Haz 262010
 

Bir Şehir Hikayesi: Konstantiniyye - İstanbul- Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi - 18 Haziran 2010

Büyük Itrî’ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr’i.

Tâ Budin’den Irâk’a, Mısr’a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca’yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr’ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken ‘Nevâ’nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
‘Nât’ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış ‘Âyîn’i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.”

/Yahya Kemal Beyatlı – “Itri” şiiri

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında İstanbul’un musiki ve tarihi yelpazesine en uygun düşen projelerden biri olan “Bir Şehir Hikayesi, Konstantiniyye–İstanbul” 18 Haziran 2010’da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleşti.

Etkinliğin çözüm ortaklıklarını Türkiye’de Deniz Özsezen (Proje Sahibi) ve Ülkem Özsezen (Proje Koordinatörü), Amerika’da Dr. Mehmet Ali Sanlıkol (Proje Müzik Direktörü), Dünya Organizasyonu (Boston), Prof. Dr. Robert Labaree, Prof.Dr. Thomas Zajac ve Nectarios Antoniou’nun oluşturduğu konserde ABD Boston’dan Schola Cantorum, Ensemble Trinitas, Dünya; İnce Saz-Fasıl-Anadolu Folk ve Arabesk topluluklarından 35 sanatçı yeraldı.

Etkinliğin Müzik Direktörlüğü’nü yapan Kompozitor/Multi Enstrumantalist/ Müzikolog Dr. Mehmet Ali Sanlıkol, aynı zamanda Bizans İlahileri, Sefarad Yahudileri’nin maftirim repertuarı, Ermeni besteciler, Klasik Türk Müziği ve tasavvufi müzikler hakkında bu disiplinlerden gelen müzisyenler ile eklektik çalışmalar yapan birisi.

Tüm hazırlıklar ışığında iki imparatorluğun başkenti olma özelliğine sahi İsanbul’un Bizans’tan , fetihe, Cumhuriyet’ten bugüne Ortadoğu, Doğu, Avrupa ve Balkanların bir çok bölgesinden akarak şehrin hafızasını her daim taşıdığı, kimi zaman ona bağımlılık derecesinde sahip çıktığı, askerlerin, tüccarların, diplomatların mirasıyla Osmanlı,Arap, Ermeni, Slav, Türk, Kürt, Rum, Yahudi veya Avrupalı’ların da sahip çıkacağı bir miras ortaya çıkmıştır.

Tüm bu nostaljik zenginliğin, sosyo kültürel toplum yapımızın bir çok farklı statü, katman, yaş, kültür barındırmasıyla Rum Ortodoks ilahileri, seküler Rum müzikleri, Haçlı şarkıları, Osmanlı merasim ve askeri bandolarının müzikleri, Osmanlı saray müzikleri, Tasavvuf merasim müzikleri, Türk Halk müzikleri, Sefarad Yahudilerinin şarkıları, Erme ve Türk’lerin şehir müzikleri ve nihayet protesto ve özlem dolu çağdaş popüler şehir müziklerine yer verilen bir konser dinledik.

Kronolojik sırayla gelen ve uzman görüşleri itibariyle melankolik bir davası olan İstanbul’un içinden çıkan bu konserin harika tanıtıcı kitapçığından da yararlanarak iki ana bölüm ve onların detaylarıyla tanımak ve anlatmak yerinde olacaktır:

Prolog:
Dr. Mehmet Ali Sanlıkol tarafından bestelenmiş “Byzantium “ şehrin antik Yunan döneminin bilinmeyen müzikal dünyasını soyut ve modern bir yaklaşımla trompetler, yaylı çalgılar, piyano, nekkareler ve kös kullanarak icra edilmiş. Kapanışına doğru ise iki borulu ve çift kamışlı bir enstruman olan “aulos” isimli antik Yunan enstrumanının temsilini dinledik.

I.Bölüm Konstantiniyye

“Efendim, Sana dert yandım;
Beni duy, ey Yarabbim!
Efendim, Sana dert yandım,
Benim dualarımın sesini duy”

/Petros Peloponesios – Kyrie ekekraksa pros se eisakouson mou(140. mezmur, 1-3)

İnanç özgürlüğünün sınırlandırıldığı yıllardan 313 yılında Roma İmparatoru Konstantin Milan fermanını yayımlayarak imparatorluk içerisinde yaşayan halkların dinlerini özgürce yaşama ve herhangi bir cezaya ya da ölüm cezasına çarptırılmadan inanışlarını açıklama haklarını tanıyarak Hristiyanlık dinine karşı yüzyıllar boyu devam eden ağır cezalandırmaları sona erdi. Konserde de Rum ortodoks kilise müziğine ait olan ilk seçki, bestecisi bilinmeyen Soson Kyrie ton laon sou(Kutsal Haçın yüceliği ilahisi), bu yeni dini inanışı onu sembolize eden haç ile temsil edilmiş. Daha sonra resmi din olarak kabul edilen Hristiyanlik bu dinin simgesi olarak haç yaşamın ölüme karşı olan gücünün sembolü olarak konumlır ve – Konstantin’in şehri Konstantiniyye olarak – kurulmasında rol oynar. O güne değin Orta Doğu ve Balkanlarda Hristiyanlık ana formu Ortodoks inancı olduğunu da düşünerek . Rum Ortodoks inancının Patrikhanesi ise İstanbul’da yer alması da ayrı bir önem taşır.

İçerisinde müzik enstrumanları barındırmayan Rum Ortodoks müziğinin sözlü aktarımı geçen onca sene içerisinde bir kayba uğramadığı belirtiliyor. Konserin bu bölümü için de Bizans döneminin Hristiyan toplumlarının geleneksel akşam dualarının temsili için akşam ayinlerinden(Vespers) iki seçki dinledik. Bunların ilki, Petros Peloponesios(c. 1730-1778) tarafından bestelenmiş(Mezmur dizesi olan) Kyrie ekekraksa pros se eisakousan mou’nun(Mezmur 140, 1-3) İstanbul’un Fener muhitinden (Patrikhanenin 1950’li ve 60’lı yıllarda baş mugannisi olmuş) archon Protopsaltis Thrasvoulos Stanitsas(1910-1987) tarafından keşfedilmiş bir uyarlama ve takiben Petros Bereketis(17-18.yy) tarafından bestelenmiş Douloi Kyrion, Alleluia(Mezmur 134,1-3) icra edildi.

Bizans Sarayı

Bizans Saray müziğinin temsili için entrüsmantal düzenlemeleri yapılmış iki ilgililerince çok bilinen eser olduğu söylenen seçkiye yer verilmiş: İlk seçki, Phos hilaron(Akşam Işığı ilahisi), İsa’dan sonra ilk yüzyılda yazılmış bir Hristiyan ilahisi olup, Konstaniyye’de yer alan kilise ve şapallerde akşam ayinlerinde(Vespers) söylenmiş ve anonim versiyon ise bestekar ve muganni Ioannis Sakellarides’e(1853-1938) ait. İkinci seçki “Kontakion” ise 6. Yüzyılın popüler ezgisi olup, dünyanın en tanınmış ortaçağ liturji şairlerinden biri olan Melodist Romans(6.yy)’ın bestesi. Seçkinin enstürmanları ise oldukça zengin: politiki lira(klasik kemençe), çeng, (Orta Doğu arpı) ve tambura(bir çeşit saz/lavta) Tarihi kaynaklara göre belirtilen ise; tambura ve lira gibi enstürmanların pek çok Bizans ilüstrasyon ve ikonalarında yer almasıyla Yakın ve Orta Doğu’da arp kullanımının da Sümer dönemi kadar eski tarihlere uzandığı belgelendiği..

Haçlılar

“Gönlüm için şarkı söyleyeceğim,
çünkü onu rahatlatmak istiyorum.
Bu büyük acımın karşısında
Ne ölmek ne delirmek istiyorum
O vahşi topraklardan
kimseler geri dönmüyor”

/Chanterai pour mon courage

Uzun yüzyıllar boyunca batı(Katolik) ve doğu(Ortadoğu) Hristiyan kiliseleri arasındaki dini ve siyasi çatışmalar 1204 yılında en yoğun zamanını yaşarken Avrupalı orduların 4. Haçlı seferinde Bizans tahtında hak iddia eden Eski Venedik Başkanı tarafından kışkırtılarak, Konstanniye’yi yağmalayıp Latin bir feodal devlet kurulmuştur. Bu Impreium Romaniae 1261 senesinde Bizanslı güçler tarafından Anadolu’da hüküm sürmüştür. Şehrin tarihindeki bu kısa dönem konserde dört adet erken 13. Y.y. Fransız seçkilerinin Latince ve eski Fransızca olarak seslendirilmesiyle karşılık bulmuş.

Önce İngiltere Kralı ve 3. Haçlı seferi ordularının başkumandanı Aslan Yürekli Rişar’ın taç giyme merasiminde seslendirildiği düşünülen ve bestecisi bilinmeyen Latince bir conductus(veya yürüyüş alayı ezgisi) olan “Redit etas aurea” geliyor. Bu eser ortaçağ gaydası, shawm(obua’nın atası) ve avrupa nekkareleri ile seslendirilip şehrin haçlılar tarafından kuşatılmasın anlatmakta olduğunu öğreniyoruz. Ardından gelen seçki ise haçlı seferine çıkmak üzere olan bir askerin sevgilisinden ayrılacağı için yas tuttuğu dokunaklı bir aşk şarkısı olan ve Kuzey Fransa’dan asil bir saz şairi Gui de Coucy tarafından bestelenen “A vous amant, plus qu’a nul autre gent’“i dinliyoruz. Blokfülüt ve (kanuna benzer bir enstrüman olan) psaltry eşliğinde dinlediğimiz bu eserden sonra yine Gui’ye ait bir başka şarkı “Li nouviauz tanz et mais et violette”’i dinliyoruz. Gui’nin önceki iki Haçlı sefrine katıldığı bilinmekte ve 1203 senesinde Konstantiniyye’nin kuşatması olacak olan seferin yolunda boğularak öldüğü düşünülürse, arkada kalan kadının kaderini merak ediyoruz. Sevgilisinden ayrılmanın ızdırabını geride kana kadın saz şairi Guiot’ de Dikon’a atfedilen “Chanterai por mon courage” isimli ağıt bu kaderin melodisi oluyor. Bu seçki aynı zamanda Gui De Goucy’nin muhtemelen sevgilisi Fayel bölgesinin Hanımefendisine de atfedilirmiş. Bu bölümde yer alan bazı enstrümanlar eski İran ve Arap geleneklerinden etkilenmiş Batı Avrupa ve Osmanlı müzik kültürleri arasındaki çeşitli benzerlikleri de gösterdiği kitapçıkta belirtiliyor. Yazıldığına göre ; Shawm zurna’dan psalstry kanun’un eski versiyonlarından ve Avrupa nekkareleri ise isminden de anlaşılacağı gibi nekkare’den türemiş bir çalgı.

14. ve 15. Yüzyıllar

“Ey en merhametli olan,şikayet etmeye geldim
huzuruna ki gücün ve insanın tabiati
izin verdi ve canice bir fenalık
benim oğlumun
başına geldi,halbuki o beni çok
onurlandırmıştı.”

/ Guillaume Du Fay – Lamentatio Sanctae Matris ecclesiae Constantinopalitanae’den

Bu bölüm 14 ve 15. Yüzyıllarda şehirde icra edilmiş Rum halk müziklerine örnek teşkil eden bir Ortaçağ bizans Ballad’ı ile açılıyor: Akritis kastron ehtize. Bizans imparatorluğunun Akrites namıyla bilinen efsanevi sınır muhafızlarının kahramanlıklarından esinlenmiş ve tamamiyle hikaye/destan tarzında olan bir müzik türüne örnek teşkil etmekteymiş. Kitapçıkta bu eser şöyle anlatılıyor:

Bu ballad’ın kahramanı(modern ve antik sözlü Yunan edebiyatlarında ortak bir tema olan) hasımlarının en muazzamı Ölüm ile karşılaşır. Yüzyıllar boyunca Konstantiniyye/istanbul şehri bir mıknatıs gibi insanları Balkanlar’dan ve Anadolu’dan çekerken onlar da yanlarında geldikleri bölgelerin popüler müziklerini yanlarında getirir. Bu nedenle bir önceki sınıf muhafızı seçkisini bir Trakya Mandilatos(mendil) dansı takip eder. Bu seçkiler için lira ve tamburayı daha canlı ve kırsal icra tavırlarıyla geri getireceğiz.”

Bu halk müziklerinin tamamlanmasıyla Rum Ortodoks kilise müziğine tekrar geri dönüyoruz. Geleneksel lüturjik bir ilahi olan” Kyrie soson tous euseveis” -“Tanrı dindar kralları korusun”antik bir eser olarak kabul edilmiş ve döneminde imparator ve ile yönetici piskoposa ithaf edilmiş bir eser. Tarih boyunca Ayasofya’da imparatorlar ibadet ettiği için bu eser de orada seslendirilmişç Dynamis, Trisagion( Kutsal Tanrı, Kutsal Güç, Kutsal Ölümsüz) ise antik bir hristiyan itikadı olarak birde üç olan Tanrı inanıncına adanmıştır. Burada Xenos Koronis (14.y.y.) tarafından bestelenmiş olan versiyon bir “Kratima” halihazırda icra edilen bir mezmuru istek ve ihtiyaç doğrultusunda uzatmak için eklenen ilave bir beste olarak dinliyoruz.

Tarihi vakalar itibariyle artık Türk’lerin yaklaşmış olması “Mon stilte ghrama stin Frankia” isimli bir halk müziği örneğinde Frenklere(Avrupalılara) yapılan bir yardım çağrısını provoke ettiğini öğreniyoruz. Burada bestesi Petros Peloponesios’a ait olan en eski Hristiyan dualarından “Kyrie eleison”(“Tanrı bizi korusun”)Osmanlı Türk’lerinin (Batı’da Osmanlı Yeniçeri Bandoları olarak bilinen)mehterlerinin gür sadalarına karışarak Konstantiniyye’nin son kuşatmasını simgeleniyor.

Bu sekansı 1453’te Fransız besteci Guillaume Du Fay(1397-1474) tarafından bestelenmiş Mübarek Bakire Meryem’in oğlu İsa Mesih’e Konstantiniyye’nin düşüşü(veya İstanbul’un fethi) üzerine ettiği meşhur şikayeti dinliyoruz: “Lamentatio Sanctae Matris cclesiae Constantionpolitanae”. Bu eser batı Hristiyanlık dünyasında şok etkisi yaratmış ve tepki olarak Du Fay’in bestelediği dört ağıttan birisi olma özelliğini taşıyor.

Sonrasında Konstantiniyye bölümü mehterlerin icra ettiği harp meydanı müziği Çeng-i Harbi ile Türk’lerin şehre girişini simgeleyerek sona erdilirdi. Mehterin enstrümantasyonu -ki ilk Avrupa bandoları ve bunların daha sonraki türevleri tarafından direkt olarak taklit edildiği belirtiliyor- zurna, trompet, nekkare, davul, zil ve kös’ten oluşan bir enstrüman zenginliğini de hatırlatmakta fayda var.

II.Bölüm : İstanbul

“Noldu bu gönlüm noldu bu gönlüm,
Derdi gamınla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm”

/Hacı Bayram Veli – Noldu bu gönlüm’den

Türk’lerin şehre girişi: Yörükler, Bektaşiler

1453’ten sonra şehre gelmeye başlayan Türk’lerin folklorik müziklerinin temsili için halen Anadolu ve Balkanlardaki dağlarda yaşamakta olan Yörük’lere yönelinmiş. Orta Asya kökenlerine en yakın toplum olarak bilinen Yörük türkülerine tanık oluyoruz: Dirmilcik’ten gelir ve Ardıç arasında biten naneler . Kabak kemane’nin yaptığı doğaçlama giriş(açış) genellikle Teke zortlatması olarak tabir edilmiş türkülerde cura,çeng, darbuka, kasik ve yörüklerin kullandığı bazı tipik vurmalı çalgılar eşlik etti.

15. Yy.’dan itibaren bazı Orta Asya’dan gelen Türklerin inanışlarının İran menşeiili Şii etkisine girmesi sonucunda Alevi/Bektaşi gelenekleri doğmasından sonra her ne kadar 19. yy.’ın başlarında Osmanlı yönetimi tarafından yasaklansa bile şehrin kültürel bir parçası olmaya devam etmiştir. Mevlevi tarikatının Farsça’ya verdiği ehemmiyete nazaran Bektaşi şiirlerinin Türkçe lisanını ağırlıklı olarak kullanması Saz ile açışı takip eden Uşşak nefes ‘te örneklenmiş bir şekilde konserde yer aldı. Bektaşilerin enstrüman tercihlerinin tartışmalı olduğu belirtiliyor ve bu nedenle klasik tınılar tercih edilmiş, yani – divan sazı, rebab, çeng, kudüm ve bendir- Dinlediğimiz nefesin şiiri ise 14. Yy’da yaşamış meşhur bir Sufi olan Hacı Bayram Veli’ye ait olup bestecisi ise bilinmemektedir.

Osmanlı Sarayı

“Lalin emdir hikmetin sorma dil-i şeyda bilir
Çektiği cevr-i cefay-ı aşkı bir mevla bilir”

/ Zaharya- Lal’in emdir hikmetin sorma

Bu bölüm Çeng ile Uşşak makamından Buselik Aşiran makamına yapılan bir geçiş taksimi ile başlayıp bestecisi bilinmeyen ve 1650 civarında Ali Ufki’nin Mecmua-i Saz-ı Söz’ünde notaya alınmış Buselik Aşiran peşrevi ile devam eder. Kitapçıkta belirtildiğine göre; Polonyalı bir Protestan olup 1610 doğumlu ve asıl adı Wociech Bobowski olan Ali Ufki, Osmanlı Türk’leri tarafından esir alındıktan sonra İslam dinine geçip tercüman ve saray müzisyeni olarak nam salmış ve Batı’nın portre notasyon sisteminin Türk müziğine ilk adaptasyonu olan bu el yazması birkaç yüz Osmanlı saz ve söz eserini ihtiva etmiş.

Peşrevi takip eden ve zarif bir aşk şarkısı olan Buselik Aşiran bestesi, Rum Ortodoks kilisesinde mühim bir muganni ve halen günümüz klasik Türk müziğinin(ince saz) en çok saygı gösterilen bestecilerden biri olan Rum Zaharya’ya(18.yy) ait. Enstrümanlar ise santur, ud, rebab, çeng, nekkare ve daşre 16 ile 18.yy. ‘lar arasında sarayda icra yapan toplulukları yansıtıyor.

Rumlar,Ermeniler, Yahudiler

“kaşların ne güzel kara kız

ara sıra gel de beni ara kız

sen gelmezsen cici meleğim

kapanamaz kalbimdeki yara kız

üzme beni canım şekerim

senin için cefa çekerim

gözlerin ne güzel bakıyor

o bakışların beni çok yakıyor

sevdalıyım sana a canım

ayrılamam senden bir an civanım

üzme beni canım şekerim

senin için cefa çekerim”

/ Dramalı Hasan Hasgüler – Kara Kız kantosu

Bu bölüme ait ilk seçki, Ud ile Buselik Aşiran Makamından Karcığar Makamına geçiş taksimini takip eden “Bu gece çamlarda kalsak ne olur/Apopse”, klasik Türk müziği üslubunda olup hem Rumca hem Türkçe seslendiriliyor. Eserin bestecisi ise meşhur bir Ermeni olduğu söylenen Artaki Candan( 1885-1948) iken Türkçe güftesi de bir Musevi’ye(Avram Naum, 20.yy.) aittir. Enstrümanlar ise ud,keman,klarnet, darbuka ve daire ile 19. Yy’ın sonu ile 20.yy’ın başlarındaki İstanbul’un popüler topluluklarının enstrümantasyonları.

Ardından üç değişik kentli halk müziği örneklemesi yer alırken ilki Dramalı Hasan Hasgüler’e(1896-1984) ait Kara Kız isminde bir kanto olup bu dönemde Avrupai müziklerden etkilenmiş ve gayri Müslim icracıların repertuarlarında mühim bir yer edinmiş olan bu popüler formu temsil edilen yer verilmiş.

Sonrasında ise ki anonim İstanbul Türküsü yer almakta olup bunlardan ilki Rumca okunan ve Türkçe versiyonu “Ada sahilleri” olan “ San pas sta ksena’dır. Diğeri ise ise tanınmış Yahudi hanende Haim Efendi’nin (Haim Behar Menahem, 1853- 1938) bu seçkinin bilinen ilk ses kaydı olma özelliği taşıyan ve hareketli bir İstanbul türküsünün de tüm karakteristiklerini barındıran 1907’de yapılmış kaydından öğrendiğimiz “La rosa enfloresse”dir. Bu seçki ise 15. Yy.’da İspanya’dan Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmiş Sefarad Yahudi’lerin has, içinde İbranice, Türkçe ve Rumca unsurlar barındıran bir Romans lisani olan Ladino dilinde okunmuş.

19. yy. itibariyle İstanbul’da Tanburi Cemil Bey(1873-1916) gibi bazı kimselerin icra ettiği sofistike bir lavta üslubunun yanı sıra daha popüler bir eğlence üslubunda lavta icrası da yapıldığı söyleniyor. Son iki İstanbul türküsünde de (özellikle İstanbul’lu Rum’ların arasında popüler olduğu için) lavta ile yapılan armonik eşliğe konserde yer vermişler ve Lavta icrası Haydar Tatlıyay(1890-1963) tarafından yapılmış ve KALAN müzik tarafından piyasaya çıkarılmış bir kayıt ile meşhur Türk müzikolog Rauf Yekta’nın(1871-1935) 20. Yy’ın başında yazdığı mühim makalesinde verdiği izahat temel alınarak hazırlanmış. Rauf Yekta ile bildiklerim icra sırasında aklıma geldi. Klasik Türk müziği’nin kök isim babası ve Ziya Gökalp’in ideolojik görüşlerinden olan Bizans müziğinin terkedilmesine dair radikal görüşler içeren politikasında müzik ilmine dair “çeyrek sesler”den oluşmamış olduğunu savunan Rauf Yekta ‘nın Türk Klasik Musikisi’nin oluşmasında yeri tartışmasızdır ancak nedenleri tartışmaya çok açıktır.



Mevleviler

“Senin cemalinin bilerce aşıkı var.
Demi visalinin binlerce aşıkı var
Bir ben değilim cemaline aşık olan
Her bir kılının hayalinin aşıkı var.”

/ Mevlana Celaleddin-i Rumi – Niyaz ayini

Piri Mevlana olan Mevlevi tarikatının amblemi olmuş olan ney’de yapılan bir taksim(Ney Taksim) ile başlayıp 16 ile 20. Yy. ‘lar arasında icra edilmiş ve Mevlevi müzisyenlerin eserlerinin İbranice şiirlere uyarlanmasının yaygın olduğu Osmanlı Yahudi’lerinin maftirim koro geleneğine örnek teşkil eden Yeheme levavi ile devam edilerek açılan bölüm Türkiye’deki camilerde icra edilen ek eser olan Salat-ı ümmiye meşhur bir Mevlevi olan Buhurizade Itri(1640-1711) tarafından bestelendiğini de belirtmekte önemle fayda var. Ardından Mevlevi ayininin enterasan bir versiyonu olan Niyaz ayini ile devam etmektedir. Niyaz ayini geleneksel olarak bestecileri bilinmeyen iki ilahi ve bir yürük semai’den oluşup bir Mevlevi ayininin minyatür formu olan bazen konukların isteği üzerine icra edilirdi. Konserde ise Itri’nin Segah Ayini ve Zekaizade Hafız Irsoy’un(1869-1943) Müstear Ayini’nden seçilmiş bölümlere yer verildi.

Fasıl

“Olmaz ilaç sine-i sad pareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme”

/Namık Kemal- Olmaz ilaç

Fasıl, 20. yy.’ın başlarında klasik Türk müziğinin daha hareketli, sosyal ve dışadönük bir üslupla icra edilmiş olan şeklini temsil edildiği açıklamasıyla yer verilmiş bir bölüm olup başta klasik bir aşk şarkısı olan “Olmaz ilaç sie-i sad pareme” diyerek başlayan ve bestecisi Hacı Arif Bey’e(1831-1885) ait olan Segah şarkı ile mest oluyoruz. Osmanlı saray müziği geleneğinin devamı olarak da nitelendirilmiş İnce Saz müziğinin bu yeni şekline dair şarkının güftesi ise milliyetçi şair, yazar ve sosyal yenilikçi Namık Kemal’a(1840-1888) ait.

Fasılların sosyal ortamlardaki yeri aşikar ve müstakil evlerin daha samimi atmosferlerinde yer alan seçkinin enstrümantasyonunda yaylı tanbur,ud,ney, klarnet ve daire ile de bu samimiyet yansıtılmaya çalışılmış. Ancak 20. Yy’ın başlarından itibaren fasıl müziği içinde yaylıların da bulunduğu Mısır’dan çıkan geniş toplulukların etkisi altına girdiği belirtiliyor. Bu aşamayı temsil etmek için ise bestesi Kemençeci Enikolaki Efendi’ye (ö. 1915) ait olan “Suznak saz semai”’nin icrasında da bir az önce saydığım enstürmanlara ek olarak kemanlar ve viyolenseller eklenmiş. Ayrıca bu kominasyon için darbuka geri getirilip daire yerine de def kullanılmış.

EPİLOG

“Bak arkadaş bak şu yaraya
Sanma silah deydi buraya
Beni dünya bu hale koydu
Beni dertler bu hale koydu
Gelen bir vurdu giden bin vurdu
Sanki dünyada kanun buydu

İlk darbeyi felekten yedim
Belki aşkta gülerim dedim
Deli gibi birini sevdim
Oda felekten beter vurdu

Ölmekte kalmakta bir
Sevmeden yaşıyorsan
Daha da beteri var
Beni gör bilmek istiyorsan

Susmuş diller solmuş güller
Parça parça hep ümitler
Her yanımda türlü dertler
İster miyim ister miyim

Gülmek için bir tesadüf
Beklemenin anlamı yok
Yaşamamız bir tesadüf
Hayat zaten bir tesadüf
Ölmekten de gülmekten çok
Sevilmekten de sevmekten çok

Ölmekte kalmakta bir
Sevmeden yaşıyorsan
Daha da beteri var
Beni gör bilmek istiyorsan”
/Orhan Gencebay – Felekten Beter Vurdu

Konserin son bölümü ve seyirci tarafından da en coşkulu takip edilen bölümü Arabesk’e ayrıldı. Arabesk kelimesi tam anlamıyla “Arap üslubunda yapılmış” manasına gelse de, 1960’ların sonlarında Anadolu’dan göç edip metropolit şehirlerin varoşlarında yaşayan toplumların arasında ortaya çıkmış hibrid bir çeşit Türk pop müziğini ifade ettiği tespiti de yadsınamaz. Arabesk Arap müziğini referans alsa da Türk halk, sanat ve hatta dini müzik etkileri de barındırmıştır.

Konserde de Doğu Anadolu’ya has bir uzun hava olan “Dergah Senden” ile başlayıp 1960’larda şehre gelen göçmenlerin beraberlerine getirdikleri geleneksel müzikleri temsil ettiği söyleniyor. Uzun havalar genellike dünyadaki haksızlıklara karşı bir şikayet niteliğinde olup güçlünün de acizlinin de kaderden kaçamayacağını ifade eder.

Bu seçkiyi Türk Arabesk müzik tarzının yaratıcısı sayılan Orhan Gencebay’ın (d. 1944) tanınmış bir bestesi “Felekten beter vurdu” takip etti ve seyircinin de en çok alkışla destek verdiği şarkı oldu. İstanbul’daki melankolik ruh halini modern bir aşk şarkısının unsurları ile birleştiren eserde enstürmanlar, davul seti, perküsyon, elektrik bas ve elektrik gitar’dan oluşup aynı zamanda yaylı çalgılar ve elektrik saz ile desteklenmiştir.

Tarihini de hazmetmemiz istenmiş bu konser sonunda,  Orhan Veli Kanık’ın tabiriyle “İstanbul’u dinledik”. Ancak bu melankolik şehrin dna’sında yer alan notalarda benim aklıma İstanbul’un verdiği ilhamların başlangıç anına dair Melih Cevdet Anday’ın “Alaturka” adlı şiiri geldi. Son sözü ona bırakayım istedim:

Çık benim şair tabiatım, çık orta yere
Fakir güzelinden söyle
Hasret ateşinden çal
Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.
Hep bilinen şarkılar gibi olsun
Hani, dil-i biçareden
Sun da içsin yar elinden
Yani bilinen şarkılardan olsun.
Yeni sözler arama nafile
Derdim yeni olsa anlarım
Gel, hazırından söyle bu akşam
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.
Sonunda ah çekeriz derinden
Kim anlayacak sahiden olduğunu
Sen söyle yalnız
Zülfündedir baht-ı siyahım bestesini
Dede’den.

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat