Şub 142007
 

Gözyaşlarının Düeti Sessizdir

 

gecenin eli kulağında 

bir hanımefendi edasıyla 

mum ışığının 

gölge oyunlarında 

kızarmış büftek tadında 

konuşuldu seninle havadan sudan 

karanlık çok sıcaktı 

serinlemek için 

üzerinden çok sular aktı 

ter kokularının yerini 

binbirçeşit bitki özleri aldı 

dağları içine alan göllerde yıkanıldı 

ardından gölden yansıyan Sırlar Dağı’na tırmanıldı, 

Tabiat Ana nasılda doğurmuştu 

sanatkar yavrularını 

zaten gelmişti de 

asırlık darağaçlarının 

güller açma zamanı 

o an şu gönül görmeyi diledi 

Papatyaların Tacı’yla saçlarının tanışacağı anı… 

 

kabul etmek lazım 

ürkektik ikimiz 

bir ceylan kadar 

meraklıydık da 

iki yürek tek bir bedende nasıl atar 

soruyorduk geçmişimize 

yaz gününde kelebekler nasıl uçar 

ne zaman arayacak bir nektar? 

 

sessizce yaklaştı Gözyaşının Çocukları 

çevirdiler etrafımızı 

eskilerden ve yenilerden 

acılı bir fener alayı 

gören gözlerim ne kadar hissedebilirdi ki 

sol anahtarıyla kilitlenmiş kalbini 

bastonların sana olan sevgisini… 

o bastonlar yüreğimi deldi geçti 

her yere değişinde 

her makamdan dinleyişimde 

açıldı gözüm 

buğulandı yüzüm 

o Sevginin Nefesi’yle… 

 

tam da sırasıydı 

balkonuna kadar gelmiş bak 

elindeki sihirli değnekle Uykunun Kızı 

dokunuldu onunla ufak bir deryaya… 

bir aslan, rüya görür müydü 

görse gökyüzünde yürür müydü 

Aslanın Rüyası düşlerime gözükür müydü… 

takıldı kafama işte 

ağrılı sırtının nefesimle ısıtılmasına kadar 

şehrin ışıklarının bir perdeyle söndürülmesine kadar 

Uykunun Kızı’nın onunla kaçıp gitmesine kadar… 

 

kim inanırdı ki 

o Sevginin Nefesi 

Buselerin Kırmızılığı’nda 

bir Aşıklar Sandalı’nı 

yanaştıracak Ruhlar Limanı’na 

karşılayacaklar bizi 

dilimize doladığımız 

Gözlerimizdeki Şarkı’yla 

tenimize sürdüğümüz 

Nefesimizdeki Koku’yla 

çalınan Aşkın Alfabesi’nde 

sevgi sözcüklerinin bulunuşuyla 

iki bedenin birleştiği 

İbadetin Mısraları’yla 

 

olur olmaz demeyin 

Gökyüzü Çeşmesi’nin altında sevişti birileri 

inanmamazlık etmeyin 

yeraltına gizlendi Gazabın Perileri 

duyduk duymadık demeyin 

ortaya çıktı Süt Anneleri 

emzirildi Yağmurun Bebekleri 

kutsandı Toprağın Kudreti 

çözüldü Meryem’ın dili 

şehre uçtu Masumluğun Güvercinleri 

altın ok, gümüş yaydan fırladı gitti 

gitti bir kelebeğin içine girdi 

girdi ve Ateşin Oğlu istendi 

o geldi ve Suyun Kadını’yla evlendi 

Çardak Bakireleri’yle bir düğün senfonisi bestelendi 

Gözyaşı Çocukları’nın korolarında söylendi: 

 

sen ve ben kadar 

şehirli bir günah dedikodusu 

sokaklardaki yollara tohumlarını ekiyor 

 

sen ve ben kadar 

dökülen sonbahar yaprakları 

azaptaki şeytanın yüzünü saklıyor 

 

sen ve ben kadar 

özenle süslenmiş Japon Bahçeleri 

İlhamın Rüzgarları’yla sulanıyor 

 

sen ve ben kadar 

iffetli Gecelerin Kraliçesi 

Ayışığı Kralı’nın önünde soyunuyor. 

 

sen ve ben kadar 

zevke dalmış Deniz Civcivleri 

kanatlarını okyanusa sarmış, çiftleşiyor 

 

sen ve ben kadar 

ıslanmış nilüfer çiçekleri 

Ormanların Uğultusu’nda süzülmüş yol alıyor 

 

sen ve ben kadar 

yorgun düşmüş Varoluşun Elleri 

kapılarını ardına kadar açıyor 

 

sen ve ben kadar 

güçlü Kartalların Mecnunu 

tüylerini kabartmış uçmaya hazırlanıyor 

 

sen ve ben kadar 

geçmiş Tanrıların Çelenkleri 

onların parlaklığında yok oluyor 

 

sen ve ben kadar 

firarı verilen düşlerde 

Ayçiçeklerinin Yüzü güneşini arıyor 

 

sen ve ben kadar 

özlemle kavrulmuş çalar saatler 

şimdi tövbekarlığa kurulmuş 

Zühre Yıldızı’nın doğmasını bekliyor

 

Reha Başoğul

If you enjoyed this post, please consider leaving a comment or subscribing to the RSS feed to have future articles delivered to your feed reader.

 Leave a Reply

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

(required)

(required)

Kapat