikle ve hapis ya da ölüm cezasıyla korkutarak iktidarın korunması sık uygulanan yöntemlerdendir.

18. Yüzyılda hapishanelerin doğuşu ve gözetimin örneği olarak İngiliz düşünür Jeremy Bentham’ın çizdiği bir mimari tasarım olan Panoptikon’dan etkilenen Michel Foucault, gözetimin sadece gözetleyenin hapishanedeki nöbetçi ve iktidar sahibi üzerinden yürütülen ve gözetlenenin savunmasızlığına değil, nöbetçiyi ve diğer tüm gözetlenen maphusların da gözetlenerek iktidarın da gözetlenebildiğini dile getirir ve bu noktadan hareketle sorusunu sorar: Gören mi iktidardır, görülmeyen mi, yoksa görülmeden gören mi?

 

Jeremy Bentham’ın Panoptikon tasarımı

Jeremy Bentham’ın Panoptikon tasarımı

Halka biçiminde, ortasında avlu ve avlunun ortasında bir kule olan ve halkada da hücreler bulunan Panoptikon’da, her hücrede hem avluya hem de dış cepheye bakan pencereleri bulunmaktaydı. Pencereler ışığın hücrelere girmesine izin vermekteyken, kulede tek bir gözetmen, hücrelerin her birinde tek bir deli, hasta, mahkum, işçi ya da çocuk kapatılmıştı. Geriden gelen ışık sayesinde kuleden, hücrelerdekilerin ne yaptıklarının siluetlerinden kavramak mümkündür. Kapatılanlar gözetlendiklerini biliyorlar ve fakat hücrelerden kulenin içerisi görememektedirler. Panoptikon’da altının çizilmesi gereken gizli özne, gözetleme kulesindeki nöbetçinin orada olup olmadığı bilmeden, gözetlenme bilincinin yarattığı bizzat ‘denetleniyorum’ ve ‘cezalandırılacağım’ korkusunun etken rol oynamasıdır. Bentham’a göre Panoptikon ile ahlak mühendisliği yapılabilir, sanayi canlanır, kamusal görevler hafifletilir ve yoksulluk çözülürdü. Böylece, Panoptikon’da ıslah edilemeyenler, cezalandırılabilir, deliler gözetlenebilir, şüpheliler kapatılabilir, tembeller çalıştırılabilir, acizlerin bakımı ve hastaların tedavisi yapılabilir. Bentham bu nedenle Antik Yunan’da ‘göz önündeki yer anlamına’ gelen Panoptikon adını koymuştur.

Dijitalleşme ile birlikte, bilginin yayılım merkezlerinden olan internet ağ yapısı, Mısır, NSA, Çin, Kore örneğinde olduğu gibi iktidarlarını devam ettirmek isteyen hükümetlerin ve gizli teşkilatlarının en önemli ve gözetlemek için en hızlı ve kişisel verilerin kolayca elde edebileceği bir alan oldu. Panoptikon örneğinde olduğu gibi baskıcı rejimler altında kalan ve her birimizin bir hücrede izlendiğimizi düşünerek ıslah edilme taşıyan bu durum devam ederken, hücreden bakan bizler teknoloji sayesinde ve mobilleşerek iktidarın kulede neler yaptığını ve neler yapabildiğini birbirimizin hücrelerindeki siluetlerinden ve orada başına gelenlerden çıkarım yaparak elde edebiliyor hale geldik.

Bir yandan hücrelerimize vuran pencere metaforuna ve diğer hücrelerdeki yaşam izi aradığımız siluetlere internet dersek, bir yandan Mısır’da görülen örnekteki gibi göreceli olarak asileşmemek adına o ışığın ve silüetlerin orada olduğu hissi, yani kısacası internetin elimizden alınmaması ile de hala bu sistemin devam etmesine katkıda bulunduğumuz paradoksu mevcut.

Hitler Almanyası, Mısır, Kore, Suriye gibi totaliyer rejim örnekleri gibi, sözde demokratik seçim kılıfıyla sistemi derinlemesine sorgulamadan sandıkta verdiğimiz oy, aslında kuledeki nöbetçiyi seçmekten mi ibarettir sorgusuna da bizi götürmelidir ki aslında inanç ve özgür irade düzleminde genişleyen bir konudur. Bu bağlamda, Panoptikon sisteminin devamlılığı mı yoksa başka bir sistem ütopyası mümkün mü sorusunu da beraberinde sormalıyız. Kuşkusuz bireyin kolektif akla ve bireysel özgürlüğe ulaşmasındaki engeller, daha çok Doğu ve Ortadoğu toplumlarında gördüğümüz terör korkusu, yapay düşman korkusu, ırkçı veya ulusalcılıktan çıkan vatan haini damgası yeme korkusu, din düşmanı olarak cezalandırma korkusu, devlete karşı gelme korkusu ile yine Panoptikon nöbetçilerinin yasalarına hukuk veya adalet denen bir yapının içine tıkılmadan aşılması ile mümkündür. Bunun için evrensel adalet normları ve vicdan duygularının bu akılla birleştireceği bir sistem tasarımı pekâlâ mümkündür ve zikredilmektedir. 2013 yılından itibaren medyaya yansıyan NSA dinleme skandalında da görüldüğü üzere, Almanya Başbakanı Merkel gibi bir çok hükümet liderinin ve iktidar yöneticilerinin dinlenmesi, iktidarın ve kulede kim olduğunun perspektifini de değiştiriyor. Diğer yandan, yine elindeki en büyük kişisel bilgileri bulundurma gücüne ve teknolojisine sahip firmalardan Google, Yahoo, Microsoft gibi teknoloji devleri NSA’ya dava açabiliyorlar. Dünün iktidarları, bugün kulenin ele geçirilmek istediğinin farkındalar. Ancak bir önceki döneminde mağdurluğumuz sona ersin diye, bir sonrakinde, ele geçirmek isteyenin niyetine sempati duymamız için henüz erken mi? Bu sorunun cevabı, kurumların bu davaları açmak için arkasına aldığı Panoptikon’daki diğer hücrelere ne gözle bakacağı, ne üreteceği ve ne fayda sağlayacağıyla anlaşılabilecek bir durum arz ediyor.

Gelecek bilimci Alvin Toffler da her dinomosuyla teknoloji vasıtasıyla değişime ihtiyaç duyan toplumsal dönüşümleri dalgalara benzetmektedir. Bilişim toplumunu birbirleriyle iç içe geçmiş bu dalgalardan sonuncu olan üçüncü dalga ifadesiyle adlandırmıştır: “Bizler, yeni devrimin, üçüncü dalganın çocuklarıyız. Bu olağanüstü değişikliğin gücünü, kapsamını anlatabilmek için sözcükler arıyoruz.” Toffler’in üçüncü dalga öngörülerinde ekonomik üretim birimlerinin yeni teknoloji ve bilgisayarlarla olacağı, etkileşimci ortamların kontrol edilen medyaya yönüleceği, enformasyonun depolanması ve saklanması ile toplumsal belleğin değişime uğrayacağı, evlerin eğlence, eğitim ve çalışma merkezi olarak konumlanabileceği ve aile yapısının değişeceği şeklindedir. Öngörülerindeki diğer çarpıcı nokta da bugün Google, Microsoft gibi güçlerin de etkisiyle, ulus-devlet yapısının yerini küresel kurumların alacağı, bilgi üreten üniversitelerin, din-devlet-ordu gibi kurumların üzerinde katılımcı demokrasiyle sağlanacağıdır.

Toffler’in kısmen iyimser bu öngörüsüne karşın, McLuhan‟ın küresel köy olarak tabir ettiği ve de bilişim çalışanları tarafından sık kullanılan ‘glolokalleşme’ ifadesiyle pazarlamaya entegre edilirken, bilişim teknolojileri sayesinde, bireyin kişisel bilgilerine ulus-devletlerin bilgisinden daha etkin kurumlarca toplanarak bizden aldığını da unutmamamızı sağlamalıdır. Zira gözetim sistemleri de köyleşerek, ödeme bilgilerimizin, internet sitelerindeki davranışlarımızın, arkadaşlarımızın kim olduğunun, nerede olduğumuzun ve ne konuştuğumuzun veya duygusal durumlarımızın ölçülebildiği yepyeni bir medya kontrolünün daha zeki sistemlerle ölçülebileceği ve yönlendirilebileceği distopya potansiyelini de taşımaktadır.

GÖZETLEYEN VE GÖZETLENEN İKTİDAR OLGUSUNDA AKP ÖRNEĞİ

“Cezanın ideal noktasının…belirsiz bir disiplin olduğu, sınırlarının sonu gelmeyen bir sorgulanmaya; ince

ve gittikçe analitikleşen bir gözleme, hiçbir  zaman kapanmayacak bir dava dosyasına dönüşecek bir
yargıya, bir sorgulamanın acımasız merakıyla iç içe girecek iyi hesaplanmış bir hoşgörüye uzanacak
bir araştırma soruşturmayla ister istemez var olacak ilişkilerini yadsıyamazlar”

/Michel Foucault

Modernizm çerçevesinde endüstrilerde, kapitalizm ve militarizmde bir yönetim modeli olarak karşımıza çıkan gözetim faaliyetleri ve teknolojisine karşın, sosyal halk kavramıyla sosyal medya aracılığıyla demokrasinin çoğulcu katılımıyla dikta iktidarlara karşı veri gazeteciliği, harita teknolojileri ve halk katılımlarıyla iktidarı gözetleyen, denetleyen bir yapıya dönüşeceği sinyalleri de vermektedir. George Orwell’in 1984 adlı yapıtının hala okunabilen ve akla ilk gelen yapıt olma özelliği taşımasının başlıca sebebi günümüz iktidarlarının hala tercih ettiği yöntemlerle neredeyse birebir benzeşmesidir. Orwell, romanında “Okyanusya” adlı totaliter bir imparatorluk tasviri yapmaktadır. Toplum teknolojik araçlarla gözetim altında tutulmakta, tele ekranlar her vatandaşın evinde bulunmakta, aralıksız direktiflere maruz kalmakta ve evlerini içi dahi gözetlenmektedir. Düşünce polisleri, her an bireylerin etrafında, evlerinin pencere önlerinde dolaşmakta, yazılan cümleler, mimikler, kalp atışları izlenmekte, kaydedilmektedir. İktidara biat etmekten vazgeçen Winston romanın ana kahramanıdır ve Okyanusya sistemine itirazını tele ekranların göremediği kör bir alanda deftere yazarak dile getirmektedir. O kör alan onun için bireysel alan ihtiyacının ne denli hayati bir önem taşıdığı göstermesi açısından çarpıcı ve dramatiktir Bu denli güçlü bir teknolojinin ve hızlı bir enformasyon ağının yine kötü niyetli Panoptikon hayali kuran iktidarlarca da kullanabileceği aşikardır.

2013’te yaşadığımız Gezi Direnişi sonrasındaki 2014 Türkiye’sine baktığımızda, ihale karşılığı satın alınan medya kurumlarının manipülasyonlarının yaratılma ve kitleleri kontrol etme aracı olarak gazetecilik kisvesine büründüğü, ülkemizin en büyük gazeteci hapishanesi olarak yer aldığı, istisnasız AKP iktidarı süresince tüm Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Freedom House, AB ilerleme raporlarında sansür ve oto sansürün vahim derecede olduğunun belirtilmesi ve vagus.tv gibi haber ve dailymotion.com gibi video sitelerinin kapatılması, rant için doğa ve emek katli, işçi ve emekçi sınıfın ezilmesi, meclisteki muhalefet soru önergesine yer veren kişisel internet sitesinin bile sansürlenmek istenmesi, birey hak ve özgürlüklerini tehdit eden ve sektördeki istihdamın, girişimciliğin ve büyümenin de önünü kesecek internet yasasının geçmesi gibi bir çok olay, halkı devrimsel bir ateş ile akıl sağlığı arasındaki o ince çizgide her geçen gün sosyal medyada kendini ifade etmeye, tıpkı Winston gibi biraz daha özel alan bulmak adına itiyor.

İnsan Hakları Raporu 2013

10 yılı aşkın süredir iktidarda kalan AKP, ana akım medya sansürü ve çalışanlarının oto sansürü, MOBESE vb gibi bir çok farklı yöntemi halkı gözetleyerek ve politikalarıyla ahlak mühendisliğine kendi ideolojilerini aşılamak için kullanırken, halk, 2013 Haziran ayında Gezi eylemlerinde demokratik hak ve talepler için bireyin kendi düşüncelerini ifade edebildiği ve diğer kişiler tarafından yayabildiği sosyal medyada örgütlenerek bu insan haklarına ve anayasaya aykırı sistematik sansüre ve bunu yaratanlara karşı bir protesto başlattı. 11 yıllık sürece bakıldığında, Tüm Türkiye gibi, AKP’nin de tıpkı Mısır eylemlerinde olduğu gibi beklemediği bu durum, AKP’nin de aslında bireyleri kıstırdığı hücrelerden gözetlediğini ve nöbetçi kulesindeki ahlak polisi ve toplum mühendisliğini savunan otoriter karakterinin artık halk nezdinde deşifre edildiğini ortaya koydu.

AKP’nin toplum huzurunu sağlamak bahanesiyle meşrulaştırmaya çalıştığı ancak toplumu gözetlemek için kullandığı ve sayısı gitgide artan MOBESE’lerdeki kayıtları, Reyhanlı saldırısı süresince ve Ali İsmail Korkmaz’ın hunharca tekmelenerek öldürülmesinde hükümet yetkilileri tarafından bozulduğu iddia edildi. AKP hükümetinin başındaki Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından dile getirilen ve başörtülü bir kadının yanında bebeği ile elleri deri eldivenli 70-100 kişilik kalabalığın ortasında kalıp, üzerine idrar bırakılarak darp edildiği iddia edilmiş ve görüntüler Başbakan tarafından yayınlayacağım denmesine rağmen aylar geçmesine rağmen yayınlamamıştı. Buna bir diğer örnek de yine Başbakan Erdoğan tarafından mitinglerde defalarca Gezi eylemleri sırasında polis şiddetinden Dolmabahçe Camii’ne sığınan direnişçilere ‘içki içildi, grup seks yaptılar, kızlı erkekli öpüştüler’ iddiasıyla toplumu din üzerinden kontrol altına alma isteğini yine ‘görüntüleri var, haftaya yayınlayacağım’ demesine ve aylar geçmesine rağmen yayınlamadı.

AKP, iktidarda iken, Gezi direnişinin anayasa çerçevesinde korunması gereken protesto hakkını ve söylemini itibarsızlaştırmak adına gözetlediği görüntüleri öne sürmesi, Kabataş’taki vaka için bir TV kanalının güvenlik kamerası görüntülerinin aslında Başbakan Erdoğan’ın iddialarını yansıtmadığı, Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir Valisi tarafından ‘arkadaşları tarafından öldürülmüş olabilir, polisler yapmamıştır’ denildikten sonra güvenlik kayıtları silindiği ve daha sonra Jandarma tarafından kurtarılan görüntülerde polislerin de dahil olduğu şekilde dövülerek öldürüldüğü ortaya çıkması, Ethem Sarısülük’ün polis kurşunu tarafından öldürülmesinin MOBESE kameralarınca tespit edilmesi ve İzmir, Hatay gibi nice olayda fotoğrafçıların, halkın cep telefonu kayıtlarının ortaya çıkmasıyla iktidar kendi dayattığı gerçek ile yüzleşti: Kendisi de gözetleniyordu ve gözetlendiğinde ortaya çıkan faşizmin kitlelere yayılmasını iktidarını kaybetmemek için istemiyordu ve medyaya sansür uyguladı, bazı durumlarda ise basın yasağı getirdi.

AKP iktidarı bir yandan Gezi tepkilerini faiz lobisi, dış mihraklar diyerek sanal düşman yaratıp kovuşturmayı ve tabanını elde tutmayı sağlayan politikalar üretme çabasına girerken, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla kendisinin kulede değil, kuleden gözetlenen bir yerde olduğunun farkına vardı. Bu yüzleşmede, kendisinin gözetlenmesinin sonucu olarak, ‘Alo Fatih’ vakası olarak da adlandırılan bir medya şirketine kendi ideolojisini benimseyen gözetmen yerleştirerek muhalefet liderini sansürlediğini, Uludere vakasını görmezden geldiğini veya sağlık alanında yazılan hükümet karşıtı bir haber nedeniyle gazete çalışanlarının işten kovulduğunu ortaya koyan konuşma kasetleri sosyal medyaya düştü ve hızla yayıldı. İktidarın yalanmadığı, sansürün muatabı TV yöneticisi tarafından itiraf edilen ve bazılarını da AKP tarafından açıkça doğrulanan bu konuşmalar AKP’nin kendisinin de gözetlendiği süreçte nasıl bir iktidar politikası izlediği ve yarattığı otoriter rejimin sonuçlarını da doğurdu. İktidarın gözetlenebiliyor olması Panoptikon mimari tasarımı üzerinden kuramlardan farklı olarak ağ toplumlarının iktidarın kendisini merkezden ve tek tip modellemesini reddederek, bireylerin kendi aralarında anlaşarak ve kolektif akıl üreterek yepyeni bir iktidar modeli üretebileceğine dair bir umut da doğurdu.

Gezi süresince gitgide artan bu umut Gezi direnişçilerinin sayısının her geçen gün artmasına da sebep olurken, AKP iktidarını elinde tutmak için 6000 kişilik bir sosyal medya ordusuyla, sosyal medyada örgütlenen Gezi direnişine karşı kampanya girişti. Ancak süreç gösterdi ki hükümetin sosyal medya aktiviteleri de sosyal medya kullanıcıları tarafından gözetleniyor, deşifre ediliyor, hızla paylaşılıyordu.

 30 Kasım 2013’de AKP’den istifa eden milletvekili İdris Bal’ın 15 Şubat 2014 tarihinde attığı tweet.

30 Kasım 2013’de AKP’den istifa eden milletvekili İdris Bal’ın 15 Şubat 2014 tarihinde attığı tweet.

 

AKP İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın 2014 seçim kampanyası için robot hesaplardan aynı anda(!) atılan seçim propagandası tweetleri

AKP İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın 2014 yerel seçim kampanyası için robot hesaplardan aynı anda(!) atılan seçim propagandası tweetleri

Sosyal Medyada ve ana akım medyada AKP yöneticilerinin demeçleri, geçmişteki verileri dijital olmasından faydalanarak tarandı ve tam aksini söylediği görüşleri hemen tespit edilerek paylaşıldı.

Sosyal Medyada ve ana akım medyada AKP yöneticilerinin demeçleri, geçmişteki verileri dijital olmasından faydalanarak tarandı ve tam aksini söylediği görüşleri hemen tespit edilerek paylaşıldı.

 

AB Eski Bakanı, AKP mv ve hakkında rüşvet operasyonunda fezleke düzenlenen Egemen Bağış’ın muhalefet partisi CHP’nin olduğunu öne sürdüğü propagandasının aslında vakanın kendi AKP döneminde olduğunun sosyal medya kullanıcıları tarafından ortaya çıkartılması

AB Eski Bakanı, AKP mv ve hakkında rüşvet operasyonunda fezleke düzenlenen Egemen Bağış’ın muhalefet partisi CHP’nin olduğunu öne sürdüğü propagandasının aslında vakanın kendi AKP döneminde olduğunun sosyal medya kullanıcıları tarafından ortaya çıkartılması

 

Gezi Parkı eylemlerinde, tabanını kontrol etmek adına, direnişçilerin sayısını az göstermek için Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de başvurduğu manipülatif ve doğruluk arz etmeyen görsel

Gezi Parkı eylemlerinde, tabanını kontrol etmek adına, direnişçilerin sayısını az göstermek için Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de başvurduğu manipülatif ve doğruluk arz etmeyen görsel

14 Haziran 2013 tarihinde sosyal medyada Gezi direnişinin AKP hükümetine #cevapver diyerek yönelttiği 233 bin mesajın Reha Başoğul tarafından analizi, aslında AKP hükümetinin nasıl gözetlendiğinin ve algılandığını da gösteriyor.

14 Haziran 2013 tarihinde sosyal medyada Gezi direnişinin AKP hükümetine #cevapver diyerek yönelttiği 233 bin mesajın Reha Başoğul tarafından analizi, aslında AKP hükümetinin nasıl gözetlendiğinin ve algılandığını da gösteriyor.

 

Google Earth’ün Başbakan Erdoğan’ın 35 yıl önce başladığı inşaat’ın 1 sene önce orada olmadığını gösteren ve hemen sosyal medyada paylaşılan görüntüleri

Google Earth’ün Başbakan Erdoğan’ın 35 yıl önce başladığı inşaat’ın 1 sene önce orada olmadığını gösteren ve hemen sosyal medyada paylaşılan görüntüleri

Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi için görülen Kayseri’de dava öncesi Twitter’da sadece ‘Ali İsmail Korkmaz’ denilerek başlatılan eylemin Topsy sosyal medya ölçümleme aracıyla 60 bin mesaja ulaştı.

Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi için görülen Kayseri’deki dava öncesi Twitter’da sadece ‘Ali İsmail Korkmaz’ denilerek başlatılan eylemin Topsy sosyal medya ölçümleme aracıyla 60 bin mesaja ulaştı.

 

AKP iktidarı süresince kentsel dönüşüm adı altında iktidarın ihale verdiği firmaların medya-ihale ilişkilerini de ortaya koyan ve Gezi direnişinden sonra ortaya çıkan Mulksuzlestirme.Org internet sitesi

AKP iktidarı süresince kentsel dönüşüm adı altında iktidarın ihale verdiği firmaların medya-ihale ilişkilerini de ortaya koyan ve Gezi direnişinden sonra ortaya çıkan Mulksuzlestirme.Org internet sitesi

 

TBMM performanslarının verilerini derleyerek, AKP milletvekilerinin performanslarını açıkça ‘sıfır’larla dolu olduğunu herkese gösteren getdemokrasi.com internet sitesi

TBMM performanslarının verilerini derleyerek, AKP milletvekilerinin performanslarını açıkça ‘sıfır’larla dolu olduğunu herkese gösteren getdemokrasi.com internet sitesi

Halktan katılımlarla, rant için doğa katliamlarını ortaya çıkaran ve çevre ihtilaflarının verilerini derleyerek halka paylaşarak AKP iktidarının çevre performansını ortaya koyan direncevre.org internet sitesi

Halktan katılımlarla, rant için doğa katliamlarını ortaya çıkaran ve çevre ihtilaflarının verilerini derleyerek halka paylaşarak AKP iktidarının çevre performansını ortaya koyan direncevre.org internet sitesi

 

Maryland Üniversitesi’nin Google ile işbirliği sonucunda dünyadaki ormanların nasıl ve nerede yok olduğunu interaktif olarak gösteren http://earthenginepartners.appspot.com/science-2013-global-forest internet sitesi ve çevrecilikle övünen AKP’nin aslında rant için orman kaynaklarını yıllar içerisinde nasıl yokettiğini gösteren İstanbul orman kayıpları haritası

Maryland Üniversitesi’nin Google ile işbirliği sonucunda dünyadaki ormanların nasıl ve nerede yok olduğunu interaktif olarak gösteren http://earthenginepartners.appspot.com/science-2013-global-forest internet sitesi ve çevrecilikle övünen AKP’nin aslında rant için orman kaynaklarını yıllar içerisinde nasıl yokettiğini gösteren İstanbul orman kayıpları haritası

 

Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü liderliğinde Google, BM Çevre Programı, BM Küresel Çevre Programı ve 40'tan fazla ortağın bulunduğu bir konsorsiyum, uydu verileri diğer bilgilerle derlenen Küresel Orman Takip ve Uyarı Sistemi kapsamında Ocak 2000-Aralık 2012 tarihlerine ilişkin bir rapor yayımladı. Bu raporda, Türkiye 'de net orman kaybının 164 bin 222 hektar olduğu tespit edildi. Küresel Orman Takip ve Uyarı Sistemi verilerine göre Türkiye, son 12 yılda 164 bin 222 hektar ormanını kaybetti. Bu alan Kayseri büyüklüğünde bir alan. En çok orman kaybının olduğu iller Antalya ve İstanbul oldu. Bu tarihler arasında Türkiye çapında 342 bin 571 hektar orman kaybı olduğu, yine aynı sürede 178 bin 349 hektarlık alanın ormanlaştırıldığı belirtildi. Sonuçta 164 bin 222 hektarlık orman kaybı yaşandı.

Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü liderliğinde Google, BM Çevre Programı, BM Küresel Çevre Programı ve 40’tan fazla ortağın bulunduğu bir konsorsiyum, uydu verileri diğer bilgilerle derlenen Küresel Orman Takip ve Uyarı Sistemi kapsamında Ocak 2000-Aralık 2012 tarihlerine ilişkin raporda, Türkiye ‘de net orman kaybının 164 bin 222 hektar olduğu tespit edildi. Bu alan Kayseri büyüklüğünde bir alan. En çok orman kaybının olduğu iller Antalya ve İstanbul oldu. http://www.globalforestwatch.org adresinden de izlenebilen kazanım ve kayıplara göre ilgili tarihler arasında Türkiye çapında 342 bin 571 hektar orman kaybı olduğu, yine aynı sürede 178 bin 349 hektarlık alanın ormanlaştırıldığı ölçümleniyor. Sonuçta ülkemizde 12 yılda 164 bin 222 hektarlık orman kaybı yaşandığı gözükmektedir.

Konuşma yaptığı sırada bir çok TV kanalında canlı yayında aktarılan Erdoğan, katılamadığı AKP’nin İzmir mitinginde hologram kullanarak fikirlerini aktarması, Orwell’in 1984 romanıyla tek bir merkezden düşünceleri propaganda aracılığıyla yayılması fikrine benzetilmektedir.

Konuşma yaptığı sırada bir çok TV kanalında canlı yayında aktarılan Erdoğan, katılamadığı AKP’nin İzmir mitinginde hologram kullanarak fikirlerini aktarması, Orwell’in 1984 romanıyla tek bir merkezden düşünceleri propaganda aracılığıyla yayılması fikrine benzetilmektedir.

YA SONRA?
“İnsan bir yaşantıyı yaşarken kendisine bakmamalı,
çünkü o göz, şeytan gözü olup çıkabilir.”


/Nietzsche

Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitabında da iktidar kontrolü sağlamak için çocukları şartlardırma ve ilaçlarla büyütme tekniği benimseniyordu. Ancak kendilerini alkol ve uyuşturucudan ziyade zevk ve bağımlık arz edecek maddeler bekliyordu. Türkiye’nin doğusunda ve batısında dershane savaşları ve milli eğitim kitaplarındaki ideolojiye yönelik farklılaşma ve TV’lerdeki zevk veren ve toplumu tek tipleştiren uygulamalarla da benzerlikler arz ederken, Huxley, baskıdan zevk alan, düşünme ve akıl yürütme yeteneklerini kaybettiği ve teknolojinin ise kontrol altına alınmak istenen bireylerce bağımlılık yaptığı bir toplum tasvirinde bulunmuştu.

Bugün iktidarlar, politikalarını tek merkezden gözetleme güdüsünü ve toplum mühendisliğini teknoloji vasıtasıyla eleştirilebileceğini ve hatta iktidarlarını kaybedeceklerini biliyor durumdalar. Davranışları önceden tahmin edebilmek veya kitlesel hareketlerin ve protestoların ne zaman çıkacağına dair matematiksel modeller ve simülasyonlar yeni teknolojiler sayesinde oluşturulabiliyor. Bugün kendi hücremizden diğer ülkelere baktığımızda,, hükümet karşıtı protestolarda, özellikle gençlerin sosyal ağ ve internet kullanımı becerileriyle ve eğitimli beyaz yakalıların evrensel perspektiflere ve enformasyona ulaşarak hükümetin söylem dilini ve tutarsızlıklarını rahatça fark edebilecek durumda olduğunu artık görebiliyoruz. İktidarlar, bir yandan dış sermaye bağımlılığıyla, dış politikalarında sermaye arayışı için demokrasi çıtasını yükselttiği göstergelerde insanı önemsizleştirirken, diğer yandan bunun protestolarla ve halkın veri gazeteciliği, harita teknolojileri ve kolektif paylaşım tercihleri sayesinde aksini söyleyen gerçek bilginin yayılmasını engelleyen bir sistemde hareket etmek zorunda hissediyorlar.

Gözlük, ayakkabı, tshirt gibi giyilebilir teknolojilerle daha da artan kişisel veri evrenimizde bugün reklam teknolojisiyle ve ulusal güvenlik politikalarıyla daha çok önemsenmeye ihtiyaç duyulan kişisel bilgilerin gizliliği kavramı beraberinde geliyor. Bilgilerimiz, farklı görüşlere sahip sivil toplum örgütlerinden oluşan komisyonlarca denetlenmediği ve yargı karşısında hesap verebildiği dinamikler çalıştırılmadığı sürece totaliter rejim isteyenlerin elinde Panoptikon’lar oluşturulmak için kullanılmaya devam edecek. Böyle bir internet içeriği, hücrelerimizdeki ışık ve siluetlerle olarak bizi tatmin edip ama gerçekliğimizi kaçırmaya olanak sağlayacak bir uyuşturma aracı olma tehlikesine de sahip.

Bu nedenle iktidarların bizleri gözetim altında tutma niyetinden daha büyük tehlike, tek tuşla istediğimizi yapma şehvetini sunan teknolojilerinin gösteri cümbüşünde ve tüm bunların farkında olmadan oluşan teknoloji bağımlılığımız insanlığın gelişimini tehdit eder niteliktedir. Yazının başındaki alıntıladığımız metinden yapacağım çıkarımlardan en önemlisi de bunu vurguluyor; Yapacağımız reformların veya devrimlerin teknolojiyi veya sosyal veya ana akım medyayı öznemiz haline getirerek değil, arkasında çalışan insanların doğal kaynaklara saygılı, laik, vicdanlı ve evrensel ahlak kriterlerine uygun bir eğitimle anlamı olacaktır. Bu devinimdeki bizim, yani öz benliğimizin hücresinden çıkarak bir ruhsal devrime ve de ironik bir şekilde kendimizi bu olguyu aklımızdan çıkarmayacak şekilde özdenetim içinde tutmaya daha çok ihtiyacımız var!
Not: Bu makale SMK dergi’nin ilk sayısında basılı ve dijtal olarak yayımlanmıştır. http://www.smkdergi.com/smk-dergi/sayi-1/

SMG dergi - Reha Başoğul makalesi

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat